dünyanın en güzel kütüphane memuruydu o. hâlâ da öyle olduğundan eminim. onu her gün görmek isterdim ama senede bir gün görsem bile kendimi şanslı hissederdim. saat farkları, takvim uyuşmazlıkları, başka şehirler, ülkeler, hatta kıtalar.
ama telefonlar vardı. kartpostallar, elektronik mektuplar... bir de emesen.
bir gün meşgul olmalı ki cevap vermesi gecikti. ben de "yazmaya başladım".
*
farkında değil misiniz, kitap almak için binlerce defa geldim yanınıza. içlerinden biri dikkatinizi çeker diye umarak, edebiyat klasiklerinden modern edebiyat örneklerine kadar bir yığın kitap aldım sizden. hatta kuramsal kitaplar ve sanat üzerine okumadığım tek bir metin kalmadı. bilim ve teknik dergisi'nin bütün ciltlerini hatmettim...
belki sizin de ilgilendiğiniz bir şeye denk gelirim, kayıtlara geçerken beni, başınızı kaldırıp bakarsınız ve ben 'bu öykü içinde ilk defa gözlerinizi görmüş olurum', gözlerinizin rengini bilmiş olurum, diye. ama bir kez olsun başınızı kaldırıp da bakmadınız, bir kez olsun görmediniz beni. bir defa olsun bakın istedim, bir defa tebessüm edeyim size. gözlerimin nasıl da görmeye muktedir olduğunu fark edin. ama siz bakmadınız.
öğle tatillerinde ise yanınızda arkadaşlarınız olurdu hep. sizi mahçup etmek endişesiyle yemekhanede karşınızdaki boş yerlere bile oturmadım. farkında olmadan bir hata yaparım, gençlere özgü ataklığım sizi mahçup eder diye.
ve en son bu geldi aklıma; sınıfın en çalışkan, sınıfın en çok kütüphaneye gelen kızı... ona yakın olursam kimsenin dikkatini çekmeden kütüphaneye, yani size de yakın olabilirdim.
ben de öyle yaptım. ama bu defa ya görür de onu sevdiğimi sanırsınız diye korktum. türlü bahanelerle uzak durdum. görme ihtimalinizin olmadığı yerlerde tuttum elini. hep sizmişsiniz gibi davrandım ona. yan yana film izlerken, kucağıma koyduğu sol elini sol elimle tutarken ve sağ elim saçlarıyla oynarken. bazan tırnak uçlarım çıplak koluna dokunurken. bir defasında gözlerine bakıp, "gözlerinin göğünde bulutlar saklı," demiştim yanlışlıkla. neyse ki, o bunu mecaz sandı, gözlerinin kuru yaprak rengine edilmiş bir iltifat tasavvur ederek.
bazan sizden yana bakardım. dalgınlığınıza dalmış buradan çok uzaklara gitmiş olurdunuz. "siyah beyaz bir filmden çıkıp gelmiş gibisiniz," derdim, tıpkı karşımda oturuyormuşsunuz gibi. ya da siyah beyaz fotoğraf. arkanızda boğaz. ya da camları yağmurlu ev içlerinde bir "gelecek"i bekleyen.
*
tam burada geldi, "iki nokta üst üste"nin peşine bir "kapa parantez" ekleyerek tebessüm etti.
o tebessümden cesaret bularak, "ben bunu yazarım," dedim. "belki bunun bir öyküsünü sana doğum günü armağanı yaparım."
ama telefonlar vardı. kartpostallar, elektronik mektuplar... bir de emesen.
bir gün meşgul olmalı ki cevap vermesi gecikti. ben de "yazmaya başladım".
*
farkında değil misiniz, kitap almak için binlerce defa geldim yanınıza. içlerinden biri dikkatinizi çeker diye umarak, edebiyat klasiklerinden modern edebiyat örneklerine kadar bir yığın kitap aldım sizden. hatta kuramsal kitaplar ve sanat üzerine okumadığım tek bir metin kalmadı. bilim ve teknik dergisi'nin bütün ciltlerini hatmettim...
belki sizin de ilgilendiğiniz bir şeye denk gelirim, kayıtlara geçerken beni, başınızı kaldırıp bakarsınız ve ben 'bu öykü içinde ilk defa gözlerinizi görmüş olurum', gözlerinizin rengini bilmiş olurum, diye. ama bir kez olsun başınızı kaldırıp da bakmadınız, bir kez olsun görmediniz beni. bir defa olsun bakın istedim, bir defa tebessüm edeyim size. gözlerimin nasıl da görmeye muktedir olduğunu fark edin. ama siz bakmadınız.
öğle tatillerinde ise yanınızda arkadaşlarınız olurdu hep. sizi mahçup etmek endişesiyle yemekhanede karşınızdaki boş yerlere bile oturmadım. farkında olmadan bir hata yaparım, gençlere özgü ataklığım sizi mahçup eder diye.
ve en son bu geldi aklıma; sınıfın en çalışkan, sınıfın en çok kütüphaneye gelen kızı... ona yakın olursam kimsenin dikkatini çekmeden kütüphaneye, yani size de yakın olabilirdim.
ben de öyle yaptım. ama bu defa ya görür de onu sevdiğimi sanırsınız diye korktum. türlü bahanelerle uzak durdum. görme ihtimalinizin olmadığı yerlerde tuttum elini. hep sizmişsiniz gibi davrandım ona. yan yana film izlerken, kucağıma koyduğu sol elini sol elimle tutarken ve sağ elim saçlarıyla oynarken. bazan tırnak uçlarım çıplak koluna dokunurken. bir defasında gözlerine bakıp, "gözlerinin göğünde bulutlar saklı," demiştim yanlışlıkla. neyse ki, o bunu mecaz sandı, gözlerinin kuru yaprak rengine edilmiş bir iltifat tasavvur ederek.
bazan sizden yana bakardım. dalgınlığınıza dalmış buradan çok uzaklara gitmiş olurdunuz. "siyah beyaz bir filmden çıkıp gelmiş gibisiniz," derdim, tıpkı karşımda oturuyormuşsunuz gibi. ya da siyah beyaz fotoğraf. arkanızda boğaz. ya da camları yağmurlu ev içlerinde bir "gelecek"i bekleyen.
*
tam burada geldi, "iki nokta üst üste"nin peşine bir "kapa parantez" ekleyerek tebessüm etti.
o tebessümden cesaret bularak, "ben bunu yazarım," dedim. "belki bunun bir öyküsünü sana doğum günü armağanı yaparım."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder