arkadaşım. uzatmalı bir ilişkisi var. daha doğrusu vardı.
gidişatı değiştirmek için o bir şey yapmayınca kız yapmış. bir akşam aramış, buluşalım, demiş. konuşalım. her zaman gittikleri, bu ara çok moda olan bir mekanda buluşmuşlar. ve bu buluşmadan ayrılık çıkmış.
kız gitmiş. bizimki masada öylece kalmış. diyor ki, kız gitti, yüzünde hiçbir şey olmamış gibi bir ifade. oldukça rahat. ben oturmuş ağlıyorum.
ne de olsa kızı seviyor. hâlâ seviyor. hem de fena seviyor.
bir süre sonra o da kalkmış. mekandan çıkarken saate bakıyor, neredeyse sabah olmak üzere. cebindeki anahtarın varlığını bile isteye unutmuş, unutmasa bile ilk çöp tenekesine atarmış. taksiye de binmemiş. mutsuz bir adam olarak ağır adımlarla en yakın otobüs durağına yürümüş.
oturacak bir yer bulmuş. sırtını durağın camdan duvarına yaslamış, ayaklarını uzatmış, ellerini cebine sokup yakasını kaldırdığı ceketinin içine gömülmüş.
anlatmaya başladı: "salya sümük ağlıyorum oturduğum yerde. sanki göz yaşlarının sebep olduğu perde aralanmış gibi durakta bekleyen, otobüslere binen, yürüyen ya da vasıtalarla işlerine giden insanları gördüm. ne kadar güzeldiler. bu insanlar uyumuş, uyanmış, belki sevişmişlerdi. normal olarak şimdi de işe gidiyorlardı. ya ben? bir durakta oturmuş salya sümük ağlıyordum. ve herkes işe giderken ben ev gidecektim. kendimi dışlanmış ve zavallı hissetim."
sonra ben sazı elime aldım: "tıpkı kafka'nın dönüşüm'ü gibi. ya da değişim'i... bütün çözümlemeler, baba baskısı altın ezilen çocuk vesaire yanlış belki de. aslında kafka aşk acısı çektiği bir sabahı anlatıyordu. "gregor samsa"nın "bir sabah, sıkıntılı rüyalar gördüğü uykusundan uyandığında, kendini yatağında ürkütücü dev bir böceğe dönüşmüş buldu"ğu falan yoktu. sadece aşk acısı çekiyordu."
ne yalan söyleyeyim, bu tezim, o an ikimize de makul göründü. hâlâ da öyle...
gidişatı değiştirmek için o bir şey yapmayınca kız yapmış. bir akşam aramış, buluşalım, demiş. konuşalım. her zaman gittikleri, bu ara çok moda olan bir mekanda buluşmuşlar. ve bu buluşmadan ayrılık çıkmış.
kız gitmiş. bizimki masada öylece kalmış. diyor ki, kız gitti, yüzünde hiçbir şey olmamış gibi bir ifade. oldukça rahat. ben oturmuş ağlıyorum.
ne de olsa kızı seviyor. hâlâ seviyor. hem de fena seviyor.
bir süre sonra o da kalkmış. mekandan çıkarken saate bakıyor, neredeyse sabah olmak üzere. cebindeki anahtarın varlığını bile isteye unutmuş, unutmasa bile ilk çöp tenekesine atarmış. taksiye de binmemiş. mutsuz bir adam olarak ağır adımlarla en yakın otobüs durağına yürümüş.
oturacak bir yer bulmuş. sırtını durağın camdan duvarına yaslamış, ayaklarını uzatmış, ellerini cebine sokup yakasını kaldırdığı ceketinin içine gömülmüş.
anlatmaya başladı: "salya sümük ağlıyorum oturduğum yerde. sanki göz yaşlarının sebep olduğu perde aralanmış gibi durakta bekleyen, otobüslere binen, yürüyen ya da vasıtalarla işlerine giden insanları gördüm. ne kadar güzeldiler. bu insanlar uyumuş, uyanmış, belki sevişmişlerdi. normal olarak şimdi de işe gidiyorlardı. ya ben? bir durakta oturmuş salya sümük ağlıyordum. ve herkes işe giderken ben ev gidecektim. kendimi dışlanmış ve zavallı hissetim."
sonra ben sazı elime aldım: "tıpkı kafka'nın dönüşüm'ü gibi. ya da değişim'i... bütün çözümlemeler, baba baskısı altın ezilen çocuk vesaire yanlış belki de. aslında kafka aşk acısı çektiği bir sabahı anlatıyordu. "gregor samsa"nın "bir sabah, sıkıntılı rüyalar gördüğü uykusundan uyandığında, kendini yatağında ürkütücü dev bir böceğe dönüşmüş buldu"ğu falan yoktu. sadece aşk acısı çekiyordu."
ne yalan söyleyeyim, bu tezim, o an ikimize de makul göründü. hâlâ da öyle...
2 yorum:
hâlâ da öyle...
tıpkı o reklamın dediği gibi; rehavet biraderimle herhangi bir konuda aynı fikirde olmanın tadı: paha biçilemez...
Yorum Gönder