9 Nisan 2013 Salı

üçleme: "ben koşarken" şarkıları

gündüz uykuları ve kulaklıkla müzik dinlemek...

çocukluğumdan bu yana her ikisini de birbirine çok benzeyen sebeplerle sevmedim.

gündüz uyursam hayatı ıskalayacakmışım, en önemli şeyler tam o sırada olacakmış gibi gelirdi. hâlâ da öyle. kulaklıkla müzik dinlediğim zamanlarda da benzer duygular hissederim; yaprağın rüzgarla sevişmesi, kurumuş toprağa toz kaldırarak düşen yağmurun sesi, yaşlı bir kadının genç kızlığını hatırladığı anda işveyle gülüşünü bir daha bulamayacak şekilde yitirecekmişim gibi gelir bana.

ne de olsa uykudaki ya da kulaklığın arkasındaki büyük yalnızlıkta hayatın sesleri duyulmaz.

*

eğer us open ya da australian open maçları ya da başka bir şey yüzünden sabaha karşı yatmamışsam yılların verdiği bir alışkanlıkla erkenden uyanırım. öylesi zamanlarda ise belki biraz geç kalkarım ama uykum hiçbir zaman gündüz uykusuna evrilmez.

fakat hava şartları nedeniyle koşu bandında koşmak zorunda kalmak, manzaranın bazan duvar bazan ayda bir değişen reklam panosundan ibaret olması ve "çıkınıma doldurduğum hayallerimin tükenmesi"* yüzünden kulaklıkla müzik dinlemeye başladım ve koşarken bunu yapmak bir alışkanlığa dönüştü. böylece, hem canım sıkılmıyor hem de nefes alışverişimi duymuyorum.

*

genelde mepeüçe her notası "tempo" diyen şarkılar atsam da, neler dinlediğimi tahmin bile edemezsiniz. bazan liste yapmaktan sıkılıp bilgisayarda ne varsa attığım için söz gelimi rimsky korsakov'un şehrazat suitini dinleyerek koştuğum bile oldu. "tüm albümleri" yüzünden haftalarca 'aziz' tom waits dinleyerek koştuğum da... arada türküler de vardı: mesela, şekip şahadoğru, şikayet olmasın da.

woody allen harikası match point'in muhteşem soundtrackini koşarken dinlemek bile büyük bir zevkti. emre aydın'ın çok sevdiğim ilk albümünü yollarda dinleye dinleye tükettim: "yapma, dokunma/ kim dokunduysa sana ona git/ nerde unuttuysan beni orda kal."

anlayacağınız, koşarken ayna'dan kramp'a, ben harper'dan tori amos'a, beirut'tan madeleine peyroux'a, neşet ertaş'tan metallica'ya bir çok şarkıyı, şarkıcı ya da grubu dinledim. ama yaptığım tüm listelerin kesişimi yaklaşık yirmi kadar şarkı oldu.

bu üçleme, koşarken sürekli dinlediğim o yirmi kadar şarkının en iyi üçünü içeriyor. hiçbirinin sözlerini tam bilmiyorum. "belki de küfür ediyorlar"dır. ama hissettirdikleri iyi geliyor. hele de koşarken.

(bu üçlemede "sokak kızı" zaz, white rabbit, 'aziz' tom waits kavırı green grass umanlar varsa yazıyı burada terkedebilirler, çünkü sosyal medya akıntıları bu kıyıdan çok uzaklarda.)

bir - parov stelar, love (part I)... neden bilmem kirazdan küpe verip karşılığında bu şarkıyı almışım gibi hissederim. o günleri ve tanıdığım "en kötücül" kadını anarken nasıl hafiflediğimi tahmin edemezsiniz.

iki - kim wilde, you keep me hangin' on... saçlarına ve sarışınlığına rağmen döneminin en güzel kadını olabilir kim wilde. belki bu yüzden heyecan uyandırıp, gençlik vermesi.

üç - madonna, dance 2 night... böyle bir liste onsuz olmazdı. bana notaların üzerine basarak denizler aşıyormuşum gibi gelir. diğer yandan justin timberlake'e hak ettiği değeri verdiğimi düşünür rahatlarım. madonna mı? onun için ne desem, ne yapsam az.

ve o an. yani paha biçilemez olan. ('-an'lar tam kafiye)

sargant fury, eagle... bir abba şarkısı olan eagle'ın bu karanlık ve sert yorumuna, madonna'nın hung up'ı bir başka abba şarkısı gimme! gimme! gimme! üzerine inşa ettiğini anladığım günlerde internette keşfettim ve hemen edindim.

koşarken dinlemiyorum aslında. koşmaya başlamadan dinlemek daha etkili. kendimi eyes of the tiger ya da gonna fly now dinleyen rocky balboa gibi hissettiriyor. koşarken denk gelmişse kendimi olimpiyat yüz metre finalinin son metrelerini koşan usain bolt sanıyorum. o yüzden koşmaya başlamadan önce "bir ölçek" alıyor, olur da koşarken önüme çıkar diye 'shuffle'dan uzak duruyorum.


*: mevlüt ömer

2 yorum:

Candan dedi ki...

öğrenciyken, hafta sonları yurtta herkes uyurken usulca kalkar kampüsteki futbol sahasının etrafında koşardım. gözlerimi kapattğımda koşarken hissettiğim o özgürlük duygusunu, o canlılığı hala hissedebiliyorum. mepeüç çalarların henüz icat edilmediği ve bendeki volkmenle koşmanın imkansız olduğu zamanlardı. ama yazın, o güzelim kuş sesleri eşliğinde, kışları –ankara’nın o zalim ve yine de canım ayazında- bembeyaz karın sesleri yuttuğu sessizlikte koşardım. koşarken doğayla, evrenle nasıl da bütünleşirdim. kendimi hem küçücük, hem güçlü hissederdim. keşke sağlığm elverse de yine koşabilsem .
ne mutlu size. ömür boyu koşabileceğiniz sağlıkta, keyifte kalmanız temennisiyle…

verbumnonfacta dedi ki...

ankara ne güzelmiş eskiden. siz anlatırken bir defa daha farkettim.

şimdi de güzel gerçi.

sağlık ve keyif herkes için olsun.