23 Kasım 2011 Çarşamba

bir masada iki kişi: havuz

çayından son bir yudum aldı, masaya bıraktığı fincanı parmak uçlarıyla ortaya doğru itti. bir süre camdan dışarı, belki de apansız bastıran yağmurda ıslanmamak için koşuşan insanlara baktı. bakışlarını oradan alıp az önce masanın ortasına doğru ittiği fincana verirken konuşmaya başladı:

- neden ben?

- sen?..

- diyorum ki; neden beni seviyorsun, neden bana aşıksın, vesaire...

- çünkü ben.

- onu sormuyorum.

- yani, kelimelere muhtacım diyorsun. görmek yetmiyor da dokunmak, böylece varlığından emin olmak istiyorsun.

- bilmiyorum, ihtiyacım olan belki de budur.

- ama bunu yapmak, kocaman bir havuza atlayıp dibinden bir çakıltaşı çıkartmak gibi. ve bu eksik kalır. çünkü, bu havuzun bozkır sarısı bir iklimde olduğunu da söylemek gerekir. dahası taş bir konağın gölgesinde olduğunu. üzerinde yüzen sonsuz güzellikteki nilüfer çiçeğini.

*

gençlik ne tuhaf. oysa cevap vermeyip susabilsem, belki de, "bembeyaz kumsalın kenarında kendiliğinden büyümüş otlar" gibi bir cevap bulabilecektim.

Hiç yorum yok: