9 Mayıs 2011 Pazartesi

şehr-i istanbul'da erguvanlar

hiçbir zaman saklamadım; ilkbaharın yaza tutunduğu şu günlerde istanbul'da olanları, erguvanlar yüzünden delice kıskanırım.

sıfat ve ünvanları olmasa da, sadece levni üzerine yazdığı kitap* bile bize yeter gül irepoğlu, bu kıskançlığı çoğaltan muhteşem bir yazı yazmış. ve kendi aynasına düşen görüntülerin yanında, resimden edebiyata, dinler tarihinden gündelik hayata, bizanstan osmanlıya erguvanları anlatmış.

ben de bilmediklerimin altını çizdim, aynasına düşen görüntüleri ise -bizzat aşağıda görüleceği üzere- çaldım.

*

"her baharda boğaziçi sırtlarındaki koruların yavaş yavaş renk değiştirmesini gözlerim. boğaziçi köprüsü’nden avrupa yakası’na geçerken, köprünün hemen sağında kalan ali vafi korusu’ndaki ağaçların dalları kışın büründükleri o koyu kahverenginden sıyrılıp önce garip bir kızıllığa döner. öylesine belli belirsizdir ki bu başlangıçta, her yıl bunu yalnızca hayal ettiğimi sanarım önce, baharın bir an evvel gelmesini dilediğimden gözlerim beynimle bir olup beni yanıltıyor, derim kendime. birkaç gün sonraysa herşey apaçık ortadadır, erguvan dalları korudaki ağaçlar arasından gururla ayırırlar kendilerini. dalları gölgeli kızılımsı koyu pembeye bakar, tomurcuklar dalların bağrından çıkmaya başlamıştır ve onları hiçbir şey durduramayacaktır artık. tomurcuklar patladığında bir renk dalgası sarıverir koruyu. bence dünyanın en güzel rengi: ne tam mor ne tam pembe, adı üstünde: erguvanî."

"fenerbahçe parkı'ndaki erguvanları seyrederek içilecek bir bardak çay, beylerbeyi sarayı’nın bahçesinden karşı kıyıya doğru, boğaziçi’nin kaynaşan akıntılarının üzerinden kuruçeşme sırtlarındaki erguvan denizine bakarak içilecek bir fincan kahve, bebek kıyısından kandilli sırtlarını, mihrabad korusu’nu izleyerek içilecek bir kadeh şarap... veya sultanahmet’te mil taşının arkasında, halide edip adıvar’ın büstünün yanındaki muhteşem erguvanı seyretmek için sultanahmet’e gidildiğinde yürüyüşü ağır ağır sürdürerek mimar sinan eseri haseki hürrem sultan hamamı’nın ve ayasofya’nın yanından geçerken, topkapı sarayı’nın dış kapısından ve aya irini’nin önünden geçip bab-ı hümayun’a yönelirken, yahut emirgan korusu’nun dik yollarından tırmanırken, bir yudum suyun tadına vararak durup dinlenmek, evet, her adımda, her solukta erguvan..."

"istanbul’da mayıs ayı geldi mi, her yan mor tonlarıyla dalgalanır, morun pembeyle sevişmesinin sonucu oluşan erguvanların rengi, öteki morlarla karışır. morun maviyle bir darılıp bir barışmasının, barışınca da sımsıkı sarılışmasının sonucu açıklı koyulu leylakların heyecan veren kokularıyla uyumlu renkleri ve mor rüzgarların buluta değmesiyle oluşmuş olmasından mı ne, tekrar buluta karışmamak için yerinden koparılmaktan hoşlanmayan, evine bağlı, masum ve narin mor salkımlar... anadolu hisarı’na açılan küçüksu kıyısındaki kahvenin mor salkımlı çardağı altında bir kahvaltı etmek için sabırsızlanıyorum bugünlerde... mor gölgeleriyle yolların yamaçlarını bekleyen süsenler, özellikle anadolu yakası’ndan avrupa yakası’na giden fatih sultan mehmet köprüsü yolunda, çoğu zaman yoğun trafikte bir mor nefes aldıran."




*: levni: nakış-şiir-renk, kültür bakanlığı yayınları

2 yorum:

Pınar dedi ki...

Erguvanları seven birini ben de tanırdım.

http://www.birdeliningunlugu.com/index.php

zamanı geçmeden izlenmeli.

verbumnonfacta dedi ki...

orayı biliyorum. arada uğradığım bir yerdir. ama 'erguvan' yazıp ilk defa arama yaptım. gülümsedim.