baştan söyleyelim, puplic enemies bence michael mann’ ın en iyi filmi değil. hatta parmak hesabı yapınca elimin dışında kaldığı bile söylenebilir: collateral, heat, manhunter, the last of the mohikans, the insider...
michael mann’ ın filmlerine ve karakterlerine bakınca erkekler arasındaki dostluğu önemsediğini, filmlerinin de bu dostluğa bir çeşit güzelleme olduğunu hissederiz. kahramanları çizginin hangi tarafında olursa olsun centilmenliği elden bırakmayan, şovalye ruhlu karakterler olup, her zaman düelloda ilk önce rakibinin ateş etmesini bekleyen bir saygı hali içindedir. hal böyle olunca, seyirci iyi ve kötü arasındaki çizgiyi yitirip, bazan birinin bazan diğerinin yanında bulur kendini. bunda da haksız sayılamaz, çünkü onun kahramanları kendini diğerinin yerine koyup rakibine karşı öyle davranış geliştirir.
filmlerindeki kadınlar romanların üçüncü kişilerine benzese de asla silik karakterler değil, bir karar alıp bu kararın ardı sıra korkmadan yürüyen, bu durumun getirdiği acı ya da tatlı bütün sonuçlara razı, güçlü kadınlardır.
yine de michael mann’ın anlattığı erkeklerin hikayesidir. melankolinin hiçbir zaman eksik olmadığı hikayeler...
*
film otuzlu yıllarda, büyük bunalım zamanında geçiyor ve halk tarafından robin hood gibi görülen john dillinger ve arkadaşlarının, onları mümkünse ‘ölü’ yakalamak için çalışan güvenlik güçlerinin hikayesini anlatıyor.
bir de dillinger’ın sevgilisi billie frechette’yi.
özellikle dillinger ve billie’ nin tanıştığı günlere dikkat edin derim. ve insanda bir an önce bu soundtrack’e sahip olmalıyım duygusu uyandıran müzik seçimine.
her şey gibi filmde sona doğru yol alırken, biraz hava almak için sinemaya, clark gable’lı manhattan melodrama’yı izlemeye giden dillinger, ihanetin o kadar yakınında olduğunu bilmiyordu. o filmi izlemek için sinemada olduğunu haber alan ajanlar tarafından sinema çıkışında vurulan dillinger’in bir şey mırıldandığını farkeden charles winstead eğilip ne dediğini duymaya çalışır. ayağa kalktığında ne dediğini soran melvin purvis’ e duymadığını söyleyip bir sigara yakar.
o sırada birileri, gazeteciler daha iyi fotoğraf alsın diye meşalelerle etrafı aydınlatmaya başlamıştır bile.
o sahne bundan hemen sonra:
hapishane... görüşme odası... charles winstead bir başına oturmaktadır. biraz sonra billie girer içeri, öfkeli gözlerle adama bakar. ajan ayağa kalkarak billie’ nin karşısındaki sandalyeye oturmasını bekler. kendisi de otururken sorar:
-how you doing, billie? (cevap alamayınca devam eder) i' m special agent winstead.
(ardından gelen sessizlikte sigaralığını çıkartır, billie’ ye uzatır. o almayınca kendisi bir tane yakar. billie nihayet konuşur)
-if you' ve come here to ask me more damn questions; "where' s this one or that one?"
-i didn' t come here for you to tell me something. i came here to tell you something.
-they say, you' re the man who shot him.
-that' s right. one of them.
-so why are you coming here to see me? to see the damage you' ve done?
-no. i came here because he asked me to. when he went down, he said something. i put my ear next to his mouth, and what i think he said was this. he said, “tell billie for me, bye-bye, blackbird.”*
sonra winstead kalkar ve odadan çıkar. billie kalır geriye; kendini bırakmamak için çabalayan, dik durmaya çalışan billie. ama göz yaşları söz dinlemez.
hiçbir yerde dinlemez...
*serbest çeviri:
- nasılsın billie?...ben ajan winstead.
- yeniden o lanet soruları mı sormaya geldin? ‘bu nerede, o nerede?’
- buraya bana bir şey söyleyesin diye gelmedim. ben sana bir şey söylemeye geldim.
- onu vuran adamın sen olduğu söyleniyor.
- doğru. vuranlardan biriydim.
- beni niye görmeye geldin? açtığın yarayı görmek için mi?
- hayır. buraya geldim, çünkü o istedi. yerdeyken bir şey söyledi. kulağımı dudaklarına götürdüm ve sanırım şunu söyledi. dedi ki, "billie' ye benim için şunu söyle, elveda karakuş."
michael mann’ ın filmlerine ve karakterlerine bakınca erkekler arasındaki dostluğu önemsediğini, filmlerinin de bu dostluğa bir çeşit güzelleme olduğunu hissederiz. kahramanları çizginin hangi tarafında olursa olsun centilmenliği elden bırakmayan, şovalye ruhlu karakterler olup, her zaman düelloda ilk önce rakibinin ateş etmesini bekleyen bir saygı hali içindedir. hal böyle olunca, seyirci iyi ve kötü arasındaki çizgiyi yitirip, bazan birinin bazan diğerinin yanında bulur kendini. bunda da haksız sayılamaz, çünkü onun kahramanları kendini diğerinin yerine koyup rakibine karşı öyle davranış geliştirir.
filmlerindeki kadınlar romanların üçüncü kişilerine benzese de asla silik karakterler değil, bir karar alıp bu kararın ardı sıra korkmadan yürüyen, bu durumun getirdiği acı ya da tatlı bütün sonuçlara razı, güçlü kadınlardır.
yine de michael mann’ın anlattığı erkeklerin hikayesidir. melankolinin hiçbir zaman eksik olmadığı hikayeler...
*
film otuzlu yıllarda, büyük bunalım zamanında geçiyor ve halk tarafından robin hood gibi görülen john dillinger ve arkadaşlarının, onları mümkünse ‘ölü’ yakalamak için çalışan güvenlik güçlerinin hikayesini anlatıyor.
bir de dillinger’ın sevgilisi billie frechette’yi.
özellikle dillinger ve billie’ nin tanıştığı günlere dikkat edin derim. ve insanda bir an önce bu soundtrack’e sahip olmalıyım duygusu uyandıran müzik seçimine.
her şey gibi filmde sona doğru yol alırken, biraz hava almak için sinemaya, clark gable’lı manhattan melodrama’yı izlemeye giden dillinger, ihanetin o kadar yakınında olduğunu bilmiyordu. o filmi izlemek için sinemada olduğunu haber alan ajanlar tarafından sinema çıkışında vurulan dillinger’in bir şey mırıldandığını farkeden charles winstead eğilip ne dediğini duymaya çalışır. ayağa kalktığında ne dediğini soran melvin purvis’ e duymadığını söyleyip bir sigara yakar.
o sırada birileri, gazeteciler daha iyi fotoğraf alsın diye meşalelerle etrafı aydınlatmaya başlamıştır bile.
o sahne bundan hemen sonra:
hapishane... görüşme odası... charles winstead bir başına oturmaktadır. biraz sonra billie girer içeri, öfkeli gözlerle adama bakar. ajan ayağa kalkarak billie’ nin karşısındaki sandalyeye oturmasını bekler. kendisi de otururken sorar:
-how you doing, billie? (cevap alamayınca devam eder) i' m special agent winstead.
(ardından gelen sessizlikte sigaralığını çıkartır, billie’ ye uzatır. o almayınca kendisi bir tane yakar. billie nihayet konuşur)
-if you' ve come here to ask me more damn questions; "where' s this one or that one?"
-i didn' t come here for you to tell me something. i came here to tell you something.
-they say, you' re the man who shot him.
-that' s right. one of them.
-so why are you coming here to see me? to see the damage you' ve done?
-no. i came here because he asked me to. when he went down, he said something. i put my ear next to his mouth, and what i think he said was this. he said, “tell billie for me, bye-bye, blackbird.”*
sonra winstead kalkar ve odadan çıkar. billie kalır geriye; kendini bırakmamak için çabalayan, dik durmaya çalışan billie. ama göz yaşları söz dinlemez.
hiçbir yerde dinlemez...
*serbest çeviri:
- nasılsın billie?...ben ajan winstead.
- yeniden o lanet soruları mı sormaya geldin? ‘bu nerede, o nerede?’
- buraya bana bir şey söyleyesin diye gelmedim. ben sana bir şey söylemeye geldim.
- onu vuran adamın sen olduğu söyleniyor.
- doğru. vuranlardan biriydim.
- beni niye görmeye geldin? açtığın yarayı görmek için mi?
- hayır. buraya geldim, çünkü o istedi. yerdeyken bir şey söyledi. kulağımı dudaklarına götürdüm ve sanırım şunu söyledi. dedi ki, "billie' ye benim için şunu söyle, elveda karakuş."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder