31 Mart 2013 Pazar

kleist

"hedefi yoktur onun. bir şehre, bir ülkeye, bir amaca göz kırpmaz; yalnızca gerilmiş yaydan fırlar gider, kendinden uzaklaşır. kendinden kaçmak istemektedir, bir şeyleri kuvvetlice aşmak istemektedir. şehirleri (ona çok benzeyen lenau'ın 'ruh hastası' şiirinde dediği gibi) ateşli bir hastanın yastıkları gibi değiştirmiştir. her yerde serinleme arar, şifa umar: ama kaderin kovaladığı adamın ocağı tütmez, başını sokacak yeri yoktur."*


*: stefan zweig, dünya fikir mimarları-cilt I : kendileri ile savaşanlar - kleist

29 Mart 2013 Cuma

hatıralar*

geçen gün kaldığımız yerden devam edelim.

en son, mutfak tezgahına yaslanmış ısınan suyun makine içindeki devinimi dinlerken, o şarkıyı mırıldanıyorduk: "geçip giden, u uu, zamanları, u uu, bir yerlerde bulsam."

*mirkelam, hatıralar

27 Mart 2013 Çarşamba

kitaplığı düzenlemek

bavul hazırlamak ya da ilişkinin tam orası geldiğinde kaçmak değerlendirme dışı tutulursa elimin yavaş olduğu söylenebilir. soğan doğrarken, traş olurken, duşta, yazarken, sevişirken vesaire...

(çünkü, bavulu üç gün önceden hazırlayıp yolculuk günü geldiğinde hareket saatine kadar internette ünlülerin makyajsız haline bakarak vakit doldurmayı sevmiyorum. çünkü, eğer tam vaktinde kaçamazsam aşık olup yerle bir oluyorum ve önümde yaralarımı iyileştirmek ve unutmak için yeterli zaman olduğunu da düşünmüyorum. çünkü, "soğanları küp küp doğrayın," denmişse öyle doğranmalı, kim favorilerinin yamuk olmasını ve burnunun tam altında bir kaç tüy kalmasını ister ki, suyu seviyorum ve bunun bir çeşit kader olduğunu biliyorum, yazarken o kadar yavaşım ki, neredeyse dört ay önce ilk iki cümlesini yazarak başladığım, 'günden kalan' bu yazıyı ancak bitirebiliyorum, sevişirken ise... )

her neyse, ne diyordum? elimin yavaş olduğu söylenebilir...

ama bu yavaşlık "kitaplığı düzenlemek" söz konusu olduğunda en yiğit dağcıların, en kararlı seyyahların bile aşamayacağı bir zirveye dönüşüyor. öyle ki, kaplumbağayla yer değiştirip tavşanla yarışsam tavşana dahi geçilirim.

*

mesele kitapları konu, yazar, yayınevi ve hatta renklerine göre raflara dizmek değil. öyle olsa işim daha kolay olur, bu yazı da olmazdı.

elime aldığım her kitap şöyle bir incelenecek, zamanda uzun bir yolculuk yapılacak -hangi şehir, hangi mevsim, yol arkadaşları vb.-, eğer okunmamış bir kitapsa neden öyle kaldığı hatırlanacak ve okuma planında yer açılmaya çalışılacak, okunmuş bir kitapsa altı çizili satırlara göz atılacak ve o satırların neredeyse tamamı okunacak, telefonlar açılacak, -söz gelimi öykücü'ye, yazıp unuttuğu ama bende bir örneği nasılsa kalmış şiirlerini okumak ya da bir arkadaşa, "geçen gün konuştuğumuz kitap şu an elimde," demek için, ya da dost sesine dokunsun istediğim bir metin ya da şiir için telefonlar-, okunmuş olması şaşkınlık nedeni bir kaç kitap mutlaka çıkacak ve hatırlamak için bir kaç sayfası okunacak...

sonra mutfağa gidilip filtre denilen kağıdın kenarlarını kıvırıp katlarken, tepeleme üç kaşık kahveyi metal kutusundan alıp kahve makinesine aktarırken, ısınan suyun makine içindeki devinimi dinlerken, mutfak tezgahına yaslanırken o şarkı mırıldanılacak: "geçip giden, u uu, zamanları, u uu, bir yerlerde bulsam."

*

bu defa buna izin vermeyecektim. bu yüzden kahramanı amcası olan küçük bir adamı yardıma çağırdım. benim manyak olduğumu düşünmesin diye onun yanında kitaplarla muaşakayı kısa tutacak, hem sıkılmasın diye hem de vaktini almamak için elimi çabuk tutacaktım.

en sol en üst rafı herhangi bir sıkıntı çıkmadan hallettik. neredeyse ezbere bildiğim, neyin ne olduğunu en iyi bildiğim raf orası çünkü. sonra giderek hızım düşmeye, kahramanı amcası olan küçük adamımız elinde kitaplarla oflaya puflaya beni beklemeye başladı. bazen gidip de dönemediğim yerlerden onun beni çağıran sesiyle dönebildim. o olmasaydı yolumu bulmak için peşim sıra attığım mısır tanelerini kuşlar yer, dönüş yolunu bulamazdım.

geri kalan rafları düzenlemeyip sadece dizdik ve neredeyse dört ay oldu hâlâ düzenlemeye devam ediyorum.

*

şuradaki konfidenz* değil mi?


*: ariel dorfman, ayrıntı yayınları

25 Mart 2013 Pazartesi

günün sorusu: hayat

görünürdeki hayatın bir hayatın tamamı olmayabileceğini fark ettiğinizde hangi mevsimdi? ya da fark ettiniz mi?

23 Mart 2013 Cumartesi

çember

"sen ve yağmur.
başa dönemezsiniz.
öyle bir yol yürüdünüz ki ancak
dönüş yolunu yok ederek gelebilirdiniz
inişiniz iniş olurdu başa dönmemecesine.
yağmur yalnız yağarken yağmurdur
sen yalnız senken sensin
burada kalamazsın ve başa dönemezsin"*



*: ismet özel, of not being a jew

20 Mart 2013 Çarşamba

sensiz saadet neymiş*

bu şarkıyı ne vakit dinlesem, "günün sorusu" tadında merak ederim: "uzaktan sevmek"in güzelliği, denenmiş ama başarılamamış bir ilişkinin akibeti mi, yoksa tecrübesine güvenen birinin muhatabını ikna etmeye çalıştığı, daha hikaye başlamadan çizdiği bir güzergâh mıdır?

şarkıyı asıl sahibinden dinlemek ise bir başka güzellik.

*yaşar güvenir, sensiz saadet neymiş

18 Mart 2013 Pazartesi

kısa kısa - yedi

* herhangi bir yere bakmadan nietzsche veya lynyrd skynyrd yazabiliyorsanız sosyal medyadan doçentlik ünvanı alabilirsiniz. üzerine, yoknapatawpha (w. faulkner romanlarının geçtiği hayali güney amerika şehri) yazabilenlerin ise profesör unvanları garanti.

ben mi, ben "kral"ım...

* nasılsın, sorusuna m.ünsal eriş'ten esaslı bir cevap: "içime bir ad koyacak olsam leyla derim, öyle güzelim."

* "kimsenin kendilerine vaat etmediği topraklara doğru yola düştüler. ama denizi hiç bulamadılar. (g. g. marquez, yüzyıllık yalnızlık)"

* genellemeleri severim ama inanmam.

* "insan tabancasını unuttuğu vakit kurşunu bir çekiçle istediği yere çakabilir. böylece aynı sonuç elde edilir. (cavanna, karşı ansiklopedi)"

* "sende, ben, imkansızlığı seviyorum,/ fakat asla ümitsizliği değil... (n. hikmet)"


* osman sınav'ın uzun hikaye ile hem kendisi hem türk sineması için büyük bir fırsatı kaçırdığını düşünüyorum.

* eğer türk yapımı bir anna karenina söz konusu olsaydı, anna için ilk adayım farah zeynep abdullah olurdu.

* savaş ve barış'ta bir yandan napolyon (fransa) ile savaşıp, diğer yandan gündelik hayatta fransızca konuşan kahramanlarla, emperyalizm nefretini dillerinden düşürmedikleri halde türkçeye tercüme edilmiş bir kitabın ingilizcesini okuyan ya da aynı düzeyde türkçe sayfası mevcutken wikipedianın ısrarla ingilizce sayfalarını referans verenleri birbirine benzetiyorum. kolayca tahmin edeceğiniz üzere öylelerinden nefret ediyorum.

* bio ya da organik havuçlarla öyle olmayanların aynı tarlada yetiştiğine inanıyorum. sadece yamuk olanları bio ya da organik diye diğerlerini de öyle değil diye satıyorlar.

* neden bilmem, içinde "deneme" geçen başlıkları seviyorum. mesela, "resim sanatının ve şiirin sınırları konusunda bir deneme (g.e lessing, 1766)" ya da "gün ortasında apansız ellerin üzerine bir yorum denemesi"

* birsen tezer "ikinci cihan" albümünü çıkartıyor ve siz söylemiyorsunuz. üstelik tarih kitaplarına inanmam.

* bugünün çocukları hiçbir şeye bağlanmadan büyüyor. bireysel takılıp başka insanların onlar adına deneyimlediği hayatları yaşıyorlar. sonra da "gençlik özgürlük" oluyor.

* "fareler ve insanlar" aynı masada "bira" içecek, sonra da bunun adı edebiyat olacak... haklılar, edip cansever şiiri de sansürlenmeli.

* sonsuz mutluluk mahkûmun zincirlerine yenik düşmesinden başka bir şey değil.

* biz erkekler paçası ayak bileklerinin beş parmak üstünde duran pantolonları nasıl giymiyorsak kadınlar da yüksek bel pantolon giymesin. arz ederim.

* "hiçbir şey hayat kadar şaşırtıcı olamaz yazı hariç"ciler halt etmiş. mona roza reklam yıldızı olmuş.

* müslüm gürses vefat etti. mekanı cennet olsun. umarım yüksek sosyete, "alın ferhat göçerinizi verin müslüm gürses'i," çağrılarına artık olumlu yanıt verir.

* chevez de gitti. bu latin amerikalı derviş, kapitalizmi durduramasa da titretmişti. "halkımızı sindiren açlık, yoksulluk ve sömürgecilik zincirini kırmadan önce istirahate çekilmeyeceğiz. ya bu ülke özgür bir ülke olacak ya da onu özgürleştirmeye çabalarken öleceğiz," derdi. en azından sözünün, "çabalarken öleceğiz" kısmını tuttu. inandığı tanrılar hesap gününde bu sevabını unutmasın.

* hilmi yavuz, bir defa daha yılmaz erdoğan için demediğini bırakmamış. keşke bunun bir film olduğunu, üstelik o yıllarda yirmi beş yaşında olması gereken necatigil'in 'rol icabı' ellilerinde olduğunu hesaba katsaydı ve bu topa hiç girmeseydi.

* hayır, şarkıyıyı unutmadım. o şarkı.

16 Mart 2013 Cumartesi

şimdi sen gidiyorsun ya*

reveransını tamamladıktan sonra başını kaldırıp bana baktığında, yani bir kuş sürüsü parkın en büyük ağacından havalanıp başka bir ağaça konduğunda, "gitme," diyemedim.

derin bir nefes alıp, "n'olur allahım, bir defa da herkes bana benzesin," diyebildim ancak.

kuş sürüsü yeniden havalandı, o da, "lütfen hiç kimse sana benzemesin," dedi.

o gün bu gündür burada, bana hep rus romanlarındaki koruları hatırlatan bir parkın ortasındayım.



*: yılmaz erdoğan

15 Mart 2013 Cuma

bir adın vardı senin, tomris uyar'dı*

ona "ikinci yeninin gelini" dediler.

o ise, "ben de 'memleket hikayeleri'ne bir öykü, 'huzur'a bir huzursuzluk, 'aşk-ı memnu'ya engelsiz bir aşk katmak isterdim. eğer melale aşina bir okur nesli görebilseydim..."

işte o güzel kadın yetmiş iki yıl önce bugün doğmuştu.

doğum günü kutlu olsun.

biz onu sevenler, "güzelim" sümük çizgisinden öperiz.

*

aylar önce onun için yazılmış en güzel şiir aklıma düşmüş, paylaşmıştım. şimdi de doğum gününü bahane ederek ona yazılmış en güzel ikinci şiiri okuyalım:
"seni sonsuz biçiminde buldum o biçimi almıştın
sandviçlerle, kötü şehirle, terle başbaşa kalmıştın

yürüdü üstüne herkesin neonu, herkesin babaannesi
herkesin en eski olan kökü, en eski hanesi

yeşili bozup suya çevirdin, akşamı sonsuz uzattın
ne buldunsa o akşama uygun, ne buldunsa ona kattın

perdeler uzundu, rüzgar kısa, masalar üç bacaklı
masalar dört bacaklı, rüzgarlar uzun, perdeleri kısalttın

sen bir atmacanın en uzun çığlığısın her tür gökte
göğü büyüttün, otobüsleri aldın, şehirleri ufalttın

yıkılan bir kedi bir süre olarak doldurur sesini
seversin bir kanaryanın sesinden çok kendisini

denizi ve ormanı, açlığı ve başkaldırmayı ayırmadın
bırakılmış bir köşebaşının en güzel tanımıdır adın

seversin diye söylerim her şeyi, sana uygun olsun
çünkü her şeyin birbirine uygununu sen bulursun

gel ellerini ver en güzel ellerini öyle
ruhum, ateş yüreğim, kokum, birlikte öyle"**

*: edip cansever, yaş değiştirme törenine yetişen öyle bir şiir
**: turgut uyar, tomris uyar için bir şiir çalışması

13 Mart 2013 Çarşamba

dumankara

mazisinde 'bir ankara' yatanlar için levent cantek 'in kaleminden çizgi-roman.

daha doğrusu, "istanbullular olmasaydı ankaralı olmamı belki de hiç önemsemeyecektim," diyen levent cantek'in yazdığı yirmi bir ankara hikâyesini çizgileriyle yorumlayan on dokuz çizerin ortak "albüm"ü: dumankara-hayat bir yangındı...

çoğunluğu ankara'nın kenar mahallelerinde geçen ve kahramanları oralardan çıkma bu hikâyeler, bin dokuz yüz on altı yangınıyla başlayıp günümüze kadar geliyor.

murat menteş'in korkma ben varım romanında ersin karabulut'la beraber giriştiği ve bence eline yüzüne bulaştırdığı denemeyi akla getiren, geleneksel çizgi-roman anlatımının dışında edebiyata da göz kırpan bu albümde, çizerlerin her biri kendine özgü estetik anlayışlarıyla hikâyeleri yorumluyor ve okumanın hazzını çizgi romanlardan öğrenmiş, yaşı sorulduğunda, "yaşlanıyorum," cevabı veren adamların damağında hoş tatlar bırakıyor.

sonuç olarak, oldukça başarılı bir çalışma, çok iyi çizgi-roman. ya da çizgi-romanı trendy bulmayanlar için grafik-roman...

*

"isli sabahçı kahveleri, ekmekle soğan, nam için yaşayan hikâyelerin mahallesi. kaledibi, altındağ, eskitepe. kabadayı yevmiyesi. azap ceketi, hayal hançerleri, yıkıldı yıkılacak ahşap evler, teneke çatılar, güvercin taklaları, afyonun ve tütünün saati. şıngır mıngır sofralar, allah'ın inayetine şükran. yerdeki kel halılar, ahbapsız apartmanlar, siyahî gündüzler, şehirdeki tezek kokusu, eskiyip cızırdayan plaklar...

isyanım sana ankara. ışıklı ve gülümseyen cömert ali. kürdün gazeli, fidayda'sız duramayan angaralı. hüzün kalbimize çökmüş uzun bir cümle...biz bu kavgayı kaybettik!

dumankara, hayat bir yangındı albümü, ankara'yı yirmi bir hikâyeyle anlatıyor, yeraltının dumanını tüttürüyor, sokağın kirini konuşuyor. perdesi kısa gelmiş evi, kale arkasını, çıldırmasa görülmeyecek yoksulları, para kokan alemleri, 'lan sen ne alçaksın dünyayı ' dönderiyor..."



merkez üs: http://dumankara.com/

12 Mart 2013 Salı

tehlikeli şiirler: sekiz

bugün tehlikeli şiirler okuyalım leyla.
hilmi yavuz'dan 'söz ve zaman' mesela...

"bir dağın uzantısı olmak
sana yetmediği zaman
gör ki sıradağlar talanda...
sözlere bak, bağı çözük çiçekler
gibi ortada, dağılmış duruyor
nerdesin? hangisinde? solmakta mısın
                        doğrularda ve yalanda?                                      

işte hangi uçurum dillerinin
dip kuytularında olmak
beni sana göre daha sınırda kılar?
ve aramızdaki sınır
                  hangi kaybolmalarda                                      
tenhayla çizilmiştir?
her şeydir, savrulur, ama bir şey
direnir o hala bende kalanda

kayboldum akarsudan sözlerde
aktıkça yıpranan şiirlerde
ve en yabanıl olanda...
şimdi kim dindirecek erguvanları bende?
çünkü Söz'üm ben, Söz'üm,
               hem bulandım                                             
hem de arındım aynı zamanda"