24 Ocak 2021 Pazar

şövalye

bu akşam, akşam yemeğinin peşi sıra şehrin sokaklarında yürümek istedim. hayır, ağır ya da ölçüsü kaçırılmış bir öğün değil. sadece, istatiksel tahminler yanılmaz da meteorolojinin haber verdiği kar yağmaya karar verirse o karı şehrin dolunay taklidi yapan sokak lambalarının solgun ışığında seyredebilmek içindi.

/şehrin kim bilir kaç paraya malolmuş sokak lambalarını taklitçilikle suçlayınca, aklıma yeni duyduğum bir kitap geldi. robert a. heinlein diye biri yazmış. adı da, ay zalim bir sevgilidir. malesef benden bahsetmiyor. "zalim bir adam" olmaya dair umudumu da yıllar evvel rafa kaldırdım zaten. bu isim beni kaçınılmaz olarak atinalı simon'a götürdü. yani shakespeare'in "ay berbat bir hırsızdır/ solgun ışığını güneşten çalan" dediği yere. oradan da yirminci yüzyıl dünya edebiyatının zirvelerinden solgun ateş'e gittim. çünkü, nabokov kitabına adını buradan almıştır./

ben bunları düşünürken, bir süredir beni takip eden çift hızlanıp önüme geçti. sonra da yavaşlayıp sohbetlerine beni geçmeye karar verince bıraktıkları yerden devam ettiler. 

/milan kundera'nın kulakları çınlasın; hızla hareket ederken sadece düşünmek değil konuşmak da zor. neredeyse imkansız. başka bir deyişle "yavaşlık" şart... kundera'yı "bir ara ülkemizde ünlü olmuş sonra unutulmuş yazar" tanımlamasından kurtarmak da öyle. bu vesileyle marguerite duras da hatırlanır belki./

biraz ileride kaldırım daralınca erkek kızı sağına aldı ve kendisi yol tarafına geçti. sağ taraftan daha iyi görüntü veriyordur belki ama o ışıkta bunun önemli olduğunu sanmam. belki duyma sıkıntısı yaşayan sol kulağı yerine sağ kulağından yardım ummuştur ama bunu sadece javier marías tarzı bir yaklaşımla, her türden ihtimali dile getirmek için söyledim.

bence o davranışın tek bir sebebi vardı. erkek yoldan geçen vasıtalarla kızın arasına girmek için yapmıştı bunu. olası bir tehlike ile ilk muhatap olan kendisi olsun diye.

bunu anladığımda -belki de öyle hissettiğimde demeliyim- artık geçmişte kalmış birini hatırladım. 

/üst geçitlerin henüz bir gerdanlık gibi ankara caddelerini süslemediği zamanlardı o geçmiş.
sevgilisiyle omuzları birbirine dokuna dokuna yürümeyi severlerdi.  o yürüyüşler geçilmesi gereken nehirler gibi yolların kıyısına çıkardı elbette.
yaya geçidi ya da trafiğin seyreldiği yerlerden birinde, sevgilisiyle ne zaman karşıdan karşıya geçecek olsalar vasıtaların geldiği tarafa geçerdi. yolun ortasına gelince de diğer tarafına. 
sevgilisinin pabuçlarının bağı çözülse eğilip bağlamaktan utanmazdı.
mesela, çamur ve çukur dolu bir yolda asalet belirtisi flamalarıyla tekerlekleri çamura bata çıka yola alan perdeleri sıkı sıkıya örtülü atlı arabaya yol vermek için korku ve saygıyla duraklayan bir şövalye olsaydı, başını eğmeden önceki kısacık anda gördüğü pencere kenarını sıkıca tutmuş elin, daha doğrusu parmakların sahibi arabadan inmeye karar verdiğinde ayakkabıları kirlenmesin diye pelerinini çamura sererdi./


Hiç yorum yok: