bir yerlerde, "insanlarımız"ın jest, mimik ve günlük hayatta yaptıkları küçük vücut hareketlerinin sanki görülmez bir elin dokunuşuyla günden güne, bir daha geri dönüşü olmayacak şekilde değiştiğini ve yok olduğunu okumuştum.
anlatıcı suçu, batı'dan kutu kutu getirilen ve sinemalarda saatlerce, tekrar tekrar oynatılan "lanet olası" filmlere atıyordu. ona göre, "insanlarımız" bu filmleri seyrettikçe, farkında olmadan bizim coğrafyaya ait, ortak kültürümüzün büyüttüğü ve kısaca vücut dili diyebileceğimiz hareketleri bir kenara bırakıp, başka coğrafyalara ait bir vücut dilini benimsemeye ve taklit etmeye başlamıştı.
sizi bilmem ama bunu okuduğum an benim aklıma, karşı karşıya geldiklerinde tokalaşmak ya da kucaklaşmak yerine (yüz yıl önce bu coğrafyada insanlar tokalaşıyor ya da kucaklaşıyor muydu bundan da emin değilim) avuç içlerini birbirine vurup, bilek güreşi yapmaya hazırlanan hasımlar gibi selamlaşanlar geldi.
bana hiç de mantıksız gelmeyen bu duruma, bir de "seni seviyorum"la katkıda bulunmak isterim. çünkü, 'sevmek'in aşka, 'sevişmek'in karşılıklı aşka denk düştüğü bir lisandan ebeveynlerine, arkadaşlarına, kuzenlerine 'seni seviyorum'lar dağıtan bireylere dönüşmüş durumdayız.
buna sebep olan da, ucuz hollywood filmlerinin hasta yatağındaki arkadaşına, vedalaştığı kuzenine, yıllar sonra telefonla konuştuğu sınıf arkadaşına, menajerine, büyük babasına ya da büyük annesine, omuz omuza çarpıştığı asker arkadaşına -biraz da- "çeviride kaybolmak" etkisiyle "seni seviyorum" diyen kahramanlarından başkası değil.
üstelik bahsi geçen ifadeyi bu denli hoyrat kullanmakla kıymetini azalttığımızı görmüyoruz bile. en kötüsü de "seni seviyorum" demenin her şeye yettiğini sanıyoruz artık.
oysa biz, insan öyle davranışlar içinde olmalı ki söze gerek kalmamalı, diyen bir kültürden geliyoruz. davranışlarımız bambaşka şeyler söylerken, "her şeyden bağımsız, seni çok seviyorum" demenin hiçbir anlamı olmuyor.
anlatıcı suçu, batı'dan kutu kutu getirilen ve sinemalarda saatlerce, tekrar tekrar oynatılan "lanet olası" filmlere atıyordu. ona göre, "insanlarımız" bu filmleri seyrettikçe, farkında olmadan bizim coğrafyaya ait, ortak kültürümüzün büyüttüğü ve kısaca vücut dili diyebileceğimiz hareketleri bir kenara bırakıp, başka coğrafyalara ait bir vücut dilini benimsemeye ve taklit etmeye başlamıştı.
sizi bilmem ama bunu okuduğum an benim aklıma, karşı karşıya geldiklerinde tokalaşmak ya da kucaklaşmak yerine (yüz yıl önce bu coğrafyada insanlar tokalaşıyor ya da kucaklaşıyor muydu bundan da emin değilim) avuç içlerini birbirine vurup, bilek güreşi yapmaya hazırlanan hasımlar gibi selamlaşanlar geldi.
bana hiç de mantıksız gelmeyen bu duruma, bir de "seni seviyorum"la katkıda bulunmak isterim. çünkü, 'sevmek'in aşka, 'sevişmek'in karşılıklı aşka denk düştüğü bir lisandan ebeveynlerine, arkadaşlarına, kuzenlerine 'seni seviyorum'lar dağıtan bireylere dönüşmüş durumdayız.
buna sebep olan da, ucuz hollywood filmlerinin hasta yatağındaki arkadaşına, vedalaştığı kuzenine, yıllar sonra telefonla konuştuğu sınıf arkadaşına, menajerine, büyük babasına ya da büyük annesine, omuz omuza çarpıştığı asker arkadaşına -biraz da- "çeviride kaybolmak" etkisiyle "seni seviyorum" diyen kahramanlarından başkası değil.
üstelik bahsi geçen ifadeyi bu denli hoyrat kullanmakla kıymetini azalttığımızı görmüyoruz bile. en kötüsü de "seni seviyorum" demenin her şeye yettiğini sanıyoruz artık.
oysa biz, insan öyle davranışlar içinde olmalı ki söze gerek kalmamalı, diyen bir kültürden geliyoruz. davranışlarımız bambaşka şeyler söylerken, "her şeyden bağımsız, seni çok seviyorum" demenin hiçbir anlamı olmuyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder