4 Ekim 2017 Çarşamba

üçüncü romandan hemen önce

bu sene çok kitap okudum. tıpkı şarkının dediği gibi: yokluğunda...

şimdiye kadar okuduğum kitaplar içinde en iyi roman bullet park. aynı zamanda okuduğum ilk john cheever romanı. bir çeşit tavsiye üzerine okudum ve "sadece cheever külliyatı değil, bildiğim tüm romanlar içinde başlı başına bir sınıf oluşturan bir eser" diyen joseph heller'a katılıyorum.

nasıl bu senenin romanı bullet park ise yazarı da javier marías. onu da ilk defa bu yıl okudum. üstelik ard arda iki kitap. üçüncü kitap ise masada bu yazının bitmesini bekliyor.

anlatacağım.

beyaz kalp'i konusundan etkilenerek okumaya karar vermiştim. yazarın yapı kredi yayınları'nın internet sayfasında yer alan alçak gönüllü biyografisini okuyunca da kararım kesinlik kazandı. özellikle "bin dokuz yüz seksen altıdan itibaren yazdığı romanların kahramanların hepsi çevirmenlerdir. bunda bizzat çevirmen olarak yaşadıklarından esinlenmiştir." cümlelerini okuduğumda. çünkü bu tarz oyunlara zaafım var.

ben olsaydım roman kahramanlarım deniz feneri bekçisi olmazdı belki ama bazı karakterler diğer romanlarda bir anlığına da olsa görünür sonra kaybolurdu. rüzgarın önü sıra kaçarken bir an için güneşi örten bulut gibi mesela. ya da su içmeye eğilmiş bir karacanın su dalgalanmadan önce suda yansıyan gözleri gibi.

dediğim gibi beyaz kalp ve karasevdalılar'ı ard arda okudum. 'suç ve ceza'vari yanları da olan bu iki kitabı, insan ruhunun sınırlarında dolaşmayı, ondan beslenircesine bir edebi yapıtı merkezine alan romanları seven herkese tavsiye ederim.

üçüncü kitabı, yani yarın savaşta beni düşün'ü keyifle okuyacağımı adım gibi biliyorum. sadece ilk iki kitapta olan bazı ortak şeylerin üçüncü kitapta olmamasından korkuyorum. gerçi olmasından daha çok korkuyorum. çünkü, benzerlik sadece başkahramanların çevirmen olması değil.

her iki romanda da cinayet var. aşk cinayeti. birileri aşık olduğu kadına ulaşsın diye işlenen cinayetler. ama bunun için kimse ceza almıyor. neredeyse kusursuzlar. sırlar anlatıcının kapı ardından bazı konuşmaları dinlemesiyle ortaya çıkıyor. her ikisinde de anlatıcı uykudan yeni uyanmış ve yatak odasında. salonda konuşulanları aralık bir kapıdan dinliyor. macbeth'e çokça gönderme var. elden düşmeyen, alıntı ya da göndermelerle olan biteni anlaşılır kılan bir kitap var. ve en az bir karakter ünlü bir sinema oyuncusuna çok benziyor.

biliyorum, bir şey bir defa oldu diye ikinci defa olması gerekmez. yine de umuyorum.

Hiç yorum yok: