22 Eylül 2017 Cuma

eş, dost ve akrabalardan kitaplar

edebiyatın bahçelerinde yürümekten aldığı keyfi de eserlerini bu yürüyüşlere borçlu olduğunu da saklamayan enrique vila-matas, montano hastalığı'nda da o güzergâha sıkça sapıyor. bunlardan biri de bioy casares'in bahçesinden: kimi arkadaşlarınız âdeta edebiyattan soğuyasınız diye size kitaplarını gönderir.

sanat ve sanatçılarla iç içe yaşadığım söylenemez. yine de sanatın herhangi bir dalına bulaşmış dost ve arkadaşlarım var. elbette bunlar içinde yazarlar da var. bu alıntıyı okuyunca ne kadar şanslı olduğumu, sadece bana hediye dost kitaplarından değil dost çevirilerinden bile müthiş bir keyif aldığımı hatırladım.

ve bir şey daha. kitaplığa yürüdüm. "söyleyecek bir şey yok. sadece okumanızı istedim." ithafıyla başlayan bir kitabı yerinden aldım.

şimdi geçmiş denilen yarı karanlığı yokluyorum. mutfakta. pencerenin önünde.

*

tekelleşmiş sermayenin kafe ve pastanelere yeni yeni el attığı, olası zincirlere ilk halkaların inşa edildiği dönemdi. ama biz sakal'a giderdik. üstelik sakinliği, sıcaklığı, rahatlığı dışında bir sebep daha vardı: tarçınlı kek... filtre kahve öncesi dönemdi ve çayla beraber muhteşemdi.

bazan liseli öğrenciler de gelirdi. dersane çıkışında üniversite hazırlık öğrencileri de. sohbet edenler, öpüşüp koklaşanlar, ders çalışanlar hepsi bir arada. bazan aynı masayı paylaştıklarım da olurdu. kendimi tutamaz, "ikiz kenar üçgenle ilgili sorularda ilk olarak aklınıza tabana indirilen dikmenin aynı zamanda hem kenarortay hem açıortay olduğu gelsin" ya da "ikinin karesi çarpı üçün dördüncü kuvveti" diye cevap verirdim, arkadaşına "üç yüz yirmi dördü çarpanlarına ayırsana" diyen birine. anında verilmiş bu cevap yüzünden benden yana bakanlara da, "üniversite numaramın son üç rakamı," derdim beni manyak sanmasınlar diye.

bir gün bir kız geldi. adını söyledi ama şimdi aklıma gelmiyor. "sürekli bir şeyler okuyorsunuz," dedi.
"konuştuklarınıza bakılırsa şiir de seviyorsunuz. benim amcam şair. size onun şiir kitabını armağan etmek istiyorum."

"elbette," dedim. "çok sevinirim." ama aklımdan geçen kelimesi kelimesine şuydu: "nereden çıktı şimdi bu? kesin hayatı boyunca, neden kitap yazmıyorsun, sorusuna muhatap olmuş, emekli olunca da ilk fırsatta şiir kitabı çıkartmıştır. kız bir süre sonra gelip soracak. beğendim desen bir türlü beğenmedim desen bir türlü."

'kelimesi kelimesine' eminim. çünkü, başta iki gün sonra o kız olmak üzere bu anıyı defalarca anlattım.

iki gün sonra geldi. kitapları yana sarkıttığı elinde taşıyordu. şiir kitabı da en üstte, görünür vaziyette. yerimden fırladım. ne düşünür, ne anlar umursamadan kolundan tutup dışarı çıkarttım onu. "amcan," dedim, "amcan ilhami çiçek mi senin?"

sonrası malûm. 'kelimesi kelimesine' emin olduğum o cümleler. satranç dersleri'nin beni ben yapan etkisi, "müntehir çiçek" ilhami'nin türk edebiyatının göğünde bir süre görünüp kaybolan en parlak yıldız olduğu, bu kitabın bende zaten var olduğu. edebiyat dergisi yayınları'ndan çıkan baskısını bulamadığım için bu kitapla avunduğum falan...

*

sonra buldum ilk baskıyı. olgunlar'daki kitapçılardan birindeydi. hem de iki tane. bir bana diğeri yakari'ye. onu kitaplığa koydum da "söyleyecek bir şey yok. sadece okumanızı istedim." ithafıyla başlayan göğekin'i askerde bile yanımdan ayırmadım.

Hiç yorum yok: