tarihin, tarihten aldığı cesaretle erkek tayfasının kadına reva gördükleri ve yaptığı haksızlıklar bugün sır değil. mesela bizler, bahçeyi, avluyu değilse de bahçe kapısından öteyi kadına yasak etmiş bir neslin torunlarıyız.
ama zaman değişiyor, kadınlar gasbedilmiş alanları birer birer geri alıyor. her zaman değil ama çoğu zaman bunun bir çeşit fetih olduğunu söylemek mümkün. hayatın içine sokulup tenhalarda, kırlarda dolaşmak yerine artık şehrin, şehrin insanlarının üstüne üstüne yürüyebiliyorlar.
olmaları gereken, olabilecekleri her yerdeler. sanat, siyaset, çalışma hayatı... bütün bunlar olup biterken, normal olarak ne çok çerçeveye sıkıştırılmış olduklarını da fark ediyorlar. ve o çerçeveleri donanım, kişilik özellikleri, güçleri ölçüsünde param parça ediyorlar.
elbette itirazım yok. ama itiraz edeceğim yere adım adım geliyorum.
bir süre sonra, 'çekiç olana her şey çivi görünür' misali her şeyi kendilerini sınırlayan ve kırılması gereken bir çerçeve olarak görmeye başlıyorlar. 'altmış sekiz ruhu' dediğimiz baby boom kuşağının özgürlük arayışında düştüğü hatanın aynısı: sıkıştırıldıkları dar çerçeveye isyan ederken kantarın topuzunu kaçırmak. üst üste gelen iki dünya savaşının sebep olduğu karamsarlığı kabul ediyorum elbette. tenin güzelliğini, isyanın şiirselliğini, özgürlüğün kanatlarını... yine de onları karşıma alıp, "neyin fazlası zararlı değil ki özgürlüğün de olmasın?" demek isterdim.
benim kadınlara itirazım da bu noktada başlıyor. mahallenin akl-ı selim abileri, amcaları kahveden vakitlice çıkıp geç olmadan evine dönerken gecenin bir yarısı sokağın başında taksiden inip eve yürümenize elbette karşı olurum. kadının sokakta sigara içmesini sevmiyorsam, bu kadın içtiği için değil. bizzat sigaraya karşı olduğum için. bilim adamı denilince aklıma sakallı, bıyıklı erkekler gelmiyor ki benim. beyaz önlüğünü giymiş, mikroskoba eğilmiş insanlar geliyor. hele onlardan biri var ki, çok güzel.
sonra annelik geliyor aklıma... bu konuda babadan -ya da bir başkasından- her türlü yardımı istemeye elbette hakları var. çünkü emzirmek dışında erkek de -ya da bir başkası- bebekle ilgili her durumun üstesinden gelebilir. ama kadınların anneliği tarihin ve tarihten cesaret bulan erkeklerin üstlerine yıktığı bir angarya olarak görmesini ayıp sayıyorum.
ister tanrıyla açıklayın ister doğayla annelik kadın işi. ve kadında bir şey var ki, biz erkeklerin alayı bir araya gelse bir parçasını bile bebeğe veremeyiz.
ama zaman değişiyor, kadınlar gasbedilmiş alanları birer birer geri alıyor. her zaman değil ama çoğu zaman bunun bir çeşit fetih olduğunu söylemek mümkün. hayatın içine sokulup tenhalarda, kırlarda dolaşmak yerine artık şehrin, şehrin insanlarının üstüne üstüne yürüyebiliyorlar.
olmaları gereken, olabilecekleri her yerdeler. sanat, siyaset, çalışma hayatı... bütün bunlar olup biterken, normal olarak ne çok çerçeveye sıkıştırılmış olduklarını da fark ediyorlar. ve o çerçeveleri donanım, kişilik özellikleri, güçleri ölçüsünde param parça ediyorlar.
elbette itirazım yok. ama itiraz edeceğim yere adım adım geliyorum.
bir süre sonra, 'çekiç olana her şey çivi görünür' misali her şeyi kendilerini sınırlayan ve kırılması gereken bir çerçeve olarak görmeye başlıyorlar. 'altmış sekiz ruhu' dediğimiz baby boom kuşağının özgürlük arayışında düştüğü hatanın aynısı: sıkıştırıldıkları dar çerçeveye isyan ederken kantarın topuzunu kaçırmak. üst üste gelen iki dünya savaşının sebep olduğu karamsarlığı kabul ediyorum elbette. tenin güzelliğini, isyanın şiirselliğini, özgürlüğün kanatlarını... yine de onları karşıma alıp, "neyin fazlası zararlı değil ki özgürlüğün de olmasın?" demek isterdim.
benim kadınlara itirazım da bu noktada başlıyor. mahallenin akl-ı selim abileri, amcaları kahveden vakitlice çıkıp geç olmadan evine dönerken gecenin bir yarısı sokağın başında taksiden inip eve yürümenize elbette karşı olurum. kadının sokakta sigara içmesini sevmiyorsam, bu kadın içtiği için değil. bizzat sigaraya karşı olduğum için. bilim adamı denilince aklıma sakallı, bıyıklı erkekler gelmiyor ki benim. beyaz önlüğünü giymiş, mikroskoba eğilmiş insanlar geliyor. hele onlardan biri var ki, çok güzel.
sonra annelik geliyor aklıma... bu konuda babadan -ya da bir başkasından- her türlü yardımı istemeye elbette hakları var. çünkü emzirmek dışında erkek de -ya da bir başkası- bebekle ilgili her durumun üstesinden gelebilir. ama kadınların anneliği tarihin ve tarihten cesaret bulan erkeklerin üstlerine yıktığı bir angarya olarak görmesini ayıp sayıyorum.
ister tanrıyla açıklayın ister doğayla annelik kadın işi. ve kadında bir şey var ki, biz erkeklerin alayı bir araya gelse bir parçasını bile bebeğe veremeyiz.
5 yorum:
Hatta kadın çalışmamalı da çok gerekmiyorsa. çoğu insan abartılı buluyor geldiğim bu noktayı.ama sonuna kadar savunurum.
kavramlar tepemizde demoklesin kılıcı gibi sallanırken bir erkek olarak bazı cümleleri kurmak o kadar zor ki.
evet, kadının çalışmaması gerektiğine ben de katılıyorum. "kadının çalışma hayatında ne işi var? otursun evinde. çocuk baksın, yemek yapsın, evi temizlesin, günden güne koşsun" diye düşündüğümden değil. ne kadar eşit görev paylaşımı yapılırsa yapılsın evde daha çok sorumluluk aldığı için mesai ile birleştiğinde kadınların daha çok yorulduğuna inandığım için.
biliyorum, sadece ülkemizde değil dünyanın her yerinde ister alt sınıf olun ister orta sınıf standardınızı korumak ancak kadın ve erkeğin birlikte çalışması ile mümkün. yani standartlarımızı korumalıyız diyen çiftlerin ikisi de çalışmak zorunda. yine de çocukları okula başlayana kadar kadının çalışmaması olabilir sanki.
o yüzden bütün kadın katılımcılara zengin adamlara aşık olmalarını tavsiye ediyorum. ya da iyi kazanan, "ben kazanıyorum sen harcıyorsun" diyen davarlardan olmayan bir erkekle evlenmelerini.
kadınlar için de zor o bazı cümleleri kurmak. :)
evet daha çok yorulmak,sinirlerin yıpranması,hiçbir şeyi sindirerek yapamamak,hep bir şeyleri yetiştirme çabası,sürekli telaş,huzursuzluk.getirdikleri mi götürdükleri mi ? tabii işin içine çocuk/lar kısmı girince,çocuklar büyüdükçe
zorunluluklar artıyordur.o kısmı hayatım dahlinde olmadığı için bilmiyorum.elbette zordur.ama eskiden nasıl başarılıyorsa illaki vardır bir çözümü.
herkese göre değişir mutlaka ama
kimseye muhtaç etmeyecek kadar kazanması
yeterli erkeğin.tabii burada mühim olan
o standartlar konusunda,para harcama alışkanlıklarında,aslında hayattan ne anladığın ve nasıl yaşamak istediğin konusunda müştereklerin olduğu bir insana aşık olmak.ha aşk bunu bize sorar mı aşk mı yoksa sevgi mi onlar da başka postun konusu.
ben de tüm katılımcı er kişilere öyle her şeye tamah etmeyen ,duru ,dürüst ,adam gibi seven kadınları sevmelerini tavsiye ediyorum .
öyle adamlar varsa kadınlara da tavsiye edilesi aslında.:)
"kadınlık annenin, babalık da erkeğin işi. Ve bir erkek nasıl anneliği veremezse bir kadında babalığı veremez. Yani, bir garip denge bu doğa. Annelik de babalık da elzem bir bebek için. Sanırım bu nedenle tek başına üremek mümkün değil.
normal şartlar altında doğru. ama ben ebeveyn olmasına izin verilmemesi gereken insanların varlığına inanıyorum. ki bu o insanlar kötü olduğu için değil.
Yorum Gönder