25 Ocak 2016 Pazartesi

bir aşk hikâyesi

selçuk'a,
çünkü bu hikâyeyi ona anlattığımda,
"bunu yazarsan haberim olsun," demişti...

bu hikâyeyi, dağlardan koşarak geldiği yolu denize yaklaştıkça bir sağa bir sola savrularak tamam eden kadim bir nehirden dinledim.

ki ben, nehirleri de nehir kelimesinin fonetiğini de çok severim. bir nehrin denize kavuştuğu yerleri ise hepsinden çok. orada durmuş ufku seyrederken nehrin hikâyesini dinlemek diye bir şey vardır ki tarif edilemez.

*

üzerinden yıllar geçti. unutmuş, hatırladım sanarak aradaki boşlukları kendimce doldurmuş olabilirim. ama uydurmuyorum.

takvimler gelip, güneşin gökyüzüne asılı olduğu saatlerde sıcak ama akşam olup renkler güneşin peşi sıra yola koyulduğunda serinleyen günlere dayanmıştı. yaz boyu kumsalda gördüğüm esmer kadın kocaman gözleriyle akşam üstlerinde yine kumsala iniyor ama üzerinde siyah boğazlı bir kazak oluyordu artık.

o gün havada bir şey vardı. açılmaz sandığım kapılar açılacak, eğer duymayı başarabilirsem nehir anlatacak gibiydi.

sanki sağ elini yumruk yapıp dudaklarına yaklaştırmış, peşi sıra iki kez hafifçe öksürmüştü.

*

geride, arkamda bıraktığım onca şey arasında en küçük rüzgarda bile sallanan bir asma köprü var. telaşsız, huzurla aktığım bir coğrafyada üzerimden gelir geçer. ömrünü tamam etmiş bir nehir olarak anladım ki, insanların hayat dediği şey, bir asma köprü hikâyesidir. her şey o köprünün üzerindedir. aşk da...

insanlar o köprünün başına geldiğinde ilk önce diğer uca, sonra köprüye bakar. eğer yolu üzerinde birini görmüşse, o yolu nasıl olsa bir çaresi bulunur diyerek kayıtsızlıkla ya da cesaretle yürüdüğü de olur yürümekten vazgeçtiği de.

yollarını yürüyüp de karşı karşıya geldiklerinde fark ederler ki köprüden yan yana geçmek mümkün değil. muhatabının üzerinden atlayıp geçebilmek de. bir süre şaşkınlık olur yüzlerinde. zihinlerde ise geriye dönsem mi sorusu.

aynı anda aynı şeyi düşünürler. asla ve asla biri önce diğeri sonra değil. aynı anda. birbirlerine sarılacak ve parmak uçları üzerinde dönecek ve yer değiştireceklerdir. ama sımsıkı sarılmak gerekir.

ve yaparlar bunu. bazıları hoşuna gittiği, bazıları da çıkış yolunu bulmanın rahatlığıyla bir kaç defa daha devam eder sarmaş dolaş dönmeye. artık kalp zamanı eşitlenmiş, sıcaklık ve koku birbirine karışmış, ruhlar kadim zamanda görülmüş bir rüyayı hatırlamıştır.

işte aşk dediğimiz şey budur.

zaman zaman geriye dönüp bakılsa da peşi sıra herkes yoluna gider. sıcaklık hatırlanır, kokular bir yerlerden çıkıp insanın karşısına dikilir, zamanda bir kırılma yaşanır, "insan unutacağı bir rüyayı neden görür," diye sorulur.

ya da "gördüğü bir rüyayı neden unutur?"

Hiç yorum yok: