kanepede oturmuş hayvanlar alemini konuşuyoruz.
daha doğrusu, kucağına koyduğu kitaptan yememek için kendimi zor tuttuğum minicik parmaklarıyla bana gösterdiği hayvanları anlatıyorum ona.
bu aslan, ormanların kralı, erkek aslanların upuzun saçları olur ama biz ona saç değil yele deriz... zebra, tıpkı pijama giymiş atlara benziyor değil mi, pijamalı at... o kuşun adı papağan, baksana, kaç tane rengi var... fil, karada yaşayan en büyük hayvan, bu odaya bile sığmaz, o kuyruğu değil burnu... zürafalar, çok uzun boyludur, neredeyse balkona kadar....
tam, "biliyor musun, zürafalar yırtıcı bir hayvan boynundan ısırsa bile çığlık atmaz. bu haliyle toplum ve sosyal kurallarla ölesiye kuşatıldığını bildiği halde bir çeşit "uzlaşma"yla sessiz sedasız kayboluşa doğru yol alan bireye benzer. bu benzerliği fark eden elia kazan bunu, uzlaşma adlı yarı oto-biyografik kitabında ve bu kitaptan uyarladığı aynı adlı filmde kullanır. yaşadığı travmanın ardından eşi ve dostları başarılı reklamcı eddie'yi işe ve normal hayata dönmesi için ikna etmeye çalışırken o televizyonda zürafalarla ilgili bir belgesel izliyordur," diyecekken sustum. iyi ki sustum.
yeni bir cümleye hazırlanırken, yani yeni baştan her şey, sessizliği merak eden annesi odaya girdi. ve soran gözlerle bize baktı. gülümsedim ve "önemli bir şey yok," dedim.
"sadece, ikisi de bir satranç dehası olan emilio santos ve helmuth dukcadam arasındaki bin dokuz yüz yirmi sekiz yılında oynanan eşsiz finalin dokuzuncu oyununu etüt ediyoruz."
yüzündeki ifadeyi ve kocaman gözlerinin nasıl da "bu kadar" olduğunu görmeliydiniz. fazla uzatmadan, emilio santos'u ihsan oktay anar harikası amat'tan çaldığımı, helmuth dukcadam'ın da normal süresi ve uzatmaları sıfır-sıfır biten bin dokuz yüz seksen altı şampiyonlar ligi finalinde penaltı atışlarında dört penaltı kurtararak kupayı steau bükreş'e kazandıran kaleci olduğunu söyledim de oğlunu kucağına alıp benden uzağa götürmeye kalkmadı.
daha doğrusu, kucağına koyduğu kitaptan yememek için kendimi zor tuttuğum minicik parmaklarıyla bana gösterdiği hayvanları anlatıyorum ona.
bu aslan, ormanların kralı, erkek aslanların upuzun saçları olur ama biz ona saç değil yele deriz... zebra, tıpkı pijama giymiş atlara benziyor değil mi, pijamalı at... o kuşun adı papağan, baksana, kaç tane rengi var... fil, karada yaşayan en büyük hayvan, bu odaya bile sığmaz, o kuyruğu değil burnu... zürafalar, çok uzun boyludur, neredeyse balkona kadar....
tam, "biliyor musun, zürafalar yırtıcı bir hayvan boynundan ısırsa bile çığlık atmaz. bu haliyle toplum ve sosyal kurallarla ölesiye kuşatıldığını bildiği halde bir çeşit "uzlaşma"yla sessiz sedasız kayboluşa doğru yol alan bireye benzer. bu benzerliği fark eden elia kazan bunu, uzlaşma adlı yarı oto-biyografik kitabında ve bu kitaptan uyarladığı aynı adlı filmde kullanır. yaşadığı travmanın ardından eşi ve dostları başarılı reklamcı eddie'yi işe ve normal hayata dönmesi için ikna etmeye çalışırken o televizyonda zürafalarla ilgili bir belgesel izliyordur," diyecekken sustum. iyi ki sustum.
yeni bir cümleye hazırlanırken, yani yeni baştan her şey, sessizliği merak eden annesi odaya girdi. ve soran gözlerle bize baktı. gülümsedim ve "önemli bir şey yok," dedim.
"sadece, ikisi de bir satranç dehası olan emilio santos ve helmuth dukcadam arasındaki bin dokuz yüz yirmi sekiz yılında oynanan eşsiz finalin dokuzuncu oyununu etüt ediyoruz."
yüzündeki ifadeyi ve kocaman gözlerinin nasıl da "bu kadar" olduğunu görmeliydiniz. fazla uzatmadan, emilio santos'u ihsan oktay anar harikası amat'tan çaldığımı, helmuth dukcadam'ın da normal süresi ve uzatmaları sıfır-sıfır biten bin dokuz yüz seksen altı şampiyonlar ligi finalinde penaltı atışlarında dört penaltı kurtararak kupayı steau bükreş'e kazandıran kaleci olduğunu söyledim de oğlunu kucağına alıp benden uzağa götürmeye kalkmadı.
2 yorum:
bu üçüncü gün... her gün bunu açıp bir kere okuyorum. sonra zürafalar aklıma takılıyor, ardından küçük parmaklar..
boynumdaki, bedenimdeki, zihnimdeki ısırıkları hissediyorum; sesim çıkmıyor yada ben duymuyorum...
lütfen hem kitabı okuyun hem de filmi görün. modern insanın trajedisini kavramak için ilham verici. kitap edebiyat olarak üst düzey değil belki ama film sinema için ihmal edilmişler listesinde bana kalırsa. hem teknik dil hem yönetmen becerisi olarak.
belki cesaret verir.
o küçük parmakları ise ısır(a)madım belki ama çok öptüm. bir kısmını sizin hanenize yazıyorum.
Yorum Gönder