büyük odanın kalabalığından kaçıp koridora çıktığımda küçük teyzemle gönül yengem mutfak kapısının önünde bir şeyler konuşuyordu. yanlarına geldiğimde, teyzemin yengeme, "aksi gibi yakın gözlüğümü evde unutmuşum," dediğini duydum.
bu cümlenin üzerine, biraz başını kaçırdığım sohbetin konusunu anlayabilmek, biraz da yapabileceğim bir şey var mı öğrenmek için, sadece aile içinde değil büyük aile içinde de şımartılmış olmanın rahatlığıyla "hanımlar, her şey yolunda mı," diye sordum.
soru cümlesi her ikisini muhatap alsa da, soruyu aslında ergen zamanlarımızda benim ve kuzenlerimin yakın arkadaşı konumuna geçen ve hâlâ orada olan yengeme sormuştum. ki ben ve kuzenlerim, büyük ailenin sırlarını ve büyük ailenin tarihini yazan yalmanoğlu kara mehmet'in yazdığı, bahçe ortasındaki üç katlı evin kitaplığında torunlardan en cesuru tarafından çalınmayı bekleyen el yazması kitapta yer almayan bir çok bilgiyi ondan öğrenmiştik.
ama teyzem cevapladı. ne de olsa "hanım"ın kızı oydu. biz torunlarının ancak yaşı kemale erdikten sonra "ayşe sultan" diyerek sevebildiği ve yanağından öpücükler çalıp makas aldığı ama başkalarının daima "hanım" diye bahsettiği annanemin üç kızından ortancası. "annanenin tırnakları uzamış. hep ben keserdim ama bugün gözlüğüm evde kalmış."
"dert değil, ben hallederim," dedim. ikisinin soran gözlerine ayrı ayrı bakarak, az önce bahsi geçen şımarıkla devam ettim: "sevgilim tırnaklarını çok kısa keserdi. onu bu alışkanlığından vazgeçiremeyince tırnaklarını ben kesmeye başladım. önüme oturur, sırtını göğsüme yaslar ben de tıpkı kendi elimin tırnaklarını keser gibi tırnaklarını keserdim. yanına oturup hiç denemedim ama annanemin tırnaklarını öyle de kesebileceğimi tahmin ediyorum."
bir süre sonra kalabalık azaldığında gönül yengem yüzünde sadece benim görebildiğim uslanmaz bir tebessümle tırnak makasını bana uzattı. annanemin önünde diz çöküp derisi saydamlaşıp kırışmış ellerini elime aldım. "sultanım, bu onuru bana bahşeder misiniz," dedim. sevilmek güzel bir şey, sevildiğini bilmek daha da güzel.
sonra üç kişilik koltuğun ortasında oturan annanemin sağ yanına oturup sağ elinin, sol yanına oturup sol elininin tırnaklarını hem öptüm hem kestim.
ve bu sırada bir şeyi farkettim; tırnakları, parmakları dahası bütün bir eli ne kadar çok benziyordu benimkilere. meğer, "babamın elleri gibi," diye anlattığım, ondan geçtiğini sandığım bütün özellikler aslında annanem vasıtasıyla bana taşınmış.
bu cümlenin üzerine, biraz başını kaçırdığım sohbetin konusunu anlayabilmek, biraz da yapabileceğim bir şey var mı öğrenmek için, sadece aile içinde değil büyük aile içinde de şımartılmış olmanın rahatlığıyla "hanımlar, her şey yolunda mı," diye sordum.
soru cümlesi her ikisini muhatap alsa da, soruyu aslında ergen zamanlarımızda benim ve kuzenlerimin yakın arkadaşı konumuna geçen ve hâlâ orada olan yengeme sormuştum. ki ben ve kuzenlerim, büyük ailenin sırlarını ve büyük ailenin tarihini yazan yalmanoğlu kara mehmet'in yazdığı, bahçe ortasındaki üç katlı evin kitaplığında torunlardan en cesuru tarafından çalınmayı bekleyen el yazması kitapta yer almayan bir çok bilgiyi ondan öğrenmiştik.
ama teyzem cevapladı. ne de olsa "hanım"ın kızı oydu. biz torunlarının ancak yaşı kemale erdikten sonra "ayşe sultan" diyerek sevebildiği ve yanağından öpücükler çalıp makas aldığı ama başkalarının daima "hanım" diye bahsettiği annanemin üç kızından ortancası. "annanenin tırnakları uzamış. hep ben keserdim ama bugün gözlüğüm evde kalmış."
"dert değil, ben hallederim," dedim. ikisinin soran gözlerine ayrı ayrı bakarak, az önce bahsi geçen şımarıkla devam ettim: "sevgilim tırnaklarını çok kısa keserdi. onu bu alışkanlığından vazgeçiremeyince tırnaklarını ben kesmeye başladım. önüme oturur, sırtını göğsüme yaslar ben de tıpkı kendi elimin tırnaklarını keser gibi tırnaklarını keserdim. yanına oturup hiç denemedim ama annanemin tırnaklarını öyle de kesebileceğimi tahmin ediyorum."
bir süre sonra kalabalık azaldığında gönül yengem yüzünde sadece benim görebildiğim uslanmaz bir tebessümle tırnak makasını bana uzattı. annanemin önünde diz çöküp derisi saydamlaşıp kırışmış ellerini elime aldım. "sultanım, bu onuru bana bahşeder misiniz," dedim. sevilmek güzel bir şey, sevildiğini bilmek daha da güzel.
sonra üç kişilik koltuğun ortasında oturan annanemin sağ yanına oturup sağ elinin, sol yanına oturup sol elininin tırnaklarını hem öptüm hem kestim.
ve bu sırada bir şeyi farkettim; tırnakları, parmakları dahası bütün bir eli ne kadar çok benziyordu benimkilere. meğer, "babamın elleri gibi," diye anlattığım, ondan geçtiğini sandığım bütün özellikler aslında annanem vasıtasıyla bana taşınmış.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder