insanlarla iç sesle konuşup onların iç sesini duyan, hayatla mesafeli olduğu için onu herkesten daha iyi gören hayat seyircisi. the thin red line üzerinde yürüyen pvt. witt'in ruhdaşı.
yerçekimi kanunu'na uyarak dalından düşen, eğimli arazide yuvarlanan, peşi sıra kendini akıntıya bırakan elmalara benziyor biraz. iki yıl önce, yürümeyen bir ilişkinin ardından eşinden ayrılması, eşi istedi diye, olmalı. tıpkı, böyle bir dünyaya çocuk yapmamak gibi... mecburi hizmet sebep olmuş, kendini küçük bir kasabada hayata karışmadan doktorculuk oynarken bulmuş.
'terk-i terk' etmeye geldiği de, geriye döndüğünde 'bir zamanlar anadoluda' diye başlayan öyküler anlatacağı da yok.
nefes borusundaki toprağı görmezden gelmek, belki de hayatının en önemli kararıydı. böylece kendi taşrasını bulmuş oldu. sonra pencereden baktı, dışarıda hiçbir şey olmamış gibi devam eden hayatı bir süre seyretti ve yüzüne bulaşan kanla görüntüden çıktı.
*:nuri bilge ceylan, bir zamanlar anadolu'da
4 yorum:
ne yazık ki hala seyredemedim :(
hiçbir zaman nuri bilge ceylan sinemasını yere göğe sığdıramayanlardan biri olmadım. -nedenleri çoktur- ama bu defa olmuş, gerçekten olmuş.
değil mi...
diyalog eksikliği sanılan ama gerçekte hikaye eksikliğinden kaynaklanan büyük boşluk bu defa dolmuştu.
Yorum Gönder