1 Ocak 2022 Cumartesi

elde var hüzün

bu sabah da hep olduğu gibi erken uyandım. ama kendi kendime "biraz daha uyumalısın," diyerek yatakta kaldım ve gözlerimi sımsıkı kapattım. aklımdan bir sürü şey geçti o sırada. ister istemez, geçen seneyi de düşündüm.

lise ve üniversitedeki ilk yılı saymazsak hayatımın en kötü senesiydi. çünkü, o yıllar dışında elimdeki iplerin bu denli az olduğunu hiç hatırlamıyorum. yapmak istediklerimle yapabileceklerim, hayalllerimle elimden gelenler arasındaki fark hiç bu kadar çok olmamıştı sanki.

yine de hayattayız ve dilimizde iyimserlik duası. bu yüzden karamsar ve şükürden uzak kelimeler yok hayatımda. mutluluk budalası kelimeler de şu an yalan kokar. cam kırıkları gibi rahatsızlık verir.

iyisi mi hüzünden konuşalım. ki, hüzün en çok yakışandır bize. belki de en iyi anladığımız...

ilki bir filmden: the hand of god (2021)..."tanrının eli" sadece falkland yani malvinas'ın intikamı için shilton'ın kalesine giden topa dokunmamış, günümüzün kayda değer yönetmenlerinden paolo sorrentino'nun da hayatını kurtarmıştı.

film bundan bahsedermiş gibi yapıyor ama asıl derdi büyümek. hüzün için her şey müsait yani. büyüme hikâyesi, geniş aile ve dahi çekirdek aile, seksenler, maradona, deniz ve yüzmeler... ama bu sahne başka.

fabietto'nun hayran olduğu bir karakter var. serseri, kural tanımaz, hatta kanunlara karşı gelen bir denizci. tam da büyümekte olan erkek çocuklarının hayran olacağı bir tip. bu adamın en büyük hayali ise zengin olup yırtmak ve bir offshore teknesi sahip olmak. sohbetlerinden birinde fabietto'ya offshore teknelerin çıkardığı sesi anlatır hatta.

filmin sonuna doğru, büyümenin eşiğinden atladı atlayacak fabietto, çocukluğuyla vedalaşırken hayal mi gerçek mi olduğu bilinmez bir sahnede hapisteki bu adamı ziyaret eder. ziyaretin ardından tam kapıdan çıkacakken geriye döner ve dudağında buruk bir tebessümle hâlâ görüşme masasında oturan adama sorar: "bir offshore teknesi iki yüzle giderken nasıl ses çıkarır biliyor musun?"

cevabı da kendisi verir. tıpkı adamdan öğrendiği gibi: "tuf. tuf. tuf. tuf..."

birbirlerine bakıp gülümserler.

ikincisi ise bir kitaptan: köken... bana bir defa daha, insan bildiği şeyleri anlatmalı, dedirten kitap. çünkü, sahte ya da yapıştırma durmasındansa otobiyografik unsurları tercih ederim. yugoslavya kökenli yazar saša stanišić, edebi dehasını bir defa daha sergilerken sık sık aile geçmişinden ve kişisel tarihinden yardım alıyordu.

onlardan biri de, alman şehri heidelberg'in güneyinde emmertsgrund adlı bir mahallede geçen ilk-gençlik günleriydi. betonun ve göçmenlerin çok olduğu bir mahalle. bırakayım o anlatsın.

"emmertsgrund'de herkes el ele vermişti. bosnalılarla türkler, yunanlar ve italyanlar, rusya almanları, polonya almanları, almanya almanları. ara ara birden sıska, suskun gözleri kan çanağı olmuş siyahlar türerdi, hemen anlardık, afrika'nın bir köşesi yine ateş almış."

hüzün neymiş anlamak için, yazları bile içine kendisinden bir tane daha alabilecek montlarla dolaşan, zayıf bacakları pantolonlarının içinde kaybolan ama güldü mü kocaman gülen o "siyahları" görmeniz gerekir.

*

mutlu bir sene olsun. sağlıklı, huzurlu, sevdiklerimizle daha çok zaman geçirdiğimiz... acı değilse de hüzün yöremizden eksik olmasın.

ne de olsa, "hüzün ki en çok yakışandır bize".

2 yorum:

pelinpembesi dedi ki...

Filme rastlamıştım ama hızlandıracağım seyretmek için. Köken'i alacağım kitaplara eklemiştim, onu da hızlandırmalıyım öyleyse.
Hüzün hakkında söylediklerin de haklısın. özellikle gerçek hüzünleri yaşayanlar yanında sırça köşklerimizde tuzumuz kuru yaşarken mutsuz olmak, ona buna şikayet etmek, sağlıkla yaşıyorsak sırf bu yüzden bile her dakika şükretmemek benim için ters. çünkü gerçekten bu dünya da acı var, hüzün var, mutsuzluk var. bloğunda kek yaparak mutluluk duaları yapanların başıyım tabi ki ama bana da bilgiyle yüklenmiş insanların her şeyden şikayet edip biz sıradan vatandaşların iyimserliklerini küçük görme özellikleri daha hüzünlü geliyor. ( sözüm meclisten dışarı )

verbumnonfacta dedi ki...

sondan başlayalım: eleştiriye açığım ben. sözün meclisten dışarı olmasına gerek yok yani. ama arada pelerinimden falan da konuşalım, "yanılır ama yenilmez" falan da deyin.

bardağın dolu tarafını görmenin kutlu bir özellik olduğunu düşünüyorum. "iyimserlik"in iyi bir dua olduğuna inanıyorum. duaya inanmayanlar için "pozitif enerji"...

haline şükretmeli ama kendini de kandırmamalı insan. sonra okumalı, seyretmeli, dinlemeli.