14 Haziran 2019 Cuma

kaçış grubu

başlamadan önce okumanızı tavsiye ederim: bu yazı froome ve contador hakkında değil ve ender gelişen osasuna atakları...

çünkü, yol bisikleti yarışlarından bahsedeceğiz.

hayır, "baba sen kimi tutuyorsun?" diye soran bir oğul olmayacak bu yazıda. dolayısıyla, en baştan hazır ettiği, "ben nibali'yim" cevabı da... çünkü, nibali köpek balığı. çünkü, nibali dağ etaplarında kan kokusu almış gibi atağa kalkar. o oğul olmayınca bu yazıda, dünya küresinde bulunacak messina boğazı da olmayacak. bisiklet gezintilerinde ne zaman hızlansa, "hadi baba, spikerler gibi nibali'yi söyle" demeyecek.

bunun yerine, mutlaka yaptığınız bir şeyi, arabada giderken elinizi camdan çıkarttığınız o anı hatırlamanızı isteyeceğim. hızlı olmasanız bile elinizi geriye iten rüzgarı hissetmiştiniz değil mi?

bisiklet yarışçıları da o el gibi hava akımıyla mücadele etmek zorundadır. eğer iki bisikletli arka arkaya yol alıyorsa öndeki havayı yararak yol alırken, arkadaki onun sebep olduğu hava boşluğuna sığınır, öndeki bisikletli kadar efor sarf etmek zorunda kalmaz.

yol bisikletinin temel prensibi budur. ve yarışlar bu prensip etrafında şekillenir. söz gelimi, bisiklet bu yüzden takım sporudur. domestik adı verilen yardımcılar takım kaptanını yarış sonunda güçlü kalabilsin diye yarış boyunca taşır. amaç gücünü muhafaza eden kaptanın yarışın sonuna doğru yapacağı atakla birinci olmasıdır.

çoğu zaman da, enerjisini boşuna harcamak istemeyen bisikletçiler bir arada giderek, gelen rüzgardan en az şekilde etkilenmeye gayret ederler. bu büyük gruba peloton adı verilir. grubun en önündeki bisikletçiler, rüzgardan en çok etkilenenlerdir. arkadakiler ise daha az etkilenirler. bu yüzden, sürekli aynı takım ya da kişiler rüzgara maruz kalmasın diye ana grubu rüzgardan koruyan en öndeki grup sürekli değişir, diğerleri dinlenir. bu yazılı olmayan kural olmasa hiç kimse öne geçmez, peloton olduğu yerde kalırdı.

ama her hikâyede olduğu burada da 'küçük kara balık'lar, 'don kişot'lar, 'nemeçek'ler, 'simurg'lar çıkar ve bir ya da bir kaç kişi "pelotonun güvenli limanından çıkarak öne hamle yapar". başka bir deyişle kaçar.

buraya kadar okuyan varsa, "niye?" dediğine eminim. çünkü, rüzgara maruz kalacakları için fazla efor sarf etmek zorunda kalacakları ve çok geçmeden yorulacakları için peloton tarafından yutulmaları, hatta yarışı terk etmeleri kesindir. ama yine de kaçarlar. kazanamayacaklarını bildikleri halde kaçarlar.

kimi david millar gibi hatıralar için, kimi andy warhol'un vadettiği "on beş dakika" için, kimi de sporcusu olduğu, görece daha düşük bütçeli ve şampiyonluk umudu olmayan takımının adını duyurmak, sponsorlarının reklamını yapmak için. çünkü o anlarda kameralar onları gösterecek, spikerler adlarını söyleyecektir.

bisiklet severler için kaçmaktan yorgun düşen grubun arkadan gelen diri ve azgın pelaton tarafından yakalanma sahnesi bisiklet yarışının en dramatik sahnelerinden biridir. tıpkı çizgi filmlerdeki çekirge sürüsünün bir bahçeye girişi gibidir. hani geriye birazdan yere düşecek bitki iskeletleri kalır ya, tam da öyle.

"dramatik," diyorum. çünkü, herkes kaçanların kazanmasını ister. çünkü onların kazanması, küçük kara balık, don kişot, nemeçek ve fakir ama gururlu gencin kazanmasıdır. kızlar arjantine aşık olup arjantinle evlenecek, çerkesler asıl yurtlarında ölecek, kayserili ermeniler erciyes'i amerikalı bir evin duvarına asılı fotoğraftan değil pencereden seyredecek, kafkas dağları'nda dilden gayrı ayrılık kalmayacaktır. en önemlisi, kaçanlar kazanırsa, "ender gelişen osasuna atakları"ndan biri golle sonuçlanacaktır.

"ooo nibali'ye bakın!... sular ısındı, messina köpek balığı kan kokusu aldı."

Hiç yorum yok: