25 Mayıs 2019 Cumartesi

paramparça

bazan kendi hikâyemi arkadaş hikâyeleri anlatır gibi anlatmak istiyorum. ya da ferah ve aydınlık bir odadaki rahat kanepeye uzanmışım da, beni dinlemesi için para alan adamın bıkkınlık dolu bekleyişini sonlandıran, "bir arkadaşım var," cümlesiyle başlayan bir anlatı gibi.

"kader kitabı'nda yazanları ancak yazan bilir," derdi her zaman. "yine de, çocukluğumdan bu yana ölümün beni bir kadının elleriyle kavrayacağını, büyük bir ihtimalle de öfkeli ve kıskanç bir sevgilinin beni öldüreceğini hissederim."

bir defasında da, "sevgililerim -hepsinden razıyım, allah da razı olsun. varsa hakkım helaldir- bunu yapmaktan uzak bir ruha sahip oldular hep," demişti. "belki bir tanesi, dolma kalemleri seven ve bana yazdığı mektuplarda mürekkep yerine kan kullandığını iddia eden sevgilim bu hissi gerçek kılabilirdi ama ikimizin de yürümesi gereken, farklı yönlerde yolu vardı."

arkadaşım o mektupları saklamıyor elbette. iade ettiğini de sanmam. kaldı ki, sayfanın başına hitap yazıldığı andan itibaren bir mektubun yazana değil yazılana ait olduğunu bilenlerden kendisi.

'aşkta tabula rasa kuralları' gereği yakmış ya da bir yerlerde unutmuş olabilir. evet, "tabula rasa". çünkü her aşkın ilk aşk gibi olduğunu iddia eder o. kişi "boş bir levha ya da sayfa" gibi her türden öğretiye hazır hâle gelmediği takdirde aşk olmayacağını ve geçmiş bütünüyle unutulup "beyaz sayfa" açılamazsa ihanetin daha ilk anda gerçekleşeğini bilir.

anlayacağınız o kanepede de lafı uzattıkça uzatır, ilk hecedeki a harfini normalden kısa söyleyerek 'macera' diyen bir adamı kahraman bellediğimi cümle aleme ispat ederdim.

o arkadaşım geçenlerde, çocukluktan bu yana hissettiği şeye hiç olmadığı kadar yakın olduğunu düşünmüş.

"ekrana baktım," dedi. art arda üç mesaj: "seni parçalara ayırmak istiyorum.", "sonra hepsini ayrı bir yere savurmak istiyorum", "canını yakmak istiyorum tamam mı?"

sizi bilmem ama ben ürperdim.

Hiç yorum yok: