15 Eylül 2011 Perşembe

sedef*

sedef kaşıkçı...

kumraldı ama denize girmekten mi nedir, sararmıştı. kahverengiyle yeşil arasında gidip gelen, pansiyon sahanlığına vuran sokak lambasının ölgün ışığında lazer gibi parlayan bal rengine yakın gözleri vardı.

beraber kumdan kale yapacak kadar güvenilir, denize girme vakti geldiğinde ilk kale nöbetini tutacak kadar iyi yürekli, bir süre sonra denizin çağrısına dayanamayıp yanınıza gelecek kadar tutkulu ve "kale yıkılırsa yeniden yaparız," diyecek kadar güçlü.

en nihayetinde, en mutsuz olduğu gün teyzesinin düğünü olan küçük bir kız: damatla gelin gidip gelinlikle yalnız kaldığında, üstelik kendisinin bile olmayan bir düğünde kendini düğün günü terk edilmiş bir gelin gibi hissedince...

bu tarz hikayelerde hep olduğu gibi o da ertesi gün gider. yine, hep olduğu gibi önce tatil, sonra yaz biter. sonbahar olur, kış olur. bu arada garip rüyalar görürsünüz.

şubat ayında "çok pis" kar yağıp okullar tatil olunca, kovayı küreği alıp bahçede kardan kale yapmak istediğinizde ansızın aklınıza düşer: bembeyaz gelinlikler içinde bütün hayalleri yıkılmış küçük kızı düşünürsünüz, ilk kale nöbetini üstüne alacak kadar iyi yürekli olan o kızın denizin çağrısına dayanamayıp yanınıza gelişini hatırlarsınız.

ona telefon açıp yarım saat kadar konuşmak, gördüğünüz acayip rüyaları, kimseye anlatamadığınız şeyleri sanki yüz defa anlatmış gibi rahatça anlatmak istersiniz.


*: erken kaybedenler - denizi çağrısı, emrah serbes

Hiç yorum yok: