13 Ekim 2010 Çarşamba

şili'de ilkbahar

ortaokul yaşlarındaki beni hatırlıyorum...

tatil dönüşlerinde arkadaşlarla yazın ne yaptığımızı konuşurduk. benim hikayem senelerdir aynıydı: karneler alındıktan sonra bütün kuzenler bahçe ortasındaki o üç katlı evin bize ayrılan ikinci katına doluşurduk. ve bir bakardık ki eylül gelmiş.

bazı arkadaşlarım ise iş yerinde babasına yardım etmiş olurdu, bazıları da bir esnafın yanında çalışmış...

nasıl da hayran hayran dinlerdim onları. on iki - on üç yaşındaki çocuklar kocaman adamlarmış gibi görünürdü gözüme. onlar büyümüş ben çocuk kalmışım gibi hissederdim. suçu hep iyi olan notlarımda arar, notlarımdan, derslerden, okuldan nefret ederdim. kabul, içten içe o arkadaşlarımı kıskanırdım da.

yıllar geçti. büyüdüm. hayatımın hiçbir döneminde kendimi yelpazenin 'sol'una ait hissetmedim.(kendimi nereye ait hissettim ki ben?) yani hayatı hak, emek, özgürlük üzerinden tanımlamadım ama yaz dönüşlerinde o arkadaşlarıma duyduğum hayranlık hep aynı kaldı.

*

ilkokulu bitirdikten sonra büyük şehirlere gidip inşaatlarda çalışan ve vakti gelince askere giden oradan da cenazesi gelen fakir gençler, tekstil imalathanelerinde yüz kontör için bir ay boyunca çalışan genç kızlar, karın tokluğuna çalıştıkları tersanelerde ihmal edilmiş güvenlik yüzünden ölen işçiler yüzünden çok küfür ettim.

ama en çok içimi yakan maden kazaları oldu.

(babam dostlarını unutmayan, araya şehirler, yıllar girse bile bunların arkadaşlarıyla arasına girmesine izin vermeyen bir adamdır. o zamanlar ilkokul dördüncü sınıftaydım. bir gün kitapların arasında bulduğum defteri babama gösterdiğimde içinde asker arkadaşlarının adresleri olan defteri sevinçle elimden aldı. bütün gün defterdeki isimleri anlattı. ardından oturup birer mektup yazdı. şu an gelen cevapları hatırlayamasam da birini hiç unutmadım: zarfın üzerinde zonguldak damgası vardı. tükenmez kaleme yabancı bir çocuk yazısı babalarının bir maden kazasında öldüğünü yazıyordu. babam o gün hiç kimseyle konuşmadı.)

belki bu yüzden ailelerine daha iyi bir hayat verebilmek için yerin altına inen bu insanlarla ilgili bir kaza haberi duyduğumda kahrolur, elimde olmadan ohepvarolana dua ederim.

*

bu defa hikaye mutlu sonla bitti. şili'de beş ağustostan bu yana yerin yedi yüz metre altında mahsur olan madenciler gün ışığına çıkmaya başladılar.

bu sabah bilgisayarı açtım. buna dair haberleri okudum. babasını görünce ağlamaya başlayan çocukla ben de ağladım.

ve bu yazıya başladım.

yazının ortalarında bir yerde şili'de mevsimin ilkbahar olduğunu hatırladım.

Hiç yorum yok: