bizzat zeki demirkubuz' un, "suça aşık bir adam, adama aşık bir kadın ve kadına aşık bir baska adam" tek cümlesiyle tarif ettiği film.
derken, o üçüne belki de onların kefaretini ödesin diye küçük bir kız (çilem) ve hayat yorgunu bir adam (yusuf) da katılır.
*
zagor: olan biten ne varsa sebebi. sadece adı var. bir de filmin sonunda tv ekranında gözüken bir vesikalık fotoğrafı...
uğur: zagor'a meftun. ona yakın olabilmek için şehir şehir dolaşıp onun uğruna pavyonlarda çalışır, fahişelik yapar. sol elinde bir diyet, bir yemin: alyans...
bekir: uğur'un peşinde oradan oraya. uğur'un zagor'a olan aşkı, hatta ona yakın olabilmek için vücudunu satması bile vazgeçiremez onu tutkusundan; yolu yok, çekecek. isyan etmenin faydası yok, kaderi böyle...
çilem: annesi uğur olsa da babası hikayedekilerden başka biri. doğuştan sağır. sanki hikayenin günahı omuzlarında. başında dikenli tel, sırtında çarmıh...
yusuf: biraz 'camus kahramanları' gibi. ne gelecek planı ne küçücük bir hayal; hiçbir şeyi yok hayatında, beklenti dahil. bir gün, "sevdim be abla" der, akıntıya o da kapılır. "yolu yok, çekecek usul usul yürüyecek"tir.
*
yolculuklarda, otel lobilerinde ölen zamanlar, kendiliğinden açılan ama bir türlü kapanmayan 'bozuk' kapılar, siyah beyaz televizyonlarda sonsuza kadar süren filmler, 'iyi aile çocukları'nın sadece sokaktan bildiği küfürler, biri diğerinin öyküsünde tutsak insanlar…
*
konu masumiyet olunca o sahneyi tahmin etmek güç değil. güçlüdür, soluk alıp vermenize dahi izin vermez, filmi görenlerin aklından bir türlü çıkmaz. dayak yemiş gibi. ama yara bere içimizde.
yusuf, bekir'in peşi sıra gittiği piknikte biraz ilerde kendi kendine oynayan çilem'e bakarak sorar, bekir de az önce sardığı cigaradan derin derin nefes çekip bir yandan da anlatır.
her hangi bir sohbetin bir yerinde söz dönüp dolaşıp haluk bilginer'e gelince şapka çıkartma fırsatıdır o sahne:
"-çocuk neden sakat abi?
-doğuştan... doğuştan denmez aslında. hamileyken babasından ağır bi dayak yemiş.
-babası nerde?
-sinop'ta.
-hapishanedeki? geçen gün uğur ablayı hapishaneye giderken gördüm...
-sevgilisi...
-onun için mi bu şehirdesiniz? ha?
-uzun hikaye karışık... bu kaltakla aynı mahallede büyüdük. mevlanakapı'da. babası zabıtaydı. alkolik hasta bi adamdı rahmetli, erkenden de gitti zaten. bu anasıyla yoksul, perişan... bizim tuzumuz kuruydu, hacı babam yapmış bi şeyler. bi de zagor vardı. (tam burada insafsız bir müzik başlar) bizim eski evin kiracısının oğlu. babası filimciydi yeşilçamda. cepçilik, arpacılık, her yol vardı itte. ama sevimli, yakışıklı oğlandı. bizimkine aşık etmiş kendini. ben efendi oğlanım, okul mokul takılıyorum o zamanlar. öylece büyüdük gittik işte. ne bok varsa? hep askerliği beklerdim. dört sene kaldı, üç sene kaldı... sonunda o da geldi gittik. bizde de herkes bunu bekliyormuş; gelir gelmez yapıştılar yakama. ev düzüldü, kız bulundu, çeyiz falan filan... nikahlandık. iki taksi bi dükkan verdi peder. dükkanda koltuk moltuk satardım. bi gün bu orospu çıkageldi. hiç unutmam, görür görmez cız etti içim. böyle basma bi etek dizine kadar, çorap yok, üstünde açık bi bluz, saçlar maçlar... pırlanta anlayacağın. şunun bunun fiyatını sordu, dalga geçti benimle. kanıma girdi o gün. tabii taktım ben bunu kafaya. ertesi gün bi soruşturma... dediklerine göre yemeyen kalmamış mahallede. ama asıl zagor' a kesikmiş. zagor’ da kaftiden içerde o sıra. bi gün, süslenmiş püslenmiş; zırt geçti dükkanın önünden. yazıldım peşine. tuhafiyeciye gitti, pastaneden çıktı; minibüs otobüs, geldik sağmalcılar’ a; benim içimde bi sıkıntı. işi anladım tabii: zagor’ u ziyarete gidiyo. bi tuhaf oldum, piçi de kıskandım. uzatmayalım çaresiz evlendik ötekiyle. o ara zagor içerden çıktı. sonra bi duyduk; kaçmış bunlar. altı ay mı bi sene mi; kayıp. hep rüyalarıma girerdi orospu. o gün dükkana gelişini hiç unutamadım. benimkine bile dokunamaz oldum. sonra bi daha duyduk ki iki kişiyi deşmiş zagor: biri polis, ikisinin de gırtlağını kesmiş. karakolda beş gün beş gece işkence buna. arkadaşlarının öcünü alıyorlar. kaltağa da öyle... önce öldü dediler zagor'a, sonra komalık. ankara'da oluyor bunnar. bizimki bi gün çıkageldi mahalleye. zagor içerde, en iyisinden müebbet. bi sabah dükkana geldim, baktım bu oturuyo. önce tanıyamadım. anlayınca içim cız etti. cız etti de ne? tornaya değmiş gibi oldu. çökmüş, zayıflamış, bembeyaz bi surat... ama bu sefer başka güzel orospu. orhanın şarkıları gibi. kalktı böyle, dimdik konuşmaya başladı. dedi para lazım, çok para. zagor'a avukat tutacakmış. ilerde öderim dedi. esnafız ya bizde, "nasıl?" diye sormuş bulunduk. orospuluk yaparım dedi, istersen metresin olurum. içime bişey oturdu ağlamaya başladım, ama ne ağlamak! işte o gün bu günden beri bu orospuyla tam yirmi yıl geçti. uzatmayalım, zagor’a müebbet verdiler. ama rahat durmaz ki piç! ha birini şişledi, ha firara teşebbüs; o şehir senin bu şehir benim, cezaevlerini gezip duruyo. orospu da peşinden. sonunda dayanamadım: ben de onun peşinden... önce dükkan gitti, ardından taksiler. karı terk etti, peder kapıları kapadı. yunus gibi aşk uğruna düştük yollara. iş bilmem, zanaat yok. bu durmuyo hiç. ilk yıllar ufak kahpeliklere başladı, sonra alıştı. gözünü yumup yatıyo milletin altına. gel dönelim diye çok yalvardım. evlenelim, pederi kandırırım, zagor'a bakarız: yok. kancık köpek gibi izini sürüyo itin. n'aptı buna anlamadım. kaç defa dönüp gittim istanbul'a. yeminler ettim. doktorlar, hocalar kâr etmedi. her seferinde yine peşinde buldum kendimi. bi keresinde döndüm, biriyle evlenmiş bu, hamile... beni abisiyim diye yutturduk herife. nedense rahatladım, ohh dedim, kurtuluyorum. bu da akıllanmış görünüyo. yüzü gözü düzelmiş, çocuk diyo başka bişe demiyo. sinop'ta oluyo bunlar. ben de döndüm istanbul'a. doğumuna yakın, zagor bi isyana karışıyor gene. hemen paketleyip diyarbakır cezaevine postalıyorlar. çok geçmeden bizimki depreşiyo gene; o haliyle kalk git sen diyarbakır'a, üç gün ortadan kaybol... herif kafayı yiyo tabii. dönünce bi dayak buna: eşek sudan gelinceye kadar. kızın sakatlığı bu yüzden. sonra çocuğu doğuruyo. uzun zaman anlaşılmamış. ortaya çıkınca bi gece esrarı çekip takıyo herife bıçağı. çocuğu da alıp vın diyarbakır'a, zagor'un peşine. allahtan herif delikanlı çıkıyo da şikayet etmiyo. ben o ara istanbul'da taksiden yolumu buluyorum. epey bi zaman böyle geçti. yine her gece rüyalarımda bu. zagor'un diyarbakır cezaevinde olduğunu duymuştum o sıra. bi gece bi büyükle eve geldim. hepsini içtim. zurnayım tabi. bi ara gözümü açıp baktım: karlı dağlar geçiyo. bi daa açtım, başımda bi çocuk, kalk abi, diyarbakır'a geldik diyo. baktım, sahiden diyarbakır'dayım. bi soruşturma... kale mahallesi vardır oranın, bi gecekonduda buldum, malımı bilmez miyim? görünce hiç şaşırmadı. hiç bişey demedik. o gece oturup düşündüm. oğlum bekir, dedim kendi kendime, yolu yok çekeceksin. isyan etmenin faydası yok, kaderin böyle, yol belli, eğ başını, usul usul yürü şimdi. o gün bugün usul usul yürüyorum işte."
notgibi: belki okumak yerine izlemek için...
derken, o üçüne belki de onların kefaretini ödesin diye küçük bir kız (çilem) ve hayat yorgunu bir adam (yusuf) da katılır.
*
zagor: olan biten ne varsa sebebi. sadece adı var. bir de filmin sonunda tv ekranında gözüken bir vesikalık fotoğrafı...
uğur: zagor'a meftun. ona yakın olabilmek için şehir şehir dolaşıp onun uğruna pavyonlarda çalışır, fahişelik yapar. sol elinde bir diyet, bir yemin: alyans...
bekir: uğur'un peşinde oradan oraya. uğur'un zagor'a olan aşkı, hatta ona yakın olabilmek için vücudunu satması bile vazgeçiremez onu tutkusundan; yolu yok, çekecek. isyan etmenin faydası yok, kaderi böyle...
çilem: annesi uğur olsa da babası hikayedekilerden başka biri. doğuştan sağır. sanki hikayenin günahı omuzlarında. başında dikenli tel, sırtında çarmıh...
yusuf: biraz 'camus kahramanları' gibi. ne gelecek planı ne küçücük bir hayal; hiçbir şeyi yok hayatında, beklenti dahil. bir gün, "sevdim be abla" der, akıntıya o da kapılır. "yolu yok, çekecek usul usul yürüyecek"tir.
*
yolculuklarda, otel lobilerinde ölen zamanlar, kendiliğinden açılan ama bir türlü kapanmayan 'bozuk' kapılar, siyah beyaz televizyonlarda sonsuza kadar süren filmler, 'iyi aile çocukları'nın sadece sokaktan bildiği küfürler, biri diğerinin öyküsünde tutsak insanlar…
*
konu masumiyet olunca o sahneyi tahmin etmek güç değil. güçlüdür, soluk alıp vermenize dahi izin vermez, filmi görenlerin aklından bir türlü çıkmaz. dayak yemiş gibi. ama yara bere içimizde.
yusuf, bekir'in peşi sıra gittiği piknikte biraz ilerde kendi kendine oynayan çilem'e bakarak sorar, bekir de az önce sardığı cigaradan derin derin nefes çekip bir yandan da anlatır.
her hangi bir sohbetin bir yerinde söz dönüp dolaşıp haluk bilginer'e gelince şapka çıkartma fırsatıdır o sahne:
"-çocuk neden sakat abi?
-doğuştan... doğuştan denmez aslında. hamileyken babasından ağır bi dayak yemiş.
-babası nerde?
-sinop'ta.
-hapishanedeki? geçen gün uğur ablayı hapishaneye giderken gördüm...
-sevgilisi...
-onun için mi bu şehirdesiniz? ha?
-uzun hikaye karışık... bu kaltakla aynı mahallede büyüdük. mevlanakapı'da. babası zabıtaydı. alkolik hasta bi adamdı rahmetli, erkenden de gitti zaten. bu anasıyla yoksul, perişan... bizim tuzumuz kuruydu, hacı babam yapmış bi şeyler. bi de zagor vardı. (tam burada insafsız bir müzik başlar) bizim eski evin kiracısının oğlu. babası filimciydi yeşilçamda. cepçilik, arpacılık, her yol vardı itte. ama sevimli, yakışıklı oğlandı. bizimkine aşık etmiş kendini. ben efendi oğlanım, okul mokul takılıyorum o zamanlar. öylece büyüdük gittik işte. ne bok varsa? hep askerliği beklerdim. dört sene kaldı, üç sene kaldı... sonunda o da geldi gittik. bizde de herkes bunu bekliyormuş; gelir gelmez yapıştılar yakama. ev düzüldü, kız bulundu, çeyiz falan filan... nikahlandık. iki taksi bi dükkan verdi peder. dükkanda koltuk moltuk satardım. bi gün bu orospu çıkageldi. hiç unutmam, görür görmez cız etti içim. böyle basma bi etek dizine kadar, çorap yok, üstünde açık bi bluz, saçlar maçlar... pırlanta anlayacağın. şunun bunun fiyatını sordu, dalga geçti benimle. kanıma girdi o gün. tabii taktım ben bunu kafaya. ertesi gün bi soruşturma... dediklerine göre yemeyen kalmamış mahallede. ama asıl zagor' a kesikmiş. zagor’ da kaftiden içerde o sıra. bi gün, süslenmiş püslenmiş; zırt geçti dükkanın önünden. yazıldım peşine. tuhafiyeciye gitti, pastaneden çıktı; minibüs otobüs, geldik sağmalcılar’ a; benim içimde bi sıkıntı. işi anladım tabii: zagor’ u ziyarete gidiyo. bi tuhaf oldum, piçi de kıskandım. uzatmayalım çaresiz evlendik ötekiyle. o ara zagor içerden çıktı. sonra bi duyduk; kaçmış bunlar. altı ay mı bi sene mi; kayıp. hep rüyalarıma girerdi orospu. o gün dükkana gelişini hiç unutamadım. benimkine bile dokunamaz oldum. sonra bi daha duyduk ki iki kişiyi deşmiş zagor: biri polis, ikisinin de gırtlağını kesmiş. karakolda beş gün beş gece işkence buna. arkadaşlarının öcünü alıyorlar. kaltağa da öyle... önce öldü dediler zagor'a, sonra komalık. ankara'da oluyor bunnar. bizimki bi gün çıkageldi mahalleye. zagor içerde, en iyisinden müebbet. bi sabah dükkana geldim, baktım bu oturuyo. önce tanıyamadım. anlayınca içim cız etti. cız etti de ne? tornaya değmiş gibi oldu. çökmüş, zayıflamış, bembeyaz bi surat... ama bu sefer başka güzel orospu. orhanın şarkıları gibi. kalktı böyle, dimdik konuşmaya başladı. dedi para lazım, çok para. zagor'a avukat tutacakmış. ilerde öderim dedi. esnafız ya bizde, "nasıl?" diye sormuş bulunduk. orospuluk yaparım dedi, istersen metresin olurum. içime bişey oturdu ağlamaya başladım, ama ne ağlamak! işte o gün bu günden beri bu orospuyla tam yirmi yıl geçti. uzatmayalım, zagor’a müebbet verdiler. ama rahat durmaz ki piç! ha birini şişledi, ha firara teşebbüs; o şehir senin bu şehir benim, cezaevlerini gezip duruyo. orospu da peşinden. sonunda dayanamadım: ben de onun peşinden... önce dükkan gitti, ardından taksiler. karı terk etti, peder kapıları kapadı. yunus gibi aşk uğruna düştük yollara. iş bilmem, zanaat yok. bu durmuyo hiç. ilk yıllar ufak kahpeliklere başladı, sonra alıştı. gözünü yumup yatıyo milletin altına. gel dönelim diye çok yalvardım. evlenelim, pederi kandırırım, zagor'a bakarız: yok. kancık köpek gibi izini sürüyo itin. n'aptı buna anlamadım. kaç defa dönüp gittim istanbul'a. yeminler ettim. doktorlar, hocalar kâr etmedi. her seferinde yine peşinde buldum kendimi. bi keresinde döndüm, biriyle evlenmiş bu, hamile... beni abisiyim diye yutturduk herife. nedense rahatladım, ohh dedim, kurtuluyorum. bu da akıllanmış görünüyo. yüzü gözü düzelmiş, çocuk diyo başka bişe demiyo. sinop'ta oluyo bunlar. ben de döndüm istanbul'a. doğumuna yakın, zagor bi isyana karışıyor gene. hemen paketleyip diyarbakır cezaevine postalıyorlar. çok geçmeden bizimki depreşiyo gene; o haliyle kalk git sen diyarbakır'a, üç gün ortadan kaybol... herif kafayı yiyo tabii. dönünce bi dayak buna: eşek sudan gelinceye kadar. kızın sakatlığı bu yüzden. sonra çocuğu doğuruyo. uzun zaman anlaşılmamış. ortaya çıkınca bi gece esrarı çekip takıyo herife bıçağı. çocuğu da alıp vın diyarbakır'a, zagor'un peşine. allahtan herif delikanlı çıkıyo da şikayet etmiyo. ben o ara istanbul'da taksiden yolumu buluyorum. epey bi zaman böyle geçti. yine her gece rüyalarımda bu. zagor'un diyarbakır cezaevinde olduğunu duymuştum o sıra. bi gece bi büyükle eve geldim. hepsini içtim. zurnayım tabi. bi ara gözümü açıp baktım: karlı dağlar geçiyo. bi daa açtım, başımda bi çocuk, kalk abi, diyarbakır'a geldik diyo. baktım, sahiden diyarbakır'dayım. bi soruşturma... kale mahallesi vardır oranın, bi gecekonduda buldum, malımı bilmez miyim? görünce hiç şaşırmadı. hiç bişey demedik. o gece oturup düşündüm. oğlum bekir, dedim kendi kendime, yolu yok çekeceksin. isyan etmenin faydası yok, kaderin böyle, yol belli, eğ başını, usul usul yürü şimdi. o gün bugün usul usul yürüyorum işte."
notgibi: belki okumak yerine izlemek için...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder