3 Nisan 2023 Pazartesi

a, b, ze.

a.

yıllar önce pakistanlı bir adam tanımıştım. londra yakınlarında, pakistanlı ve bangladeşlilerin yoğun olduğu küçük bir şehirde yaşıyordu. altmışlı yaşlardaydı. aşk değilse de sevgi dolu bir evliliği vardı. o evlilikten de bir kızı.

erkek kardeşi ve hintli sevgilisinin kırmızı pazartesi'yi hatırlatan kayboluşlarının yasını tutuyor, üniversitede tanıştığı ingiliz sevgilisiyle evlendiği için kırgın olduğu kızını özlüyordu. yası bilmem ama kucağına alacağı ilk torunla o kırgınlıktan eser kalmayacağı belliydi.

bir gün bir kadın geldi dükkanına. kırk yaşlarında. başkalarına benzemediği, onu anlayacağı için gelmişti. tuhaf bir şey istiyordu: dini nikahla evlenmeli, peşi sıra da hemen boşanmalıydılar. çünkü kocası, saçma sapan bir nedenle aralarındaki nikahı bozmuş ama daha söz ağzından çıkar çıkmaz pişman olmuştu. yeniden karı- koca olabilmeleri için de güya kadının başka bir erkekle evlenip ayrılması gerekiyordu. kadın diğer erkeklere güvenmemiş, kızını üniversiteye gönderen ve ingiliz damada karşı çıkmayan bu adamın kendisini anlayacağını düşünmüştü.

bu isteğe olumlu yaklaşmak hem dünya görüşüne hem inançlarına ters olsa da kadına, "hayır," diyememişti. çünkü neredeyse her yerde karşısına çıkıp isteğini yineleyen bu kadına aşık olmuştu. elinde olsa olmazdı ama olmuştu. öyle aşık olmuştu ki, "bu aşk benimle mezara gidecek. çünkü önümde onu unutacak kadar zamanım olduğunu sanmıyorum," diyordu.

yalan yok. cümle beni çok etkiledi. hatta yeri geldi kullandım.


b.

o yaşlı adamı hatırlayışım boşuna değil. çünkü saramago'nun tüketim toplumu eleştirisi ve platon alegorisi romanı mağara'yı okurken onu çok andım.

yine altmışlı yaşlarda bir adam var. fakir, geleceğe dair bir umudu da yok. bir aile geleneği olarak çömlekçilik yapıyor ve kızı, damadı ve sonradan onlara katılan buldum adını verdiği köpeğiyle birlikte yaşıyor.

eşinin mezarını ziyaretten dönerken mezarlığın girişinde siyahlar giymiş bir kadınla karşılaşıyor. o an, roman kahramanlarının da bir kader kitabı varsa orada, "aşk olsun" yazdığını hissediyorsunuz.

dediğim gibi, geleceğe dair bir umudu yok. vaktinin dolmasını, köy mezarlığında eşinin yanına uzanmayı bekliyor yalnızca. ama içinde bir yeraltı ırmağının akışına engel olamıyor.

bir de göz yaşlarına: duştan akan tatlı suya birkaç damla tuzlu su karıştı.

ama çok geçmeden aşkın gücü, kızının motivasyonu ve vedanın cesareti ile kelimelere başvuruyor: seni seviyorum isaura.

kadın neden son günü beklediğini sorunca da, "çünkü sana sunabilecek başka bir şeyim yok, geleceğim yok, hatta bugünüm bile yok," diyor acıyla.

ama isaura bir 'saramago kadını': güçlü, kararlı, ne istediğini bilen, gerekirse gidip istediğini alan.

tek bir cümle söylüyor: eğer ilk söylediğin söz içten ve gerçektiyse, bana sunabilecek sevgin var.


ze.

onu konuşabildiğim insan sayısı bir elin parmaklarını geçmez. hem herkese anlatılabilecek bir hikâye değil hem de benim konuşkanlığım susmaktır çoğu yerde.

ama en çok ö. ile konuştuk onu. çünkü kadın oluşunun da etkisiyle mevzuyu anladığını hissederim. 

erkek erkeğe konuşmalarımızı yakari "sana kız mı yok?"a, selçuk "manken gibi kızlar dururken"e bağlarken, ö. itirazlarıma da sorularıma da kalbimi kırmadan en doğru cevapları verir.

bir defasında, "onun dönmesini mi bekliyorsun?" ya da "döneceğini mi sanıyorsun?" karması bir soru sordu. soruyu net hatırlamasam da cevabım aklımda.

"hayır. kaldı ki, gelecek olsa onu orada tutan hiçbir şeyi burada bulamayacak. sadece tutku."

adi ö.. hiçbir zaman, "az mı?" demedi. "yetmez mi?" de.

hiç olmazsa, "en azından bir şey var!" diyebilirdi.

Hiç yorum yok: