25 Mart 2021 Perşembe

ezel, cansu dere ve bir sürü parantez içi

televizyondan uzak durduğum, bilgisayarı da yıllar öncesinde kalmış filmleri izlemek için kullandığım zamanlardı.

(kamu spotu: normal şartlarda film sinemada -oturma odasından bozma küçücük salonlarda değil ama- izlenir. başkası yalan.)

bir akraba ziyaretinde can sıkıntısından elime aldığım, okunup katlandıktan sonra bir kenara kaldırılmış eski bir gazetede ramiz karaeski'nin yani dayı'nın bazı repliklerini okudum. oscar wilde'dan, rûmi'den, ömer hayyam'dan, nazım hikmet'ten alıntılarla konuşan bir adam. kayıtsız kalamadım.

(hatta senaryo ekibi zamanla bu durumu abartacak(!), "dayı'nın vedası" olarak anılan bölümü bütünüyle edip cansever'in ben ruhi bey nasılım şiiri üstüne kuracaktı. kürkçüsünden, otelcisine... dayı'nın şiiri okuduğu kısımlara kadar.)

bulduğum ilk fırsatta da, herkesin çok iyi bildiği o video paylaşım sitesinde onar dakikalık parçalar halinde ilk bölümden itibaren izlemeye başladım. meğer aradığım buymuş.

(dizi sonlanmadan izlemeyi bırakacak ve yıllar sonra en baştan başlayıp tamamlayacak olsam da.)

geçen gün... aslında bu ifade yanlış çünkü sürekli izliyorum. ne diyordum? geçen gün, "lanet olsun bu güne" sahnesini izlerken fark ettim ki, cansu dere o yıllarda ne kadar güzelmiş. masrafsız, sade, saf...

(evet, yeni farkettim. çünkü benim o dizideki güzellik tarifim bahar'dı. evet, perçemlerine rağmen. evet, bahar. o role hayat veren güzellik yarışması eskisi sedef avcı değil.)

sonra aklıma, sosyal medyanın türlü mahallelerinde son dizisi bahanesiyle cansu dere güzelliği övenler geldi.

(bu arada, reklam olsun diye, daha dizi başlamadan görücüye çıkan yemek sahnesi yüzünden dizinin bir kaç bolümü izledim ben. o sıra "bir başkadır benim memleketim" konuşulduğu için bu dizinin yeterince konuşul(a)madığını, ana akım medyada yer aldığı için de dizinin vasat bir aldatma hikâyesine indirgendiğini düşünüyorum.

oysa evlilik bahsinde toplumsal ikiyüzlülüğümüzün ne denli büyük olduğunu suratımıza çarpan bir yanı var. eşlerden biri diğerini aldatıyor ve toplum nasıl kodlamışsa, herkes ve hatta her şey hâlâ bu evliliğin devam etmesi için diğerini kuşatıyor. çocuk gibi bir güzellik bile silaha, yüke, ağırlığa dönüşüyor böyle bir anda.

tam burada, batının sadece teknolojisini değil ahlâkını da alalım diyenlerdenim ben. bir evlilik, sadece aile içi  şiddet ya da ihanet söz konusu olduğunda değil eşlerden biri mutlu değilse de bitmeli sözün gelişi. o adamın/ kadının sana göre olmadığını anladığın o anda.

bana çocuklar, din, aile, bekâr anne vs. bahanelerle gelmeyin sakın. "kaderimize yazılmış" veya "razılık" dediğimiz şey bu değil.)

parantez içi çok uzadığı için, "sonra aklıma, sosyal medyanın türlü mahallelerinde son dizisi bahanesiyle cansu dere güzelliği övenler geldi," diyerek kaldığımız yerden devam edelim.

sadece "cansu dere'nin ezel hâli" daha güzel değil. cansu dere hanımefendi son dizisi sadakatsiz'de bizzat çirkin. hak etmediği kadar çirkin hem de. çizgileri botoks denen illete kurban verildiği ya da makyajla kapatıldığı için ifadeden yoksun kalan yüzü, reklam olsun diye giymek zorunda kaldığı ve ona uymayan kostümlerle övülesi olmadığı gibi beğenilesi bile değil. hele de rolü gereği giyip durduğu kumaş takımlar facia. vatkalı omuzlar, yüksek bel pantolonlar...

düşünüyorum da, bu övgünün asıl kaynağı, kadınlarının her pazartesi diyete başladığı bir coğrafyada formunu koruyor, başka bir deyişle o yaşta hâlâ zayıf oluşudur belki de. ben hiçbir zaman, "bir dirhem et bin ayıp örter"ci tayfadan olmadım ama hanımefendinin zayıflığı da itici. kaldı ki, çelimsiz ile zayıf, formda olmak ile zayıf olmak arasında dağlar kadar fark var.

(bu vesileyle saçlarının arasından tebessüm eden bir kaç tel beyaz saçın, yüzüne yerleşen çizgilerin kendisini ne kadar güzelleştirdiğini bilenlere selam olsun. zayıf olursa eşinin/ sevgilisinin kendisini beğenmeye devam edeceğini sananlara da kolaylıklar.)

Hiç yorum yok: