17 Mart 2021 Çarşamba

ispat

bekâr bir anne. babasına benzeyen bir kızı, bir kedisi, ziyan olmuş bir zekası ve kocaman bir kalbi var. o kadar büyük ki o kalp, mahallenin bütün kedilerini doyurabilir, dünyanın bütün mültecilerine ev olabilir. 

bir de, yaşadığı onca maceraya rağmen şükrettiği bir hayatı...

ara sıra konuşuyoruz. sanırım, yaşadığı mahalleye bu kadar yakın olduğum hâlde oraya taşınmamaktaki ısrarımı seviyor. anlattıklarını, kendi ahlâkımla değil onun ahlâkıyla değerlendirmemi de. bana itimat ettiğini biliyorum. o da buna ihanet etmeyeceğimi. 

o yüzden ortam ne zaman müsait olsa anlatır; çocukluk travmalarını, okul yıllarını, annesinin geçen gün onu aradığını, babasının vefatından sonra ortayan çıkan ve ne yaparsa yapsın dolmayan büyük boşluğu, serseriliklerini, anne olmanın güzelliklerini, kendisinden hoşlanan çocuğu, takılıp kaldığı elemanı...

bazan fikrimi de sorar, tavsiye ister. ardından bildiğini okur. ama bu durum geçmişte kaldı. çünkü, sözümü dinletecek bir yöntem buldum: babasına benzeyen ve sırf bu yüzden bile çok şanslı olan kızı...

söz gelimi, mahallenin kedileri için bir barınak mı yaptıracak, "ama," diyorum, "kızının hakkını da harcayacaksın oraya". otostopla avrupa turu yapmak isterse, "havalar çok soğuk. kızın hasta olmaz mı?" maaşından mülteciler için ayırdığı miktarı görünce, "kızına karne armağanı diye keman sözü vermiştin diye hatırlıyorum," diyorum.

emin olun, çalışıyor bu yöntem. "dokuz damlası şifa olan onuncu damladan sonra zehre dönüşür," ya da "azı karar çoğu zarar," demekten daha etkili. sarsmasa da durduruyor ve düşündürüyor.

geçen gün, hoşlandığı çocuktan bahsetti. normalde benim yanımda sözünü açmaz. daha en başında bu çocukla olmaz, bence uzak dur, seni üzer demiştim çünkü. üzülerek söylüyorum ki, süreç beni haklı çıkardı. hoşlanması nefrete dönüştü sanıyordum ama nefret kisvesine bürünmüş aşk olmuş sanki.

iki gün sonra elemanın doğum günüymüş. normalde gider, süpriz yaparmış. "saçmalama," dedim öfkeyle. "ciddi değildim," diye cevapladı. ardından, "adam gibi bir adam olsaydı bir dakika durmazdım," diye ekledi.

hemen "yangında kırılacak" camı kırdım: ya kızın?

düşünmedi, bir an bile tereddüt etmedi: "umrumda bile olmazdı."

*

aşkın, "gittiğin yolun sonunu düşünmemek" olduğunu öğrendiğimde neredeyse çocuktum. selim ileri'ydi söyleyen.

"umrumda bile olmazdı," dediğinde ilk aklıma gelen bu oldu. sonra içimdeki "aşkın ispatı" maddesini yeniledim. artık bana kanıyla mektup yazarsa değil kızı bile umrunda olmazsa inanırım varolduğu iddia edilen aşka.

*

şimdi, ayıplayan nazarlar eşliğinde  "bozulanın yerine mutluluk inşa olur mu?" diye soracaklar çıkacaktır. "şimdi kızı umrunda olmayanın ilerde kimse umrunda olmaz," diyenler de.

ama benim istediğim bu 'umursuzluk'un eyleme dönüşmesi değil, duyguların bunu eyleme dökebilecek kadar güçlü olduğunu bilmek.

tıpkı çok eski bir hikâyede, sosyal medya hesaplarının şifresini verecek kadar güvenmek gibi. oysa hesapların içeriğini merak etmiyordum ben, denetlemek ya da kontrol etmek de değildi derdim.

sadece, verecek kadar bana güveniyor muydu? asla istemezdim ama bir gün isteyecek olsam söyler miydi?

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Bu güzel yazı içinde ben sadece şurda ikilemde kaldım.Sosyal medya hesaplarını vermek güvenmekle mi ilgili.sosyal medya şifrelerini bilseydiniz size güvendiğine emin olur muydunyz?

verbumnonfacta dedi ki...

her hikâyenin "şifre"si farklı. evet, o hikâyede sosyal medya hesaplarının şifresini verebilmesi (dikkat edin, "şifresi," demiyorum, "şifresini vermesi" de demiyorum) önemli bir virajdı.
ben, ben hâlimle bir kadın olsaydım mesela. o zaman "şifre",muhatabımın başını kucağıma koyması olurdu.