16 Haziran 2020 Salı

karantina gecelerinde king

bu, sonu 'post-normal'e çıkan yolun çeşitli sapaklarında e-posta, mesaj ya da telefonla nasıl olduğumu soranlar oldu. hemen hepsine aynı cevabı verdim: deniz feneri bu. daima karantina. bekçilik ise her dem sosyal mesafe...

gerçekten de hayatıma büyük bir değişiklik getirmedi bu süreç. geçen gün düşündüm de üç şey değişmiş yalnızca. 

ilki, şu iş başlamadan saçımı kestireyim diye düşünürken, geri zekalının biri, "sakın!" dediği için berbere gitmemek ve aynada iki ay boyunca sırığa sarılmak için hamle eden fasulyeleri hatırlatan saçlara bakmak zorunda kalmaktı. ama yalan yok. favorilerimin uzaması, neredeyse yanaklarımı kaplaması hoşuma gitti.

şimdi düşününce, "geri zekalı" hitabını geri almak istedim o eski tanıdıktan. hem özel bir lisanı paylaşacak kadar yakın hissetmediğim hem de geri zekalının iltifat manasına gelen anlamını hak etmediği için. elbette iltifat. bunun için sol kolunu feda edebilecek bir sürü insan, sol kollarla dolu bir odam var benim. bir de sağ kol var o odada. sahibine, "gerizekalı seni çok seviyorum ben," demiştim. pişmanım.

ikincisi de, 'yüzde seksen' dedikoduları yüzünden olası bir enfekte durumuna karşı bedenen güçlü kalmak için daha az koştum. ama koşmayı özledim. ne zaman koşan birilerine rastlasam kıskandım. küfür de ettim doğal olarak.

üçüncüsü ise muhteşem oldu. whatsappte aktif kullandığım tek bir grup var. "mahalleden arkadaşlar" demek istedim nedense. neredeyse her akşam buluşurlar, çay içip eşli ihale ya da king oynarlardı. bunun planlamasını grup üzerinden yaptıkları için zaman zaman "fener bekçiliği doğru karar mı?" sorusuyla süslenen iç hesaplaşmalar bile yaşarım sayelerinde.

sosyal mesafe, karantina derken kahveye gidemedikleri için çare aramışlar, çözümü de internetin derinliklerinde bulmuşlar. beni de haberdar ettiler. buna göre internet üzerinden king oynanabilen bir siteye üye olmalı, çoklu sohbete olanak sağlayan bir uygulamayı da telefona veya bilgisayara yüklemeliydim. üye oldum. uygulamayı telefona yükledim.

sonra da tıpkı kahvehanedeymiş gibi nerdeyse her akşam sohbet ederek king oynamaya başladık. öyle ki, haftanın en az beş gecesi onlara takıldım.

aslında briç oynamak isterdim. üzerimde daha iyi durur, beni daha seksi gösterirdi. ama öğrenme fırsatı bulamadım. bir defa ali abiye söyledim. "semih'e söyle. briç'in ustası odur," dedi. semih abi ise ortalıkta yoktu. bir yerlere kazıya gitmişti galiba. ya da eşiyle arası limoni, izin alamıyordu. sonunda maç kahvesine döndü. ilk fırsatta derdimi söyledim. elimdeki kitaba tiksinerek baktı. "piyasadaki briç kitaplarından en az iki tanesini alıp bir yıl çalışacaksın. sonra bu konuyu bir defa daha konuşacağız," dedi.

neden bilmem, içimden o kitapları almak gelmedi. semih abinin tiksinerek baktığı kitap ise bir aşk söyleminden parçalar'dı. roland barthes bağışlasın ama kitabı bitirmeyi başaramadım. hatta bir kaç defa daha başladım sonraki yıllarda, yine başaramadım. eğer italo calvino harikası, bir kış gecesi eğer bir yolcu'dan ödünç bir oyunla söylersem; "okumadığım hâlde insanların okuduğumu sanmalarına izin verdiğim bir kitap" olarak bu itirafa kadar geldi. 

"mahalleden arkadaşlar"la kahvede buluştuğum o akşamlarda ne kitap okudum ne film izledim ne hayat kurtardım ne de insanlık için küçük kendim için büyük adımlar attım. umrumda da değil. çünkü muhteşem anlar yaşadım ve keyif aldım.

yıllardır tanıyorum hepsini. baba olanlar, saçı sakalı beyazlayanlar, göbek yapanlar, saçları dökülenler, hatta hacca gidenler var. ama görüntü olmayınca sanki hiçbir şey değişmemiş, zaman bile geçmemiş gibi hissettim. çünkü, biz "bin atlı" akınlarda değilse de "king oynarken çocuklar gibi şendik".

nihayet, sosyal mesafe kuralları esnedi. akşama doğru birisi, "elmas'ın orda çay içelim," diye mesaj attı. şimdi çardağın altında oturmuş king oynuyorlar. muhtemelen denizden gelen rüzgâr masa örtülerinin eteklerini, asmanın yapraklarını yokluyor.

ben de tavsiye üzerine seyrettiğim diziden iki bölüm izledim. şimdi de bunları yazıyorum.

2 yorum:

parıldayan çiçek dedi ki...

King, briç oynamak oyun deyince sadece okey oynama oda yaz gecelerinde bazen.

verbumnonfacta dedi ki...

okey deyince, eşli okey ve güneş tepeye çıkınca sığındığımız, üzeri hasır kaplı sahil kahvehaneleri geldi aklıma.

kızlı erkekli, gürültülü, pek şenlikli anlardı.