18 Şubat 2020 Salı

oskar, gitti gidiyor!

evet, oskar…

*

neredeyse on gün oldu. parasite ve bong joon ho övmediğim, hollywood işi filmlerle arama çok da mesafe koymadığım halde 'joker' joaquin phoenix ve renee zellweger'i kutlamadığım, laura dern'ün nefret edilesi performansından, brad pitt'in geç gelen ödülünden söz etmediğim için özür dilerim.

ama konuştular değil mi? hem de çok. en çok da, ödülleri siyasi ve ticari bulan, hollywood ürünlerinden nefret eden ve art hause sinemadan gayrısına tahammül edemeyenler konuştu.

tıpkı, türkçenin en büyük şairine faşist diyenlerin hepsinin de faşist olması tadında.

*

benim de söylemek istediğim bir şeyler var elbette. kaldı ki, bunların çoğunu dün akşam whatsapp grubunda da söyledim.

en iyi film ve en iyi yönetmen ödüllerinin (ki iki ödül daha, en iyi uluslararası film ve en iyi özgün senaryo ödüllerini de aldı) güney kore filmine gitmesinde siyasi bir yan olabilir. ama bu durum, bong joon ho'nun yetenekli bir yönetmen, parasite'in iyi bir film olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

bundan sonra söyleyeceklerim de bu gerçeği değiştirmez. kaldı ki, geçmişte çok daha kötü filmler ne ödüller kazandı.

hollywood sinemasının son altın dönemi doksanlı yıllardı. ve on bir eylül olaylarıyla son buldu. bütün dünya dönüşürken sinema da değişti. o değişimden geriye, düştüğü yerden 'kahraman'lara tutunarak kalkmaya çalışan, teknolojiden yardım bekleyen bir sektör kaldı.

tam da daha önce yapılmamışları yapmak için ideal bir ortam yani. en iyi yönetmen ödülünü bir kadına, en iyi film ödülünü bir televizyon filmine, en iyi oyuncu ödülünü bilgisayar vasıtasıyla oluşturulan bir oyuncuya vermek vs...

son ikisini ben uydurdum ama en iyi yönetmen ödülünü kazanan ilk kadın olan kathryn bigelow'un bu ödülü saçma sapan bir film olan the hurt locker(2008) ile kazanması tam da bu yüzdendi. öyle ki, hayatta olsa stanley kubrick bile en iyi yönetmen ödülünü almıştı fırsat bu fırsat.

yani "en iyi film ödülünün ilk defa orijinal dili ingilizce olmayan bir filme verilmesi" abartılacak bir durum değil, yalnızca zamanın ruhuyla ilgili. tıpkı amerika'nın ilk siyahi başkanı ya da gelecekteki muhtemel kadın başkanı gibi.

diğer yandan bu ödülü bir fetih değil de işgal olarak okuyorum ben. ama tersinden bir işgal. böylece hollywood güney kore sinemasını da kendine dahil etmiş oldu. tıpkı yeni pazarlara ve iş gücüne ihtiyaç duydukça genişleyen avrupa topluluğu gibi.

Hiç yorum yok: