1 Kasım 2019 Cuma

aşkta tabula rasa felsefesi

tabula rasa, boş levha ya da sayfa demek. felsefede ise yeni bir tecrübeye, her türden bilgi ve öğretiye açık insan manasında kullanılıyor. "aşkta tabula rasa felsefesi"ne gelince, bu ifadeyi daha önce de kullanmış, peşi sıra "yok öyle bir felsefe. ben yazarken uydurdum," demiştim.

adı bu olmasa bile aşkın böyle bir hâli var ama.

böyle bir hâlin varlığına inancım yıllar önce, neredeyse çocukken başlar. takip ettiğim bir dergi vardı. izzet öz'ün bana chris isaak'ı tanıtan yazısı ve iki makaleyi saymazsak unuttum gitti. chris isaak o günden bu yana en sevdiğim yabancı şarkıcıdır. evet, en sevdiğim. çünkü tom waits bir 'aziz'. o iki makale ise beni ben yapan, yorgun ve kirli dediğim bir geçmişi inşa ettiğim taşlardan ikisidir.

iki peş peşe yayınlanan bu makalelerin ilki, "bekliyordu ama gitmedim" başlığını taşıyordu galiba. acı çekmek ya da özlem yerine ilişki sonralarının övgüsüne soyunuyordu. tek başına sinemaya gitmenin güzelliği, ihmal ettiğin keyifler için artık bolca vakit olduğu, vicdan azabı çekmeden arkadaşlarına zaman ayırabileceğin falan... ikinci makaleden hatırladığım ise, son cümlesi: artık yeni bir ilişkiye hazırsın.

kendi adıma konuşursam; yorgun ve kirli dediğim o geçmişte, kendimle gurur duyduğum davranışların bir kısmı işte bu iki yazı sayesindedir.

bir dalı bırakmadan öbür dala tutunmadım mesela. yedekte kimseyi bulundurmadım. durdum işte öyle... "napıyosun diye soran olursa, hiç işte duruyorum," dedim. unutmadım ama aklım hiçbir zaman geçmişte kalmadı. anı parçasına dönüştü, anlatmaktan keyif aldım ama hiçbir zaman özlemedim. bu yüzden her aşk ilk gibiydi benim için. kaldı ki, böyle olmadan da her ilişki biricik ve tektir. başka bir deyişle ilktir. hiçbir öpüşme başka bir öpüşmeye benzemez örneğin.

bu, ilişkilerin ahlâki yanına dair bir tutum. bir de olayın mantık yanı var.

bunu yapmadığınız, yani her şeyi unutup yeni bir ilişkiye hazır olmadığınız takdirde olacaklar bellidir. ilişkinin daha başında, yaşanan günlere dair hayallerin ya da beklentilerin altını kazıp yıkıveren bir anımsama ve karşılaştırma mekanizmasını harekete geçer. her yaşanan şey, yegâne olmayı bırakır ve birbirinin kopyası parçalara dönüşür. her şey aynileşip hiçbir şey fark etmez olduğunda da, keşke o burada olsaydı dersiniz. elleri neden sondan ikinci gibi değil ki, diye isyan edersiniz. sondan beşincinin kocaman gözleri aklınızdan çıkmaz. sondan on sekizincinin getirdiği bir bardak suyu sarıp sarmaladığınız pamukların arasından çıkarıp tekrar tekrar bakarsınız.

tabula rasa hâli için bekleyişin süresi farklıdır elbette. bazıları için bir yıl uzundur. bazıları için de, "önümde onu unutacak kadar zaman olduğunu sanmıyorum," der, unutmayı denemezsiniz bile.

Hiç yorum yok: