5 Haziran 2017 Pazartesi

uçurum kenarındaki şehir

bir şehir vardı.

ve bir uçurumun kenarındaydı.

bir gün şehrin dışında bir kervan konakladı. uçurum şehirle kervan arasında. yolcular arasında da hayatı yollara ayarlı bir seyyah. seyyah, bir sabah çadırının önünde durdu, önce şehre sonra uçuruma baktı. şehir kendi hâlinde, uçurum derin; fersah fersah. içini çekti, "umarım şehir uçuruma yuvarlanmaz," dedi.

bir başka gün başka bir seyyah. yol yorgunu. ayakları yürümekten, gözleri görmekten yorgun. görmekten çok hissederek, "bu şehir lanetlenmiş, uçurumun çağrısına daha fazla dayanamaz," dedi.

kulaktan kulağa yayıldı şehrin laneti. şehrin uçuruma yazgısı.

bir gün bir adam çıktı kürsüye. galiba belediye başkanıydı. "uçurumu doldurmalıyız, yardımınıza ihtiyaç var," diye seslendi dinleyenlere.

koştu şehrin sakinleri. ellerine ne geçtiyse onu, mobilyalarını, arabalarını, evlerini, arkadaşlarını, akrabalarını, eşlerini ve hatta çocuklarını uçuruma attılar.

anlaşıldı ki, uçurum şehir kadarmış. yazgıdan kaçıl(a)mazmış.

Hiç yorum yok: