27 Mayıs 2016 Cuma

hayat

prolog

bu yazı prolog ve peşi sıra gelen iki bölümden oluşmaktadır. ilk bölümde vnf. işi bir ahkâm yer alırken, ikinci kısım haruki murakami'nin renksiz tsukuru tazaki'nin hac yolculuğu romanını daha da güzelleştiren bir yerden alıntı: kızıl'ın vedalaşmadan önce tsukuru'ya anlattığı, ana fikri "bizim her birimize seçim yapma özgürlüğü verilmiş. ama..." olan bir öykü.

diyeceğim o ki, bu bir dost tavsiyesidir ve "bu vnf. yine aynı şeyi yapar, sözü uzattıkça uzatır" diyenler doğrudan ikinci bölüme atlasın isterim.

kelimeleri tıpkı benim gibi içeriğinden bağımsız olarak da sevenler ise ne yapacağını biliyor.

I

hayat saldırıya uğramaktır.

bebek ağlar, çünkü daha doğar doğmaz saldırıya uğrar. ciğerlerine dolan havanın saldırısıdır bu. aynı zamanda erken bir uyarı. bebeği ağlatan da bu uyarının saldığı korkudur.

gelişimini anne karnında sürdürürken göbek kordonu aracılığıyla oksijen alan bebekler akciğerlerini doğuma kadar gerçek manada kullanmaz. göbek bağının kesilmesinden sonra artık oksijenini kendisi almak zorundadır. aldığı ilk nefesle birlikte ciğerleri havayla dolar. bebek için "yeni" olan bu durum, biraz da can yakıcı olduğu için bebeğin ağlamasına neden olur.

çok geçmeyecek, insan kendini diğer canlılardan ayıran en büyük farka sahip çıkacaktır: yaşamanın bitimli, bir gün öleceği bilgisi. ve bu insanın en büyük yalnızlığıdır. hayatı paranteze alınmış, oyun alanı belirlenmiştir. ne olacaksa o parantezin içinde olacak, ne yaparsa o parantezin içinde...

II

"bu benim, işe yeni başlayacak şirket çalışanlarının stajlarında yaptığım ilk konuşmadır. önce odanın tamamında göz gezdirir, sonra stajyerlerden birini rastgele kaldırırım. sonra şöyle derim: "hadi bakalım, senin için bir iyi bir de kötü haberim var. önce kötü haber. şimdi senin el ya da ayak parmaklarının tırnaklarını kerpetenle sökeceğiz. üzgünüm ama böyle karar verilmiş durumda. değiştirmek mümkün değil." çantamdan, daha önceden hazırladığım kerpeteni çıkartıp herkese gösteririm. herkes iyice görebilsin diye zamana yayarak. sonra şöyle derim: "şimdi de iyi habere gelelim. el tırnaklarının mı, yoksa ayak tırnaklarının mı çekileceği konusunda seçim sana bırakılmış durumda. hadi bakalım. hangisi seçiyorsun? on saniye içinde karar vermen gerek. eğer karar veremezsen, hem el hem ayak tırnaklarının hepsini birden sökeceğiz." sonra elimde kerpetenle on saniye sayarım. "ayağım olsun" derler, çoğunlukla da sekizinci saniye civarında. "tamam. ayak öyleyse. şimdi bununla senin ayak tırnaklarını sökeceğim. fakat daha önce, söyle bakalım. neden ellerini değil de ayak tırnaklarını tercih ettin?" diye sorarım. stajyer yanıtlar: bilemiyorum. herhalde her ikisi de aynı ölçüde acı verir. fakat ikisinden birini seçmek zorunda kalınca, çaresiz ayağımı seçtim işte." ben de o stajyerin elini sımsıkı tutarak tokalaşır, şöyle derim: "gerçek hayata hoş geldin!" welcome to real life."

1 yorum:

Zelda Capulet dedi ki...

bebekler ilk doğduklarında korkmaz, ilk itirazım buna :) ağlamaksa muhtemelen yaşadıkları acıya verdikleri evrimsel bir sonuç...

ikinci itirazım "hayat saldırıya uğramaktır" sözüne; çok kocaman olmamış mı? biyolojik anlamda tanımlamak biraz daha "kolay" olabilir hayatı ama onun ötesindeki tanımları bir cümleye sığdırmak riskli gibi geliyor bana...

ve son olarak şu 'seçim yapma meselesi'... külliyen yalan ;)