10 Eylül 2015 Perşembe

geride kalan

herkes gidiyormuş da bir ben kalıyormuşum gibi hissediyorum.

belki bir deniz fenerinde bekçi olmanın bir sonucu bu. ne de olsa bekçilik nesilden nesile geçer. insan yazgısından kaçamaz.

ancak yaşlı kıtanın uzak bir köşesinde sizinle hiçbir alakası olmayan bir savaşta ölmekle ya da kaybolmakla -babama kalırsa kaybolmuş gibi yapmakla- kurtulacağınız bir yazgı bu. ödül olarak bir madalyanız olur, babanızın eline tutuşturulan. ablanız, "aman benden uzak dursun," dediği için sonrasında miras yoluyla size geçen.

babanızın evli bir adam olduğu halde okyanusun ötesine gitmesini, orada zorluklar içinde geçen aylara, sadece foto fuat'ta çekilmiş babalı oğullu bir fotoğrafa sığınarak nasıl tahammül edebildiğini anlamak için büyümeniz gerekir.

büyümeniz ve büyük bir utançla, havasızlıktan kokan soğuk yatakhanelerde uyku sizi kollarına almadığında, hayal kırıklığı ve öfke sosuna bulanmış "bir baba tek oğlunu, hem de çok seviyorum dediği tek oğlunu daha on bir yaşında evinden ve denizden uzağa nasıl yollayabilir," sorusunun cevabını bulmanız gerekir: çember ya da zincir ya da her neyse kırmanız, bu yazgıdan kurtulmanız için.

peter pan girer görüntüye. hikâye alper kamu'ya uzanır. ne de olsa diğer çocuklar büyürken her ikisi de aynı kalır. alper kamu'ların ikincisi olan cehennem çiçeği'nin en-sonu bir defa daha yankılanır kulaklarda:
"bütün aşklar küllenir, bütün babalar ölür, bütün hikâyeler biter. birinin yıkıntıların nöbetini tutması gerekir; işte o yüzden, biri hariç, bütün çocuklar büyür.
gölgesini kaybeden insan, gölgenin kendisine dönüşür."
başka çocuklar kariyer, ev-evlilik, çoluk-çocuk, araba, beyaz eşya, taksit ve benzeri kelimeler dillerinde büyüyüp adam olurken.