19 Mayıs 2011 Perşembe

eva, petra ve ben*

dietrich ackerbaum: 1965 yılında demokratik almanya'nın kültür-sanat kenti rostock'da doğdu. liman çocuğu olmaktan kendine gurur payı çıkarmayı ihmal ettiği anlarda edebiyatla ilgilenmektedir. 1980'li yıllarda bir süre moskova'da enformatik eğitimi alan, 1988'den bu yana berlin'de yaşıyan ackerbaum, hem duvarın yıkılışını hem de berlin'in yeniden başkent oluşunu yerinde gözlemledi. roman ve öykülerinin yanısıra, gezi yazıları da bulunan yazar, 'alman edebiyatının çağdaş ve yenilikçi seslerinden biri' olarak görülmesini ise alaycı bir kayıtsızlıkla karşılıyor.

aşağıdaki pasajın alındığı "eva, petra und ich/ eva, petra ve ben" adlı öykü, yazarın "der stammgast/ müdavim" adlı öykü kitabında yayımlanmıştır.

*

eva o gün bal rengi saçlarını bağlamamış. max’ın doğumgünü partisindeyiz. alelâde bir taç var başında ve üstünde de alelâde giysiler. ben salonun dışarıya bakan penceresinin önünde durmuş belirgin bir can sıkıntısıyla dışarıya bakarken, gelip yanıbaşımda duruyor. hiçbir şey söylemiyor, ben de söylemiyorum.

mannheim’da henüz on beş yaşında bir gençken ben, yine bir arkadaşımın doğumgünü partisinde aynı sahne yaşanmış, ben yine pencerenin önünde durmuş dışarıya bakarken yanıma yaklaşan bal rengi saçlı bir kız hiçbir şey söylemeden yanıbaşımda durmuştu. o gece sessizliği bozan ben oldum ve gece, bal rengi saçlı kızın “stefan sen bir domuzsun!” heyheylenmesiyle sona erdi. stefan’ın bir domuz olduğuna dair yaygın inanışın bal rengi saçlı kız tarafından da tasdiklenmesi o an etrafımda bulunan samimi arkadaşlarımın bir kısmını şaşırtıp, bir kısmını da neşeye boğmuş olsa da, bu hakaret benim hayata bakışımı herhangi bir biçimde sekteye uğratmadı. sonraki yıllarda domuzluktan vazgeçmeyi değil ama yerine ve zamanına göre domuzluğumu törpülemeyi öğrendim. bir domuz olduğum gerçeğinin yüzüme vurulduğu anlarda, bundan belli belirsiz bir gurur payı çıkarmayı bile başardım. ama bu gerçeği kimi zaman farklı kelimelerle de olsa yüzüme vurmaktan hiç vazgeçmeyen karşı cins mensuplarının içinde, o ânı en dolu dolu yaşayan, domuzluğuma yönelik hıncını en kanırtıcı biçimde dışa vuran kişi hiç değişmedi. mannheim’daki doğumgünü partisinin sonunda ilk cinsel deneyimimi yaşamak için hedef seçtiğim petra, hakaretin hakkını vermeyi biliyordu.

eva’yı yan gözle süzerken bal rengi saçlarından çok bakışları dikkatimi çekiyor. zaten kadınların saçlarına yönelik özel bir ilgim de yoktur. saç rengi ve şeklinden karakter tahlili konusunda uzmanlaştığını sanan eski bir arkadaşım koyu kızıl düz saçlı kızlara asla güvenilmeyeceğine dair teziyle yıllarca başımızı ağrıttıktan sonra tam da böyle bir kızla evlenerek, umut vaât eden parlak bir kariyeri çöp tenekesine göndermiş, bekârlığa veda gecesinde konuyu açma cüreti gösteren bir başka arkadaşımızı ise konuyu açtığına pişman etmişti. evdeki onca insan dururken, bu bal rengi saçlı kızın yanıbaşıma gelmesini de kendimden çok evin manzarasına yoruyorum zaten ve bütün domuzluğumla aşağıya bakmayı sürdürüyorum. eva da hiç ses çıkarmadan aynısını yapıyor. hiç tanışmayan iki insanın sessizce yan yana durmasında erotik bir yan olduğunu bilmeyecek denli saf bir kıza benzemiyor eva. hattâ böylesi gerilimlere özellikle davet çıkaracak türden biri bile olabilir. yalnızca yan gözle birkaç kez kestiğim bir kız hakkında böylesi cüretkâr çıkarımlarda bulunmam ise benim peşin hükümlülüğümle açıklanabilir muhtemelen. ben tam da söz konusu peşin hükümlülüğün de üzerime yapışan domuzluğun bir parçası olup olmadığına kafa yorarken eva bana dönüyor ve “ne kadar güzel bir manzara,” diyor.

cevap veriyorum:

“on dakikadır burada dikiliyorsun, bunu mu söyleyebildin?”

normal koşullar altında, eva’nın bu cümleye karşılık olarak bir domuz, su katılmamış bir göt ya da gün yüzü görmemiş bir yavşak olduğuma dair acı gerçeği bir kez daha yüzüme vurduktan sonra olay yerini hışımla terk etmesi gerekiyor. ama öyle olmuyor.

“senin daha iyi bir cümlen var mı?”

on beş yaşımdayken, mannheim’da daha iyi bir cümle bulamadığım için petra’nın dudaklarına asıldığım günden beri, iç ceplerimde her duruma uyacak “daha iyi cümleler” taşıyorum, ama o akşam güzel berlin manzarasının karşısında dilim tutuluveriyor. gerçekten de daha iyi bir cümlem yok ve dışarıdan gelen ışıkta bal rengi saçlarını belli belirsiz fark ettiğim eva en hassas yerimden vuruyor beni. daha iyi bir cümlem yok.

“daha iyi bir cümlem yok,” diyorum.

eva bunun üzerine çaçaron bir sokak kızı edasıyla yaka silkerek, “o zaman kapa çeneni de manzarayı seyret,” diyor ve istifini bozmadan dışarıya bakmaya devam ediyor. tehlikeli bir dönemecin başında olduğumu o anda anlıyorum aslında. arkamı pencereye dönüp, kalabalık salonda petra’yı arıyorum gözlerimle. göremeyince yeniden önüme dönüp, adını soruyorum bal rengi saçlı kıza. “eva,” diyor. Hiç sektirmeden, “eva,” diyorum, “sen tam bir domuzsun!”




*çeviren: s. melek yıldız

Hiç yorum yok: