22 Eylül 2010 Çarşamba

atilla atalay

neden bilmem, ne vakit onu anlatsam söze 'genç yazar' diye başlıyorum. oysa altmış üçte doğmuş. belki o da yaşı olmayanlardan biri olduğu için. belki de her şey değişir ve kirlenirken orada bir yerlerde hep aynı kaldığından.

fırt ve gırgır dergilerinden başlayan yolculuğunun ürünleri önce telos peşi sıra iletişim yayınları vasıtasıyla kitaplaştı. bugünlerde türlü dergilerde yazarken bir yandan da bloglar denizinde amiral gemisine komuta ediyor.

eray, haftanın lakırdılukurdusu, sıdıka, sıkılhan... bunları da bilirim ama onu daha çok hıbır mizah dergisinde ergün gündüz' ün çizgileriyle resimlenen, mizah yüklü kitaplarının sonuna her defasında bir iki tanesini eklediği öyküleriyle bilmeyi seviyorum.(hayaller kahyası ve kabin böcüü istisna. çünkü baştan sona bu öykülerden oluşuyordu.)

'iki cami arasında beynamaz gibi' diyenlere "sen takılma usta, bırakıcam bu işleri. opera yazıyorum. liberettonun yarısındayım, bi aryayı da bizzat seslendiricem. bu bakımdan sesimi yormamam lazım. kapatalım bu mevzuları. (kalbin böcüü)" demesine bakmayın siz, 'komikçi kitapları' nın sonuna eklediği bu 'hisli öyküler' ondaki mizah - hüzün kardeşliğinden başka bir şey değildir.

"bazen konuşamaz, diyemez oluyorum... kalemi sıkıyorum,elime yapışıyor... tüm dünya üzerime geliyor... kalemleri gökyüzüne fırlatıp duvarlara tükürüyorum... 'beklerler' deyip 'o gülünçlü yazılardan' yazarken, elimdeki kalemi kocaman bir direk gibi hissediyorum...

ben o direkle, kan ter içinde, bir o tarafa bir bu tarafa savrula savrula debelenirken, birileri şaka yapıyorum sanıp gülüyor... anlatamıyorum.(şakacı)"

aşkın en yakıcı, en samimi öykülerini ondan dinledim. tahmin edilemeyecek kadar sadelikle anlattığı bu öyküler bir daha kaybolmamak üzere içimde bir yere saplanıp kalıverdi: gidiş geliş, seslerim, ebekulak, fondip, öpücük balığı, fabrıga, ağlama dolabı, insan kalma alıştırmaları...

şimdi ise bir türlü doğru dürüst çalışmayı başaramayan makinalarda hıbır dergilerinden birer sayfayı fotokopi ettiğim günler, büyümeye çalışırken oynadığım oyunlarda onun cümlelerinden yardım umduğum zamanlar aklıma geliyor: birileri size 'ben sana ne yapabilirim ki?' diye sorar. cevabı ancak kendi sesinizle verebilirsiniz "çok şey..." sesleriniz uzaklarda kalmıştır.

ondan öğrendim bir sınıf dolusu çocuğun öksüz kalmasını, yavru bir kedi yutmayı, yalnızlık aletlerini, okulun en kazık dersine kafayı takıp tek vuruşta haklamayı, gözlerimin üzerine bir çift mavi göz örtüp uykulara dalmayı, başımı bir otobüsün buğulanmış camına yaslayıp bozkırı tek başına yaşayan bir ağacın yerinde olmayı, öyküsünü yazmak yerine yaşamak gerektiğini, ki yazsak bile beş para etmeyeceğini.

bir gün alacağım cevabı bile bile ona sormak isterdim: gerçekten başınızdan geçti mi?

"anlatılan sizin hikayenizdir."

bizim hikayemiz.

3 yorum:

Hayal Kahvem dedi ki...

Vay canına sayın seyirciler. Benim gibi Atilla Atalay'ın kitaplarının arkasındaki gizli ve hisli öykülerin bir takpçisi daha var demek ki:) Çok sevindim. Durun, Kişi Başına Bir Yalnız'dan alıntı yapıvereyim size:)

"Sanıyorum denizin tek müşterisiydim. Rüzgâr keşişlemeden üç ile beş şiddetinde esiyor, uzaklarda bir salın üzerine üslenmiş kuş korosu aklımdan geçen suzinak şarkıya eşlik ediyordu. Pek efsunlu, insana huzur veren bir görüntüydü. Öyle ki, olur da ölürkene gözümün önünden bi film şeridi geçerse, filmin "mesut dakikalar, haz veren lahzalar" bölümünde bulunsun istedim. Oysa şu lanet olası hayata rozetimi ve silahımı teslim edeli çok oluyordu. Öyle fazla derdim olmazdı yani. Gidene yaban mersinli donut yiyip sert bir kahve içerek bakardım. "Hoop" diye gidiverdi O. Gittiydi işte... Sonra bir süreliğine öldüydüm ben. Her yer hepten sessiz. Durdum, kuma çekilmiş bir kayığın karına gömdüm kendimi ben, öylece seyrettim. Çok ıssız buralar şimdi, hayat böyle artık; kişi başına bir yalnız düşüyor."

Sevgiler.

verbumnonfacta dedi ki...

"oysa sanıldığından çoktur yalnız nüfusu; kişi başına bir yalnız düşer." de der, değil mi?

Hayal Kahvem dedi ki...

Evet,

Yalnızlık herhalde, bir insanın saklamayı düşündüğü en son şey olmalıdır. Fakat yine de konuşulsun istemezsiniz. Size öyle öğretilmiştir, ayıptır çünkü yalnızlık. Yekten “deli” diyen de olur, “bakma sen, bugünlerde en düzeyli ilişki, yalnızlık aslında” derken gözlerinize “seni aklına çaktığımın manyağı seni, kimbilir ne arızan var ki, kimselerle geçinememişsin, ısırsa bana da bulaştırır mı acaba” gibisinden bakan da."

Veee....

"Oysa sanıldığından çoktur yalnız nüfusu; kişi başına bir yalnız düşer."