11 Aralık 2009 Cuma

altı çizili satırlar: cebelitarık denizcisi

hiç şüphesiz kitapların da bir kaderi var. yerine ve zamanına denk gelirler. ilk okumaya kalktığımda bitiremediğim tatar çölü sonradan sıralama dışı bir biçimde hayatımın romanı olmuşsa bu ancak denklik kelimesi ile anlatılabilir.

benim onu değil, onun beni bulduğuna inandığım marguerite duras romanı cebelitarık denizcisi de böyle bir roman: yerine ve zamanına denk gelen.

bu roman, "eksilterek yazmak"la ünlü olan duras'ın romanları içinde en hacimli olanı.

sadece bu değil, duras'ın her zaman yaptığı gibi olayın pek az şeye, öykü süresinin kısa bir zaman dilimine indirgendiği bir anlatı da değil. uzun bir zaman diliminde italya'da başlayıp, neredeyse bütün akdeniz limanlarını dolaştıktan sonra cebelitarık'ı geçip önce atlantik okyanusuna, sonra da afrikanın içlerine yol alan bir roman.

ama kahramanları, hep olduğu gibi kalabalıklar arasında yalnız ve az konuşkan.

uzatmalı sevgiliden "senin hayatın hayat değil" diyen kamyon şoförüne, nehir ağzındaki pansiyon sahibinin kızından yatta çalışan denizcilere, cebelitarık denizcisi olma ihtimali taşıyan benzinciden afrikada unutulmuş bir köydeki maceraperest ihtimale kadar bir yığın karakter 'ciddi' manada romanda yer bulsa da roman bir kadınla bir erkeğin hikayesi.

anna, amerikalı bir milyonerin dul eşi. yatıyla bütün bir akdenizi dolaşıp "cebelitarık denizcisi"ni aramaktan başka bir iş yapmayan genç ve güzel bir kadın.

adamın ismini bilmiyoruz. yıllardır sevmediği bir işte çalışan, sevmediği bir kadınla birlikte olan, yani yaşamayıp zaman geçiren bir adam.

altı çizili satırlar ise neredeyse romanın başından, adamın uyanışına sebep olan kamyon şoförü ile yaptığı konuşmadan.

adam ve uzatmalı sevgilisi milano ve cenova'yı dolaşmışlar, iki gündür bulundukları piza'dan floransa'ya gitmeye karar vermişlerdir. ama barışın ikinci yılına denk geldiği için ne tren ne diğer toplu taşıma araçlarında yer yoktur. birileri floransa'ya işçi götürüp getiren kamyonlardan bahsedince şanslarını orada denemeye karar verirler. adam şoförün yanına, kadın ise kamyonun kasasına işçilerin yanına oturur.

şoför konuşkan bir adamdır. bir yığın şey anlatıp, bir yığın soru sorar. en sonunda, "bence sen işini bırakmalısın," der.

işte o altı çizili satırlar:

"- bence sen işini bırakmalısın.

- er ya da geç, yapacağım bunu.

bu işin şakası olmadığını bana yeterince anlatamadığını düşünüyor olmalıydı:

- baksana, dedi. beni ilgilendirmez ama, sen bu işi bırakmalısın bence.

bir an sustu, sonra:

- yaşamın yaşam değil.

- tam sekiz yıldır, bu işi bırakacağım günün bekleyişi içindeyim, dedim. ama eninde sonunda olacak bu, başaracağım.

- benim de demek istediğim şu ki, bugünden tezi yok...

bir an sustum, sonra:

- belki de haklısın, dedim.

nefis bir serinliği vardı rüzgarın. ama şoför benim kadar tadını çıkaramıyordu.

ona sordum:

- peki, niye böyle dedin?

usulca, dedi ki:

- çünkü sen, biri sana bunları söylesin diye bekliyorsun, yalan mı?

ve bir kez daha yineledi:

- yaşamın yaşam değil. benim yerimde kim olsa aynı şeyi söylerdi."*




*çeviren: mükerrem akdeniz (can, 1999)

Hiç yorum yok: