21 Kasım 2024 Perşembe

dostsuzluk

üniversiteden sonra 'dostum' diyebileceğiniz, 'dost' kavramının içini dolduran arkadaşlarınız oldu mu?

bu soruya cevabınız, "evet," olsa bile üniversite, lise, hatta daha öncesinde kurulan arkadaşlık ya da dostlukların tadı bir başka değil mi?

yeni dostlarınızla "en son ben aradım, sıra onda" ya da "benim 'başkalarının yanında susarak yürüyebilen insanlar günü'mü kutlamadı" muhasebesi yaparken, eskilerle aylarca, hatta yıllarca konuşmasanız da dün görüşmüş, araya hiç mesafe girmemiş gibi bıraktığınız yerden devam edebiliyorsunuz değil mi?

zor değil mi, biraz yaş alınca arkadaşlık, dostluk kurmak?

/artık alıp almamakta kararsız kaldığınız lüks otomobili size satabilirim. otomobil satıcılarının klasik taktiğini kullandım, 'küçük evetler'i yeterince biriktirdim./

aksi örnekler* varsa da, belli bir yaştan sonra sadece kalbini karşı cinse açmak değil dostluk kurmak da zor iş.

karşı cins konusunda bu durum yalnızlığa alışmak, konfor alanını terk etmeye değer bir hikâye bulamamak, bulunsa bile görmezden gelmekle açıklanabilir. ama dostluksuzluğun tek bi sebebi var samimiyet noksanlığı. unutulan apaçıklık, giyilen kostümler, girilen roller.

en son ne zaman kendinizi başkalarının yanında saldınız? "haklısın", "sana katılıyorum" demeden söze başlayıp, içinizden geçeni, doğru bildiğinizi söylediniz? bencil sıfatından korkmadan "hayır" dediniz? hata yapsanız bile yargılanmayacağınızı düşündünüz? yargılayanlar olsa bile umurunuzda olmadığı günler nerede kaldı?

ben söyleyeyim: bazı özel durumlar dışında, yirmili yaşlar civarı.

ondan sonra da, toplum içinde nasıl davranacağı ezberletilmiş bireyler olarak çalışma hayatına salıyorlar bizi. taşrada ya da uzak ülkelerde halktan kopuk, birbirine sığınmış çalışma arkadaşları içinde değilseniz -ki o durumlar üniversite hâlâ bitmemiş etkisine sahiptir- kendimizi yoğun bir rekabetin içinde buluyoruz.

sadece çalışma hayatı değil sosyal hayat da adeta sonraki hamleleri hesap etmeniz gereken satranç oyununa dönüşüyor. komşular, iş arkadaşları, marketteki kasiyer kız, spor salonundaki antrenör, hatta hoşlandığımız insanla kendimiz gibi değil olması gerektiği gibi ilişkiler kuruyoruz.

/ulan, hoşlandığımız kızı ne zaman arayacağımıza dair kurallar var. hemen arayamazsın. bir kaç gün geçmesi şart.

ulan mı?

evet, "ulan"./

buzluktan çıkalı çok olmuş buz küpleri gibi köşelerinin keskinliği kaybolmuş şekilde muhatap oluyoruz muhataplarımızla. aksi takdirde, konu komşu ne der? ne der müdürümüz? asansördeki kız?

hâlinin farkında olan insan karşısındakinin de ne hâlde olduğunu biliyor. yani sahtelik değilse de doğallıktan uzak paylaşmaklar. saçının rengine yapılan iltifat samimi, arkadaşının dediği gibi kilo vermemiş olabilir. çünkü aksi durumda kendisi birine saçının rengini övmüş, diğerinin eksilen kilolarını abartmıştı.

söyler misiniz, böyle bir ortamda kime samimiyetle açılacak kimin karşınızda çırılçıplak durduğuna inanacaksınız?

ve böyle bir ortamda birine nasıl "dostum" diyebileceksiniz?


*: evet, saydım. beş tane dost sıfatını hak edecek arkadaşım var üniversite sonrası tanıdığım. kadın da var erkek de. benden büyük de var içlerinde küçük de. ama hepsinin en ortak özelliği şu: birbirimizin ciğerini biliyoruz. günahlarımızı, sevaplarımızı, zaaflarımızı, acılarımızı, korkularımızı. ne varsa....

Hiç yorum yok: