13 Ekim 2021 Çarşamba

nobel 'şey'i, yazarlar ve okurlar

evet, 'şey'... 'ödül' demeye dilim varmadı çünkü.

ve bunları, ortalama üzeri bir okur ve edebi gündemi takip eden bir edebiyat meraklısı olarak yazdığım kayıtlara geçsin isterim. 

şimdi "sanık" benim...

nobel'e inanmıyorum. çünkü nobel'in yalnızca kelimelerle ve kalemin gücüyle kazanılan bir 'şey' olduğuna inanmıyorum. oysa benim için kelimeler ve kalemden başka ölçek yok edebiyatta.

elbette sevapları yok değil. saramago, marquez, hatta orhan pamuk.... düşünüyorum da o kadar kusur kadı kızında da bulunur. yine de, "saramago ve marquaez'e ödül kazandıran motivasyonu bilemem ama orhan pamuk'un nobel'i arzuladığını, bunun için ruhunu satmaya hazır olduğunu, (hadi biraz cesur olalım: hatta sattığını) gördü bu gözler," demezsem "söylenmemiş söz"ler kalır geriye.

yine de aday listesine, kimin ya da kimlerin favori olduğuna, kimin kazandığına kayıtsız değilim. biraz merak biraz da kızları etkilemekte kullanılacak, ayaküstü sohbetleri renklendirecek genel kültür bilgisi gibi aklımda tutmaya çalışıyorum.

mesela geçen yıl, louise glück kazanmıştı ve ondan geriye yalnızca, "dünyaya bir kez çocukken bakarız./ gerisi hatıradır" dizeleri kaldı. hatta adını hatırlamayıp bu iki dizeden dem vurduğum anlar bile oldu.

bu yıl da aynı şeyleri yaşadım. aday listesine baktım. kendi kendime, "bu ödülü önemsemiş olsaydım javier marías'ın kazanmasını isterdim," dedim. hatta dayanamayıp, bunun tivitini bile attım. aklımda bir murakami kalmış, bir de martin amis... bunları yazarken margeret atwood ve annie ernaux'u da hatırladım. daimi adaylar milan kundera, salman rushdie, stephen king ise hep oradalar.

nobel edebiyat ödülü'nü kazanan abdulrazak gurnah'ın adını ise hatırlamıyorum bile. onu iletişim yayınları'nın reklam olsun diye yaptığı sosyal medya paylaşımları dışında hiç duymamıştım. 

merak etmeyin konuyu bir yere bağlayacağım. bu defa çenem düşük olduğu için uzun uzun anlatmadım.

ödül açıklandı. aman allahım! herkesin en sevdiği yazarmış meğer abdulrazak gurnah. okumayan kalmamış. birer ikişer okumuş herkes. haset bir adamım ya, "iletişim yayınları, fırsat bu fırsat satış raporlarını paylaşsa" diye geçirdim içimden. görseydik kaç kitap satılmış da kaç kişi okumuş.

bir yandan da merak etmedim değil. nobel ödüllü bir yazarı okuyunca ne oluyor? okumayınca ne oluyor? hiç okumazsak ne olur? okumayı abartıyor olabilir miyiz? sadece bir keyif olarak görmek, okuyunca büyük adam olmadığımızı anlamak zor mu?

"okumak denilen kutsal inek" başlıklı bir yazı yazdırmayın bana. ya da "okumak adlı bir kutsal inek vardır ki yıllardır yanyana yürürüz bu yollarda".

bir de koşanlar var. önemli bir şey değil o kadar. ben yıllardır koşuyorum, bir işe yaradığını görmedim.

4 yorum:

pelinpembesi dedi ki...

VALLA HARİKA BİR ELEŞTİRİ!

verbumnonfacta dedi ki...

"bağırmayın bana!" :)

Vladimir dedi ki...

Gurnah'ın Afterlives adlı romanı hem kurgusu hem de analtım biçimiyle çok çarpıcı. Tanzanya'da batı ülkelerinin asla anımsamak istemediği bir dönemi farklı karakterlerin bakış açılarından anlatıyor. Bilhassa Hamza ve İlyas karakterleri çok etkileyici. Bütün kitaplarını okumadığım için hakkında fazla bilgi sahibi değilim. Elbette Marias, Murakami veya Yan Lianke: bunlardan biri kazansaydı yine ödül yerini buldu hissi oluşabilirdi. Nobel ödülünde yazarını en iyi savunan grubun sözü geçiyor sanki. Ödül konusunun hali asıl ülkemizde içler acısı değil mi? :)

verbumnonfacta dedi ki...

şüphesiz sizin gibi gurnah okurları var. güçlü bir yazar da olabilir. kaldı ki, umberto eco'dan duydum diye hatırladığım bir cümleye sonuna kadar inanıyorum: güney amerika'da, dağ köylerinden birinde dostoyevski kadar iyi yazan biri olabilir. (evet, aklımda kaldığı kadarıyla söyledim)

ben nobel'e kutsiyet izafe edilmesini sevmiyorum. ödül açıklandıktan sonra yapılan abdulrazak gurnah övgüleri. yoksa, nobelsiz orhan pamuk'u da severdim ben. ahmet hamdi tanpınar'ı, kemal tahir'i ve hatta alper canıgüz'ü sevdiğim gibi. nabokov'un nobeli olmayışı yazdıklarının muhteşemliğine en ufak gölge düşürüyor mu?

ülkemiz ve ödülleri... bozuk düzende sağlam çark olur mu, demek yeter de artar. ama fırsat bulmuşken dökeyim eteğimdeki taşların "en irileri"ni.

birincisi mutfaktan... o zaman çocuktum. kitap sahibi olmayı marifet sayıyordum. tanıdığım bir yazara, dergilerdeki yazılarını neden kitaplaştırmadığını sordum. "ne olacak ki?" dedi. "bilmem ne ödülünü bana verirler. başka da değişen bir şey olmaz hayatımda." gerçekten de bir kaç yıl sonra o yazılar kitaplaştı, bahsi geçen ödülü ona verdiler. o ve onun gibi ödüllerin alayını hakeden bir kitabının ise hâlâ ödülü yok. "neden," diye sordum bir fırsatını bulunca. ödül sırası aynı cenahtan başka bir yayınevindeymiş.

ikincisi okur olarak... derdi ve konusu ilgi alanıma dahil olduğu için tanımadığım bir yazarın kitabını aldım. sonbahardı. sıra kitaba gelmeden yıl bitti ve o kitap bu arada o yılın önemli ödüllerinden birini aldı. hatta hem kalemine hem insanlığına itimat ettiğim, çok sevdiğim bir yazar da o kitap üzerine övgü dolu bir eleştiri yazısı yazdı. kendi kendime, "bu benim uğurum," diye bir kaç gün dolaştım hatta. yeni yılla birlikte uğurlu geldiğim(!) o kitabı okudum. değil ödül vermek, bir yayınevi olsam o kitabı basmazdım. yazar, masrafları karşılayacağını söylese bile yapmazdım. öyle ki, son on yılın okumalarındaki en kötü kitaptır benim için.