4 Ekim 2018 Perşembe

yanlış mazi kurgusu

konuya giriyorum:

hayır, hatırlatmak ya da anlatmak değil söylemek istediğim. bilirim, insan eksik hatırlar, uydurur, boşlukları kafasına göre doldurur. anlatmak ise hikâye yazmak gibidir; muhakkak yalan ve abartı ihtiva eder. ölçeği ise bir anlatıcıdan diğerine değişir. benim dediğim çok daha net bir durum.

örnek veriyorum:

bir kız iki erkekle yolculuğa çıksın. bunun sebebi ikinci erkek olsun. çünkü ikinci erkeğe deli gibi aşıktır. ama yolculukta bir şey olsun ve birinci erkekle duygusal olarak yakınlaşsınlar. her şey toz pembe, her yer güllük gülistanlık. haliyle kız yolculuğa çıkma sebebinin ikinci erkek olduğunu söylemesin. hatta, senin yüzünden buradayım, desin. mutlu olsunlar, aşk şarkıları, ortak gelecek planı, çoluk çocuk...

şimdi de, o kızın yıllar sonra her şeyi anlattığını varsayalım. vicdanı bu sırrı taşıyamamış, bir öfke anında muhatabının canını yakmak için anlatmış olabilir. fark etmez.

ara veriyorum:

tam burada bir soru sorup yoluma devam edeceğim: birinci erkeğin yerinde olup yıllar sonra, iş işten geçtikten sonra da olsa bu sırrı öğrenmek ister miydiniz?

bitiriyorum:

eski bir üç mayısı düşünüyorum bugünlerde. yıllarca, muhatabım iskelede ıslak gözlerle beklerken bilet gişesine gitmişim, sonra da aldığım bileti eline tutuşturmuşum gibi hissettim. o sırada güçlü olmaya çalışmışım, muhatabımı ikna etmek için "düşman gelmek üzere, orada güvende olacaksın," demişim, onu gemiye kendi ellerimle bindirmişim gibi...

aslında üç mayısı değil, evvelini düşünüyorum. çünkü o üç mayısı hiçbir zaman unutmadım.

geçenlerde eski defterleri karıştırmam gerekti. bir adresi ya da faturayı aramak gibiydi. aradığımı değil ama bambaşka bir şeyi buldum. üç mayıs diye bir şey yoktu. sadece muhatabımın haftalar önce bavulunu topladığını, bilet için para biriktirdiğini, o gemiye kendi ellerimle bindirmesem de zaten bineceğini görmemişim. gözlerindeki ışıltının söndüğünü, eskisi gibi gülmediğini, sesimin sesinde yankı bulmadığını, suçun bende olmadığını...

Hiç yorum yok: