9 Ocak 2010 Cumartesi

bir masada iki kişi: kaçış

çayından son bir yudum aldı, masaya bıraktığı fincanı parmak uçlarıyla ortaya doğru itti. bir süre camdan dışarı, belki de apansız bastıran yağmurda ıslanmamak için koşuşan insanlara baktı. bakışlarını oradan alıp az önce masanın ortasına doğru ittiği fincana verirken konuşmaya başladı:

-sen benden mi kaçıyorsun?

-saçmalama lütfen. bu olanların seninle bir alakası yok.

-oysa buradan bakıldığında varmış gibi görünüyor.

-belki de şu; şimdi karşımdasın ve gözlerine bakınca bir kuyunun derinliklerine çekiliyorum... ama gözlerimi kapatınca bitiyor.

-nasıl yani, gitmekle gözlerini mi kapatmış oldun?

-pek sayılmaz... bazan elim telefona gidiyor: seni aramışım. tam eve girerken açıyorsun telefonu. paltonu, atkını çıkartırken bir elinden diğerine geçiyor. aynanın karşısında bir süre oyalanıp kendine bakıyor, saçınla oynuyorsun. üzerinde elma yeşili kadife pantolonun. ben seni bir süre seyrediyor oluyorum. birden bakışlarımız o aynanın derinliklerinde karşılaşıyor.

-sonra ne oluyor?

-hiç iyi olmuyor.

Hiç yorum yok: