30 Ocak 2018 Salı

intihar

anahtarı çevirdi, karşılaştığı küçük mukavemete rağmen kilitte dönüşünü dinledi. kapıyı açar açmaz merdiven lambasından eve dolan aydınlığa baktı. evin derinliğinde bir ayna ışıldadı. yere düşen ışığı çiğnedi ayakkabılarını çıkartırken.

üzerinde ne varsa üzerinde okuma odasına taşıdı. ellerini yıkamak aklına gelmedi. kitaplığın karşısında durdu. bu defa kitaplığın raflarını yormak için değildi.

elini uzatıp büyük saat'i aldı. bir intihar akşamı üzerine söylenti'yi buldu. orada, öylece durup okudu.

sonra mesai çıkışı işyerinin önünde durup, bir sağa bir sola baktıktan sonra, duyulur duyulmaz bir sesle, "eve dönmek/ kendime sarkıntılık etmekten başka nedir?/ orada, arada bir beni yoklar/ intihara ayırdığım zamanlar"* diyen bir adamı hatırladı.

ve bunları yazdı.


*: ismet özel, of not being a jew

29 Ocak 2018 Pazartesi

dakika ve skor

"Aşık olmak istemiyorum, diye düşündü. Hoş bir duygu değil. Sanki boşlukta asılı kalmış gibi hissetti kendisini. Bir sürü tereddüt, bir sürü bilemezlik. Terliyordu. Huzursuz ve ümitsizdi. Başka hiçbir şey düşünemiyordu. Aslında aşk defterini kapatmıştı çoktan. Hayatının büyük aşkını yaşamıştı ve bu aşk bittiğinde kendisi için bu dönemin de sona erdiğine karar vermişti. Bir daha birisine böyle bir özlem duyacağı hiç aklına gelmezdi doğrusu.

Kitaplığına gitti ve Platon'un Şölen'ini bulup çıkardı raflardan. Aradığı hikâyeyi bulana kadar kitabın sayfalarını çevirdi: Eros'un dünyaya gelişi. Başlangıçta insanlar küre gibi tostoparlak yaratıkmışlar, dört bacakları ve iki yüzleri varmış. Mükemmelmiş bu insanlar ve bu yüzden tanrılara karşı küstahlaşmışlar, kendilerini tanrı zannetmişler. İşte o zaman öfkelenmiş Zeus, bu toparlak insanları kısa yoldan ikiye kesivermiş. İşte o gün bu gündür bütün insanlar diğer yarılarını ararlarmış, özlem acısı çekerlermiş onları bulana ve tekrar tam olana kadar."*


*: wolfgang schorlau, münih komplosu

26 Ocak 2018 Cuma

romeo ve romeo.*

bir kitap ki, arka kapağında, "françoise sagan'dan "sabahın erken saatlerinde karyolasının kenarında sebepsiz olarak oturan otuz beş yaşlarında bir adamdı," alıntısıyla açılan romeo ve romeo., şairin virgüllerin gücünü kullanarak giriştiği, kendi deyişiyle bir haletiruhiye orkestrasyonu. ahmet güntan'ın "her şeyi atmıştım şiirimden," dediği dönemde yazdığı, aşkta adaletin, uykuda tekliğin, rüyada birliğin, saflığın ve şiirde edasızlığın arayışı," diyerek uyarıyor olası okurunu.

bütün bunların üzerine başka ne denilebilir ki? okumadan önce. okuduktan sonra...


*: ahmet güntan, 160. kilometre

22 Ocak 2018 Pazartesi

atışma - dokuz

ülkü tamer ve cemal süreya...

şiirde, ikinci yeni'de ve hatta tomris uyar'da ittifak etmişler de cemal süreya hakkında ayrı düşmüşler.

cemal süreya, trtdeki bir programda doğan hızlan'ın sorusu üzere biyografisini söylüyor: bin dokuz yüz otuz bir yılında doğdum. bin dokuz yüz otuz yedi yılında annem öldü. bin dokuz yüz kırk dört yılında dostoyevski'yi okudum. o gün bugündür huzurum yoktur. biyografim bu kadar.

ülkü tamer bu biyografiyi az ve eksik bulmuş olmalı ki, cins şair adlı şiirinde konuyu geliştiriyor:
"tanrı
binbirinci gece şairi yarattı,
binikinci gece cemal'i.
binüçüncü gece şiir okudu tanrı,
başa döndü sonra,
kadını yeniden yarattı."

19 Ocak 2018 Cuma

dakika ve skor

"Odaya giren ilk ışıklar pencerenin altında duran masayı sadece bir gölge olmaktan yavaş yavaş çıkartıp tekrar bir mobilyaya dönüştürdü. George Dengler aşağı yukarı bir saat önce uyanmıştı ama hâlâ yataktaydı. Günün ağardığı saatler keyiflendirirdi onu; günün, geriye çekilmekte olan geceye zevahiri kurtarma şansı vererek mekândaki eşyanın üzerindeki hâkimiyeti, usulca atılmış adımlarla devralınmasını sportmence ve adil bulurdu. Duvardaki ziyadesiyle uzun iki gölge küçülüp büzüşerek bir önceki akşam boşalttığı iki şişe Merlot oldular; zemindeki iki koyu renk adanın da aslında bir akşam evvel kendini yatağa atmadan önce bir telaş kurtulduğu kıyafetlerinden ibaret olduğu ortaya çıktı bir-iki dakika içinde."*


*: wolfgang schorlau, mavi liste- dengler'in ilk vakası

16 Ocak 2018 Salı

horror vacui

aslında "boşluk korkusu" da diyebilirdim. ama havalı olsun diye latincesini tercih ettim. ne de olsa muhatabımız "okuduğum bir kitapta" diyerek söze başladığında ya da "doktorlar diyor" dediğinde inanmaya meylimiz artıyor.

oysa bu kavram italyan eleştirmen mario praz'ın viktoryen dönem iç mimari anlayışını tanımlamak için ürettiği bir terimden baska bir şey değil. bir yüzeyi boş alan bırakmaktan korkarcasına hınca hınç doldurma saplantısı olarak kabul ediliyor. başka bir deyişle, boş alanlara karşı gelişen bir fobi çeşidi…

sadece viktorya dönemi değil, göç döneminin mücevher ve benzeri sanat nesneleri, arabesk islam sanatı, antik yunan'ın geometrik dönemi ve rönesans eserlerinin bazıları da "boşluk korkusu"ndan muzdarip.

üstelik bu korkuya sadece resim ve süslemelerde değil, tüm sanat dallarında rastlamak mümkün. mesela sinemada. kadraja giren her karakterin durmaksızın konuştuğu, her sahnesinde "bir şey" olan filmler. woody allen, quentin tarantino ise ilk aklıma gelen yönetmenler.

12 Ocak 2018 Cuma

kanıt

"bana hiç var olmamış birinden böyle söz etmenin saçma olduğu söylenirse, cevabım, lizbon'un var olduğuna, yazmakta olan benim var olduğuma ya da herhangi birinin herhangi bir yerde var olduğuna ilişkin elimde hiçbir kanıt bulunmadığıdır."*


*: fernando pessoa

10 Ocak 2018 Çarşamba

değişim

geçenlerde ze. ile konuşuyoruz. daha doğrusu e-posta, kısa mesaj, telefon halleşiyoruz. bir ara değişmekten konuştuk. o çok değiştiğini söylerken, ben hâlâ aynı adam olduğumu söyledim. sonra konu değişti, günler değişti.

bir gün, "nasıl bir kadın kendini mutfağa atar da şarkılar söyleyerek yemek pişirir, mutlu olursa benim okumalarım da bir kaç senedir öyle. bir kitaba dahil olmak her şeyden önce keyif veriyor bana," dedim. gerçekten de, önceki okumalarım üç sebeple olurdu: (bir) hayatın gerçekliği çekici gelmezdi ve daha heyecanlı ve keyifli olsun diye kitaplara/filmlere kaçardım. (iki) bilgiye olan açlığımla, her şeyi öğrenebilmek umuduyla okurdum. (üç) insanlara (özellikle de kadınlara) anlatacak hikâyem olsun diye...

gördüm ki hayat güzel ve yeterince şaşırtıcı, her türden bilgiyi öğrenmek hem mümkün değil hem gereksiz ve insanlara hikâye anlatabilmek için kitaplardan/filmlerden bir şey öğrenmeme gerek yok. bir aydınlanma yaşadım. artık elimde muhteşem bir sebep var: keyif.

cevabı "zalim"in "ze."si gibiydi: "bir de değişmediğini söylersin. bu farkındalık başka nedir ki?.."

*

yılın son günlerinde blog için bir yıl dökümü yazmak istedim. ama yazı, "iki bin on yedi pek de kısa sayılamayacak hayatımın açık ara en kötü senesiydi," ilk cümlesinden öteye geçemedi.

ama yazmasam da düşündüm: yaz başlarken dört tane tişört almıştım. 'v yaka' olmadıkları gibi hiçbiri gri de değildi. ilk defa beşyüzbir dışında kot pantolon aldım. yeni yaşıma başladığım günün sabahında erkenden uyanıp yeni yaşıma küçük prens okuyarak başlamadım. satın alma fırsatım olduğu halde ilk defa bir nazan bekiroğlu kitabını görmezden geldim. kasım dostoyevski okumadan geçilebiliyormuş öğrendim. bu yıl kimseye yeni yıl için kart atmadım. son bir kaç ay doğru dürüst bir şey okumadım, seyretmedim, dinlemedim. dokuz ağustos sabahı aynada bir çocuğun gözlerine baktım.

sonra da ağladım.

8 Ocak 2018 Pazartesi

baba tavsiyesi

babam, skype, whatsapp tarzı yazılı mesaj uygulamalarının bu kadar yaygınlaşacağını öngörebilseydi, bana yaptığı tavsiyelere, bir centilmen muhatabı sohbetlerinin ona gelen sırasını gülümseme ikonu ya da "hımm" diyerek geçiştirirse o sohbetten çekilmelidir, tavsiyesini de eklerdi.

ben de babasına itimat eden bir çocuk-adam olarak ömrümce sözünden çıkmazdım.

*

neyse ki, çalan ama açılmayan bir telefonu ikinci defa aramamayı ya da e-postanızı yanıtlanmamış adrese ikinci bir e-mektup yollanmaması gerektiğini öğretti.

6 Ocak 2018 Cumartesi

ilk izlenim için tek bir şansın vardır: on yedi

anlatının olanaklarından faydalanma konusundaki mahareti tartışılamaz saramago, lizbon kuşatmasının tarihi'nde* "roman içinde roman tekniği"ni kullanıyormuş gibi yapar. "roman" ile "roman" arasındaki sınırları ortadan kaldırır, içteki romanı ayrı bir metin olarak sunmak yerine çoğu zaman yeni yayın koordinatörü maria sara'nın motivasyonuyla tarihi 'yeniden' yazmaya koyulan düzeltmen raimundo silva'nın omuzları üzerinden okumamızı sağlar.

"roman içinde" olsa da olmasa da her romana bir aşk gerekir. yeniden yazılan tarihe yeni kahramanlar gerekir. elbette tanışmaları da.

*

"... derken mogueime, belki de söze nasıl başlayacağını bilemediğinden, kadına soruyor, adın ne, dünyanın başlangıcından beri kim bilir kaç kez sormuşuzdur bunu birbirimize, adın ne, bazen hemen ardından kendi ismimizi ekleyerek, benim adım mogueime, laf lafı açsın diye, almadan önce vermek için, sonra da beklemeye koyuluruz, ta ki cevabını duyana dek, tabii cevap gelirse, karşılık susarak verilmezse, ama bu kez öyle olmadı, adım ouroana, dedi kadın, adam bunu zaten biliyordu, ama bu ağızdan çıkışını ilk duyuyordu."


*: kırmızı kedi yayınevi, s:322

4 Ocak 2018 Perşembe

günün sorusu: olması ihtimal dahilinde

aklımızda kalan, hatıralarımızda yer eden anlar sıradan an parçaları değil de "yıldızın parladığı anlar", bulutsuz bir gökyüzünden usul usul dökülmeye başlayan kar taneleri gibiyse, başka bir deyişle sıradan, yani olması ihtimal dahilindeki anlar zihnimizde yer etmeden geçip gidiyor ya da çok geçmeden unutuluyorsa sıradan anlar olmamış sayılabilir mi?

1 Ocak 2018 Pazartesi

tehlikeli şiirler - otuz iki

bugün tehlikeli şiirler okuyalım leyla
birhan keskin'den aşk mesela...
Sevgilim sabahın erkenini seviyor,
ben geceyi ve esmerliğini onun,
o dorukları seviyor, korkuyor bundan
ben rüzgarla buluşan tepeyi, tuhaflığı,
ona bir yeşil gülümsüyor,
ben, hayatı delice sevdiysem nasıl,
diyorum, seni de öyle.

O kendi boşluğunda oyalanan günlerde
canı sıkılan bir çocuk gibi uyuyor,
ben göğe bakıyorum geceden,
kendi çukurunu bulmuş deniz gibiyim
diyorum, yanında,
o sabahları eğilip öpüyor denizi.

Çıplağın çıplağımda, rüzgarın dağımda olsun,
esmerliğin gecemde, öyle kal.
"Bulutlara bak, gidiyorlar, hızla" diyorsun,
yağmur bir yalıyor yüzümü,
bir duruyor. Sabahları eğilip yüzüme
öpüşün geçiyor bir, bir duruyor aklım.

Su ve rüzgar, dağ ve doruk, sonsuz hepsi,
oysa camdaki sardunya gibi üşür
bana biçtiğin ömür, ölüm geliyor aklıma bir
bir, çıplağın çıplağımda.

Rüzgarın dağımda olsun esmerliğin gecemde
öyle kal, sana sonsuz sarıldığımda.