9 Şubat 2025 Pazar

ikaz

siz hiç "ey benim mektup yazdıranım" hitabıyla başlayan bir mektup aldınız mı?

ben aldım.

unutmuştum, hatırladım.

tavsiye etmiyorum.

7 Şubat 2025 Cuma

tehlikeli şiirler - yetmiş iki

tehlikeli şiirler okuyalım leyla
seyyidhan kömürcüʼden hatırlamayı unutmak mesela

ali şiir yazıyor mu sevgilim
ali de ayşe gibi
salondaki peteği kapatıp
kendi çapında şiir karalıyor mu

ilaç alıp bunu düşünüyorum
her şey ben tam uyumak üzereyken olmuş gibi
net hatırlamıyorum ama kesin biliyorum
seni sevmek bir suya götürdü beni
bir suya gittim
dönemiyorum

insan bazen dönemiyor sevgilim
her sabah dilinin altına bir sözcük daha bırakıp dönemiyor
ben bir ilk
tam uyumak üzereyken nerelerden
ben bir ilk
uyanır uyanmaz nerelerden

dönemedim

bir dağın belindeki ağaçları hınçla sallamak diye bir ilaç
ambulanstan yol istemek adlı bir atak
ve bir ay kadar koşmak bana iyi geldi

bana iyi geldi ne demek
sabahları bana içimdeki deşik
etimdeki işaret
sabahları bana son anda ölmemiş olmanın öfkesi
sabahları bana sert sessiz harfler

sabahları içimin en güzel yeri

senden bana dökülen incilerim sevgilim

dökülüyor
kaşıma sabahları içimi

dünyada çok önemli şeyler oldu
ama ben de sizin eve baktım
bir tayın bir taya baktığı
bir tayın bir taya uzun uzun baktığı
bir tayın bir tayı bıraktığı gibi
dünyada çok önemli şeyler oldu

atlar yalnız kalmamak için bu kadar koşarlar diyen o at
yalnızlar koşarken de yalnızdır diyen o at
yalnızlar öperken de yalnız
ben sana sımsıkı sarılırken de
o at buramdaydı

bu ses nereden geliyor dediğim o gün
göğsümdeki at kardeşlerim
göğsümdeki at yere uzandı

dünyada çok önemli şeyler oldu
hem ölmedim yüzükoyun
hem alnımda yeryüzü

ölürüm dediğim yerde ev yaptım

hatırlamayı unutma sevgilim
kırılmasın diye yükseklere bıraktığın o şeyleri
hatırlamayı unutma

dağların belindeki ağaçlardan çıkardığım hışırtıyı
bu ses nereden geliyor dediğin zamanı
o sesin sadece sana gelmesindeki rüzgârı
unutma

bazı sesleri sadece atların duyduğunu
ve bu yüzden yalnız olduklarını atların
yalnızlıktan koştuklarını

görmek ve duymakla düştüğün ovayı
yediğin kırbacı
edindiğin vebayı unutma
insan bazen unutup ölemiyor

dünyanın sonunu görüp
unutup
ölemiyor

nefis bir hevesle
başka neresine gider
başka nereme gidebilirim ki deyip
göğsümdeki kazı alanına gittiğim o gün
yerdeydi her şey
yerdeydi herkes
üzerini örtüp sen uyu dedim
sen uyu

ben bu yerde biraz daha bağdaş kurup

sen uyu

ben biraz artık hiç uyumayacağım

ancak yükseklerde unutabilirim diyerek çıktığım ağaçlar
yerleştiğim ilaçlar
indiğim ovalar
seni bir ormanda bulup
bütün yokuşlardan sonra
dümdüz bir yerde kaybetmiş olmak da marifet sevgilim

şimdi uyumak ve bir ovayla tamamlanmak dışında
bana ne iyi gelir
bana ne iyi gelir
uyumak ve bir ovayla tamamlanmak dışında

sevgilim
yatağın kırışmamış düzlüğü
yastığın olmayan çukuru
her şey neden bu kadar pırıl
her şey neden bu kadar aklımda
göğsündeki çöl
sırtımdaki vaha
reçinenin ağaca yapıştığı gibi
hiddetle yapışıyordun bana

senden sonra
dünyada çok önemli şeyler oldu
uçtum

birine bakmıştım deyip içine girdiğim yüzlerden
biri yokmuş içinizde diyerek çıktım
biri yokmuş her sabah
biri yokmuş her masa
biri yokmuş her çarşı

çalışmayan bir aleti kapatıp açmak gibi
beni de her gece kapatıp kapatıp
her sabah açan yeryüzü
sanki dünyaya gelmedim de
olmayan bir yerde
olmayan birine bakıp bakıp çıktım ben

düşersem kendim düşerim diye
hem güzel uçtum
hem muazzam düştüm

sağ
salim
sensiz ve ayaküstü

artık insan bana iyi gelmiyor
artık insan bize iyi gelmiyor diyerek
beraber havalandığımız göğü
tek başına ve hiçbir yere değmeden düşmek
düşmek nefisti sevgilim

yere ilk indiğimde
bir ağacı sallar gibi salladılar beni
yere ilk indiğimde
şimdi ben neyin yanındayım dedim
ne benim yanımda

boğazımdaki yumruyu
boğazımdaki yumruyu
göğüs kafesimi
eklem yerlerimi
seni ve bunu yerde anlatmamı benden bekleme

“düşen şeylerin gürültüsü”nü
konusu olmayan bir mutsuzluğu
anlatmamı benden bekleme

insanı çok aşağıya yapmışlar sevgilim

insanı çok aşağıya

içine çok yeryüzü
içine çok dünya

biliyorsun
yükseldiğimiz gökte
bu da olsa yer yarılır
bu da olsa dünya durur dediğimiz her şey oldu
dünya durmadı

biliyorsun
bir kere saçlarını çok
bir kere sımsıkı
bir kere tutam tutam
üç yıl arkaya doğru tarayıp
üç yıl bir muska gibi yanımda sakladım

biliyorsun
senin saçlarınla başlayıp
nasıl oluyorsa
benimle devam etmiş
insan sevmeyen
insan sevmeyen ama kırlara katkı sunan bir yüzün kapkaranlık bir ormanın vardı

ormanımız

düşsem ölürüm
düşsek ölürüz dediğimiz o ormanda
sana edilmiş bir yemin gibi
başında beklemediğim cümle
dalını budamadığım ağaç
eğilmediğim yüz kalmadı

sevgilim
bir şey var
artık kuramadığım kurmalı bir saat
başımda çın çın öten bir demir
dönemediğim bir yer
fırlatmak için bir odaya koyup
her gece salladığım bir cümle
durup dururken başına geldiğim
başıma gelen bir heves
bir serinlik
gittikçe kalbimi gagalayan bir kuş

sevdiği şeye dokunmadan etrafını döndüğüm
içimde sessizce büyüyen bir yer
düşmek değil
çakılmak isteği

beni artık çağırma sevgilim
kırınla
ovanla
etinle
saçınla
beni artık çağırma
başından beri içimde birbirine bakan
birbirine değmemiş iki tay var
ben bir yere batayım
bir yer bana batsın arzusu
ben bir yere çarpayım
bir yer bana çarpsın hevesi

beni delinme
beni parçalanma isteği
beni taylarını saldığı gün cam yiyen bir at
beni kardeşlerini çiğneyen genlerim
beni tam ortasında kaldığım dünya
beni Allah
günde beş defa
olmamışım diye geri çağırıyor

sen beni çağırma

yeryüzünde bazı konular yok
bazıları da hiç kapanmıyor diye
seni ateş ve suyla değil
toz ve demirle değil
künçle
hınçla
utançla icat ettim

başkasın sen
başkadır ağzın
başka bir ağaca benziyorsun
yüzünde başka bir orman var diye diye
seni ben
hem ormanına girip
hem hiçbir dalına değmeyerek
dokunmayarak hiçbir ağacına
içimi taşlara
sırtımı duvarlara süre süre

seni ben
gövdemse tir tir titreyen bir kuş
ters dönmüş bir kaplumbağa
seni ben
durup dururken değil
içinde sıkıldığım bir yeryüzü
içimde sıkılan bir yeryüzü var
diye diye icat ettim sevgilim

ben
hevesim kursağımda burada
buralarda

sen
mucidini öldüren her icat gibi
ne işe yaradığını bilmeyen bir alet gibi
orada oralarda

herkes durmuş birbirine bakıyor
herkes durmuş birbirine neden bakıyor
sürekli beni aşağıdan çağıran biri
bir hırıltı olarak iniyorum çarşılara
çarşılar renkli
çarşılar
dağılmışım
beni yanlış toplamışlar gibi

sevgilim
artık başım tam gövdemin üstünde değil
rüzgâr alan yerlerim
su geçiren yerlerim
karın boşluğumda tayını salan atın sesi
kulaklarımda göğe fırlatılmış
hep birbirine çarpan iki taşın sesi
ağacıma salıncak kuranların sesi

sorduğum herkes seni uzaktan tanıyor
gittiğim her yerden az önce çıkmışsın
kime baksam
kim bana baksa
içimde incinmiş bir atın o son cümlesi
ölmek değil
asılmak istiyordum
dünyaya tayımı saldığım günden beri

şimdi
kim bilir nerede değilim diyerek
günler yanımdan
günler önümden
günler içimden
etinle geçiyor sevgilim
etinle

seni göğsüme takıp çıktığım rüzgârlar ne güzel
ne güzel vurulduğum yerlerde yürüyebilmen
evine rüzgâr götürebilmen
aşağı bakabilmen ne güzel

ağzınla kuş tutman
kılı kırk yarman
derini yüzmeden
yeni bir deriye değdirebilmen ne güzel

içimde bir yer bir yere değiyor
kenarları kalkıyor aklımın
kime değsem
kim bana değse
o tören

düşerken biçim almış bir gövdeydim
beni ancak düşerken sevebilirlerdi

düşmek yapraklıdır sevgilim
önce dökülüyorum zannediyor insan
yana eğilmiş bir ağaç gibi
dizlerimin orada başlayan harp
omuzlarımda titremeye dönüştüğü zaman
vakti gelen bir yaprak
nasıl hem döküldüğünü zannedip
hem düşüyorsa ağaçtan
nasıl iniyorsa öyle yere
öyle görkemli
öyle yavaş
öyle un gibi
bakıp teni cam olan birinin boynuna
şahdamarına

seni tamamen unuttum
ama etinin içini görüyorum
saçlarının dibini
razı bir rüzgâr gibi
azar azar da olsa
senden artık uyurken dökülüyorum kendi etrafıma

kendi etrafıma sevgilim
dal dal
yaprak yaprak
günde birkaç defa
hafif sıyırıklarla

çünkü yapraklar sevgilim
düştükten çok sonra inanırlarmış
artık ağaçta olmadıklarına
çünkü yaprağın daldaki boşluğu
yine o yaprağın kendisi kadar

süzüle süzüle sevgilim
süzüle süzüle

döküldükten sonra da ağacını anlatan yapraklar gibi
şimdi günlerim hiç geçmiyor olabilir
ama geçmişim çok güzel gidiyor

geçmişim
bir yere gitmiş de gelecekmiş gibi

geçmişim
anlamadım ki
nereden geçmiş

düşmek yapraklıdır sevgilim
unutmak çiçekli

4 Şubat 2025 Salı

etimoloji

etimoloji, yani kelimelerin kökenleri özel olarak dikkatimi çekmiyorsa da -ya da kelimelerin kökenleriyle özel olarak ilgilenmiyor olsam da- kelimelerin kökenleri ve bazı kelimeler arasındaki mevcut bağlantılar bana daima büyüleyici geldi.

/güller kitabı'nı okuyordum. nergis ve narkisos'un hikâyesinden sonra beşir ayvazoğlu'nun konuyu hafifçe köpürtmesiyle narkoz ve narkotik kelimelerinin narkisos'tan geldiğini öğrenmek başımı döndürmüştü.

galiba bu ilkti. ve kelimelere bir defa daha iman etmiştim./

aynı şey yine oldu.

bu defa ecinniler'i okurken. elif batuman sayesinde özbekçe'de erik ve kalp kelimelerinin ses ve yazılış olarak birbirine ne kadar yakın olduğunu fark ettim: orik ve yurek...

çünkü kalbin şekli ile eriğin şekli benzermiş. (haksız da sayılmazlar bence)

üstelik tek sebep bu değilmiş. erik, kalp için yararlı mineraller de içerirmiş.

orik 'altın' demek olan sarikle de benzermiş. zira erik, bütün meyveler arasında en yüksek altın öğesi ihtiva edenmiş.

*

bunları gugıla sorunca, eski türkçede erük kelimesinin "çekirdekli meyvelerin genel adı" olduğunu öğrendim.

kelimenin kökeninde yer alan ve "olmak", "önce olan" anlamına gelen "er"in ise kıştan sonra ilk çiçek açan meyve ağacının erik olması ile ilişkili olduğunu da.

*

yine de tuzağa düşmeyecek işi bu tarz rastlantılara bırakacağım. tıpkı bilgisayar oyunlarından uzak durduğum, plak koleksiyonu işine hiç bulaşmadığım gibi.

30 Ocak 2025 Perşembe

hüzün az gelir ifade etmeye

bu ay okuduğum kitaplardan biriydi ergenlik ya da merhaba hüzün.

merakla, hevesle ve keyifle okudum. ergen olduğum için değil elbette. "hüzün ki en çok yakışandır bize/ belki de en çok anladığımız" diyerek, adına tav olmuş vaziyette.

bir kaçını görmezden gelirsek deneme tadında bilimsel makaleler toplamı bir kitap bu. makale güzergahında kalanlar sıkıcı olsa da denemeye göz kırpan metinler tadından yenmezdi.

bir şeyler öğrendiğimi, bildiklerimi pekiştirdiğimi düşünüyorum. söz gelimi bulimia rahatsızlığını yanlış anladığımızı, narkisos gibi bildiğimiz bir hikâyenin ergenlik üzerinden farklı -belki de en doğru- bir okumak gerektiği biliyorum artık.

sadece hüzün değil benlik, yıkım, ayna, beden, doğum, ölüm de çok geçiyor bu kitapta.

"ergenlik, ikinci doğumdur. aynı zamanda ilk ölümdür!" diyor mesela. dönüşüm değil ölüm. üstelik bir dönemini hem çocuk hem yetişkin olarak yaşadığımız, peşi sıra ölüp başarabilirsek yeniden doğduğumuz ciddi bir süreç bu.

/yazmaya başlarken bu kadar dahi konuşmak yoktu aklımda. keyifle okuduğumu söyleyerek, ilgilisine tavsiye edecek sonra da içimde biriken üç duyguya geçecektim.

sadece öğrenmek isteyenlere değil okumaktan keyif alabilenlere de, büyümeye muktedir çocuklara, ergen ya da ergenliğe girecek çocukları olan herkese tavsiye ederim./

bu kitabı okurken ve okuduktan sonra üç duygu birikti içimde.

bir... bu kitabı kemal sayar'ın kaleminden okumak isterdim. evet, kaleminden. bakış açısı değil kastettiğim. talat parman'ın baktığı yerden şikayetim yok. hem de müthiş anlatmış, dili ve kalemi ortalamanın çok üstünde.

ama canım kemal sayar'ın araya sezai karakoç'tan bir mısra, mustafa kutlu'dan bir cümle katmasını çekti.

iki... ergenlik ne kadar zor bir dönemmiş. o dönemden çıkabildiğimiz -eğer çıkabildiysek- için şaşırmadım dersem yalan olur.

hâlâ orada takılıp kalanlar ya da kaybettiklerimiz var elbette. yine de uzanıp yanaklarınızdan öpüyorum.

üç... düşündükçe, aldığım notlara baktıkça keşke okumasaydım dediğim çok oldu. sanki, karanlık bir orman yolunda bir gençlik neşesiyle yürürken birisi cinli, perili bir hikâye anlatmış gibi hissediyorum.

ne vakit bir çıtırtı duysam cinler, periler gelmiş gibi ürperti dolaşacak bedenimde.

26 Ocak 2025 Pazar

ben versus sen

seyyidhan kömürcü, "seni ben/ durup dururken değil/ içinde sıkıldığım bir yeryüzü/ içimde sıkılan bir yeryüzü var/ diye diye icat ettim sevgilim"* dedikten sonra konum bildiriyor.

"ben
hevesim kursağımda burada
buralarda

sen
mucidini öldüren her icat gibi
ne işe yaradığını bilmeyen bir alet gibi
orada oralarda"


*: hatırlamayı unutmak

23 Ocak 2025 Perşembe

dakika ve skor

"Yazar olmak istiyordum, akademisyen değil. Ama o öğleden sonra, okyanusa bakan bir otoparkın gümbürtülü teneke tentesinin altına oturmuş, kahvaltı sırasında kafeteryada hazırladığım fıstık ezmeli sandviçleri yerken, New England'ın bu aşkınsalcı "yaratıcı yazarlık" kültürü karşısında kesin bir hayalkırıklığına kapıldım. Bu yazma atölyesinin de dahil olduğu bu kültürde, akademik edebiyat incelemesi bir yazarın kendini biçimlendirmesi açısından kötü bir şey sayılıyordu. "Ne yönüyle kötü?" diye düşünmeye başladığımı fark ettim. Ya da tam tersini konuşacak olursak, bir yazarın ambarda yaşayıp yazarlık öğrencileri dışında kimse tarafından okunmuyormuş gibi görünen öykü yazarlarının yazdığı öyküleri okumasının nesi direkt doğru sayılıyordu?"*


*: elif batuman, ecinniler 

20 Ocak 2025 Pazartesi

"benim güzel hatalarım var"

eğer çocukluğuma dönme şansım olsaydı, -ki değil çocukluğum, hiç bir geçmişe dönmeyi istemem- okulda başarılı olur, tanrının ve insanların koyduğu kurallara da uyarsa iyi bir insan olacağını, iyi insan olunca da mutlu biri olacağını sanan o küçük çocuğa "hata yapmaktan korkma" derdim.

insanın içindeki boşlukla, hatasıyla, eksiğiyle insan olduğunu söyler, daha iyi anlasın diye ünlü müzikolog john cage'in öğrencisine verdiği öğüdü tekrar ederdim:

"şu ana kadar mükemmel çaldınız bundan sonra daha da ileri gidin ve bir kaç hata yapın."

17 Ocak 2025 Cuma

günün sorusu: eşik

insanlar ne zaman ve neden kendileri olmak yerine muhatabının kendisinde gördüğü kişi olmaya başlar?

15 Ocak 2025 Çarşamba

son kahraman

nazan öncel, yıldız tilbe, lale müldür, ayşe şasa, didem madak ve hatta aslı serin'den oluşan bir listem var benim.

onların güzelliklerine iman ederim. hem cesur hem kahramandırlar. dokundukları her şey altın tozuna dönüşür. akıllı yaşamaktansa deli yaşamayı seçmişlerdir.

en önemlisi de, hem cenneti hem cehennemi görmüşlerdir. üstelik aynı anda.

sanırım bu listeye farah zeynep abdullah da dahil oldu.

kelebeğin rüyası (2013) ile görüş alanıma dahil olduğunda onda gördüğüm soylu hava beni çok etkilemişti. oyunculuğu ise filmdeki herkesten daha iyiydi. dayanamamış, türk işi bir anna karenina söz konusu olsaydı adayımın o olduğunu seslendirmiştim.

benimle bu fikri paylaşan başkaları da olmalı ki, çok geçmeden kostüme bir dizide, kurt seyit ve şura'da şura oluverdi.

herkes gibi ben de bir küçük eylül meselesi (2014) tarzı bikinili, dekolteli, ideal ölçülü ideal dizi oyuncusu olmasını beklerken onun hatrına bir süre tahammül ettiğim masumiyet apartmanı dizisinde sıradan bir karakter çıktı seyirci karşına. sıradan ve yayvan.

/hakkını teslim etmeliyim. o dizide beni asıl etkileyen aşk, meşk, flört meselesini halledip iki baş rolü ilk bölümde evlendirmeleriydi.

biliyorum dizinin bambaşka dertleri vardı ama bu bahis de en az bir sezon götürürdü diziyi./

bergen'i tam da bergen gibi oynaması yeteri kadar takdir edilmediyse sivri dili yüzündendir. çünkü baştaki listeye kendisini dahil eden haller de en çok dili belasına.

dokuz köyden kovulmayı göze alarak 'yılmaz güney putu'na saldırdı mesela. tepki alacağını bile bile görmezden gelinen yılmaz güney gerçeğini gözümüze soktu.

/sinemasına kimsenin sözü yok. ama gösterilmeye çalışıldığı gibi fikirleri yüzünden yurdundan uzakta ölmek zorunda olan biri de değil.

sinemasal yeteneğinin yanında, ataerkil kodları kıramamış, kadına şiddet uygulayan bir maço, bir gazinoda yumurtalık ilçe hakimini vuran ve on dokuz yılla cezalandırılan, beş yıl sonra da yurt dışına kaçan bir katil./

yalan yok bunu yapan o kızı sevdim. en son aforoz edilmeyi göze alarak dizi piyasasına çomak sokunca da söylemek istedim.

12 Ocak 2025 Pazar

paralel evrenler: on sekiz

biri antik yunan, diğeri modern amerikan.

geçmişten gelen tarihçi ve asker, günümüzdekinin yazar ve sinemacı yazıyor kartvizitinde.

aradaki iki bin beş yüz yıla rağmen aynı dertle dertleniyorlar yine de.

*

"hikâyeler, yalnızca onları nasıl anlatacağını bilen insanların başından geçer. (tukididis)"

"belki de yaşantılar, onları yaşayabilecek olanlara sunarlar kendilerini. (paul auster, new york üçlemesi)"

8 Ocak 2025 Çarşamba

gözyaşı

şehrin en kalabalık caddesine bu unvanı kazandıran sıra sıra camekanlardan taşan ışıklar ve tabelaların neon ışıkları içinde bulunduğu taksinin başını yasladığı camını aştıktan sonra yüzünde bir görünüp bir kayboluyor, her görünüşünde yüzüne kıvrıla kıvrıla sümük yoluna inen bir yakamoz bırakıyordu.