30 Mart 2018 Cuma

günün sorusu: geçmiş

geçmiş nerede başlar ve nerede biter?

28 Mart 2018 Çarşamba

evlilik teklifi

yaklaşık bir haftadır onu görmüyordum. babasından telefon gelmiş, apar topar memleketine gitmişti. dedesi bir süredir kanser tedavisi görüyordu. durumu ağırlaşınca gelip son bir defa görsün diye onu da çağırmışlardı. adamcağız bir kaç gün sonra öldü zaten.

bulduğum her fırsatta aradım onu. yanında olamasam da onunla olduğumu bilsin istedim. yükü biraz olsun hafiflesin, keyif değilse de ferahlık vereyim istedim. ama o çok üzgündü. eşine üzülen annanesi, babasına ve annesine üzülen annesi için üzülmekten kendisi için üzülmeye fırsat bulamıyordu.

bir sabah döndü. otobüs terminalinde bir kaç dakika görüştükten sonra yurda, yurttan derse geçti. ancak akşama görüşebildik. günler sonra yan yana olduğumuz için mutlu, öylesi bir zamanda mutlu olabildiğimiz için de huzursuzduk. bazan ağlayarak bazan kendini tutarak bir hafta boyunca olan biteni anlattı.

"farkındayım," dedim. "keşke yanında olabilseydim. ama hangi sıfatla orada olacaktım? eşin, nişanlın değilim. kim? sevgilisi. cenaze falan unutulurdu. ben sadece tatil ve bayramları değil böylesi anları da seninle geçirmek istiyorum."

upuzun kirpikleri havalandı. kuru yaprak rengi kocaman gözlerinden bir ışıltı geçti. "bu bir evlenme teklifi mi?"

ne diyeceğimi bilemedim. "öyle mi?" diye cevap verdim. soruya soruyla yanıt vermenin varoluşçu terapistlerin sıkça başvurduğu bir yöntem olduğunu henüz bilmiyordum. bilseydim kesin bundan bahseder konuyu dağıtırdım.

akşam yurda gidince, oda arkadaşlarına, "sanırım bugün bir evlenme teklifi aldım," demiş. kimi tebrik etmiş, kimi "nasıl oldu?" diye sormuş. ama çok gülmüşler.

ertesi gün, "dün akşam kızlara, galiba bugün bir evlenme teklifi aldım, dedim," dediğinde bu defa birlikte güldük.

sonrası mı? bu tarz hikâyelerin hepsinde olduğu gibi.

26 Mart 2018 Pazartesi

insan ruhu

yaklaşık bir haftadır stefan zweig okuyorum. bir zamanlar vaz geçilmez sandığım bu yazara beni yıllar sonra döndüren ise türkiye iş bankası kültür yayınları modern klasikler dizisi'nden çıkan geçmişe yolculuk oldu.

peşi sıra daha önce kitaplığıma girmiş ama bir biçimde ihmale uğramış bir kaç kitabı, okuduğum ve beni ben yapan kitaplardan diyebileceğim bir kaç 'uzunhikâyesi'ni yeniden okudum. her şey defteri-iki'ye düştüğüm 'okuma notları'na baktım.

ve beni bir zamanlar zweig'a bağlayan sebebi yeniden hatırladım: bu adam, insanı ve insan ruhunu dostoyevski'den sonra en iyi anlatan yazar.

23 Mart 2018 Cuma

ilanı aşk

"ilanı aşk etmeyecekseniz uyumak istiyorum," demekle beni hem güldürdü hem de, kendisi bilmiyor ama, iki bin on sekizin ilk "en şenlikli cümle"sini  kurduğu için tarihe geçti.

ara verip, "başkasını seviyorum ben" dedim. sonra da gülmeye devam ettim. güçlükle verdiğim ikinci arada da, "sen et bence," diye ekledim.

"ilanı aşk yok. tamam. gittim ben," dedi, çekti gitti.

o giderken ben hâlâ gülüyordum. birden bire dudaklarımdaki gülümseme donuverdi. "bu kız, bu cümleyi kurmakla sakın bana ilanı aşk etmiş olmasın?"

o günden bu yana düşünüyorum. işin içinden çıkamadım.

en iyisi biz bu durumu oylayalım da, hem o ligden uzaklaşmış hem hâlâ hayatın acemisi bu fener bekçisine bir yardım edin.

18 Mart 2018 Pazar

günce

birazcık şair olsaydım
karlı bir gün için birkaç şiir
diye başlayan
aslı serin'e ithaf bir şiir yazardım.
evet, tam da böyle başlardım.

16 Mart 2018 Cuma

manolya

yolumun üzerinde küçük bir bahçe içinde, iki katlı, eski bir ev var. eski dedimse, harabe ya da bakımsız değil. ama yüz yıllık tarihi olan ahşap ya da kargir evlerden de değil.

arada tadilat ve bakımdan geçtiği için bakınca anlaşılmasa da buraların yerleşim yerine dönüşmesinin hikâyesine bakılırsa belki elli, çok olsa yetmiş yıllık bir tarihi olmalı. herkesin apartman dairesi peşinde koştuğu, eski evlerin, ahşap konakların yıkılıp yerine apartman dikildiği değişim yıllarında birinin çıkıp bu duruma isyan edercesine davranması sorup işin aslını öğrenmektense hayal etmeyi, hatta uydurmayı seven yanımı çok mutlu ediyor.

ama bu ev benim için güzelliğini ne bu isyandan ne de küçük bahçesinden alıyor. daha doğrusu alıyordu. bu, biraz da bunun hikâyesi.

o küçük bahçeyi gölgeleyen bir manolya ağacı vardı. sene de bir kaç gün bütün ihtişamıyla çiçeklenir, etrafta ne varsa görünmez kılardı. sadece bahçe değil, baştan sona bütün sokak güzelleşirdi. yaz geldi artık, derdim. yaz yine geçecek ve geride yalnızca bir kaç sözcük kalacak. eski insanlar, eski aşklar, en çok da selim ileri ve romanları gelirdi aklıma. bıkmadan selim ileri okuduğum günleri hatırlardım. çünkü manolya benim için selim ileri demek. manolyasız tek bir romanı yok çünkü.

"bembeyaz manolya nazik bir çiçekmiş. el değecek olursa rengi değişir ve kararırmış. manolya, tutkulu ama kısa ömürlü aşkları, gelgeç çırpınışları temsil edermiş, manolya aslında yaz aşkını çiçeğiymiş. sevenler birbirine manolya verirse, o yaz boyunca aşk da gönüller yakarmış. fakat tıpkı solan manolya gibi bu duygular da bir gün sona ermeye mahkûmmuş..."*

geçenlerde, baharın geliyorum dediği günlerden birinde bahçe demirlerine asılmış bir levha gördüm. levhanın tasarımı da ilan ettiği peyzaj mimarlığı bürosunun adı da çok havalıydı. kentsel dönüşümle ilgisi olamazdı. muhtemelen kurtulalım şu eski evden diyen çocukların paragöz çocukların işiydi. belki de basit bir tadilat gereksinimidir.

ben bunları düşünürken iki genç mimar, birinin elinde notlar aldığı defter, konuşarak bahçeye çıktı. bahçenin manolya ağacından artan boşluğunda birkaç adım geri çekilip eve baktılar, aralarında bir şeyler konuşup not aldılar. biri yazarken diğeri onun yazışını seyretti.

tamam, dedim. apartman yok. yalnızca tadilat ve boya işi. yüzümde bir tebessümle yoluma devam ettim.

ertesi gün tadilat başladı.

bu sabah ise manolya yoktu.

geri zekalılar manolyayı kesmiş. evet, geri zekalılar. mimarlık bürosu, mimarlar, hâlâ orada oturan yaşlı çift, arada ziyaretlerine gelen çocukları... hepsi.


*:gramofon hâlâ çalıyor

14 Mart 2018 Çarşamba

dakika ve skor

"Beni dışarıya bıraktıklarında orada değildi. Büyük kapının önünde duruyordum ve çantamı karın içine koymuştum, sonra Paul'ün bana doğru koştuğunu gördüm.
"Danie"diye bağırdı, "ulan, Danie!" Kucaklaştık, omzunun üzerinden park yerine baktım.
Hayır, orada değildi, yine bir kıştı ve geçen kış burada bana veda etmişti. Nefesimiz kesilene kadar kucaklaşmıştık ve ancak gözyaşlarım yok olduktan sonra onu bırakmıştım.
Paul "Nasılsın?" diye sordu. "İdare eder" dedim, hâlâ geçen yıl karın içinde durduğu ve birkaç gün sonra bile pencereden bakarken ayak izlerini gördüğümü sandığım park yerine bakıyordum.
Tanrım, küçücük ayakları. Her gece küçücük ayaklarını düşünmüştüm, minnacık bir prensesinkiler kadar küçük ve narin olan, pembe-beyaz parmaklı ayaklarını. Her gece küçük ayaklarını düşünmüştüm, onları avucumun içine alabilir ve herkese karşı koruyabilirim; her yerim ağrıyana kadar küçük vücudunu hayal ediyordum. Bazen yukarıda uyuyan yetmiş iki numaranın ayakları yataktan taşar ve aşağıya sarkardı, onları görünce bütün hayallerim mahvolur ve o ter kokan ayaklarının bütün parmaklarını teker teker kırmak isterdim.
"Biliyor musun" dedi Paul, "gelemedi..."
"Tamam, tamam" dedim, sonra birlikte park yerine doğru yürüdük, Paul'ün arabasına. Çantamı Paul taşıyordu."


*:clemens mayer, biz rüya görürken- benim tüm kadınlarım

12 Mart 2018 Pazartesi

paralel evrenler: dokuz

bir şair ve bir yazar.

şair olan fransız. yazar olan ise amerikalı.

şair olan, yani rené char, ikinci dünya savaşı'nda nazilere karşı vatanını korumak için bir taşra çetesinin komutanlığını yaptı. yazar olan, yani ursula k. le guin ise erkek egemen dünyanın kadınlarına güzelliklerini hatırlattı, onlara cesaret verdi.

rene char başta gerçeküstücülüğü benimsemişse de sonradan uzaklaşarak özdeyişler ve yoğun imgelerle gelişen kısa ve özlü şiirler yazarken, ursula k. le guin feminist düşüncelerine ve anarşist felsefeye bilim kurgu ve fantezi edebiyatı bahane etti.

şimdi de "yirmi yaş"tan bahsediyorlar:

"kırk yaşımızda, yüreğimize yirmimizde sıktığımız bir kurşunla ölüyoruz."*

"yirmi yaş dolaylarında öyle bir an vardır ki; yaşamın geri kalan kısmı boyunca ya herkes gibi olmayı ya da farklılıklarını erdeme dönüştürmeyi seçmen gerekir."**


*: aslında bu sözü albert camus nakleder. bana kalırsa char'a ait olma ihtimali kadar olmama ihtimali de var.
**:mülksüzler

9 Mart 2018 Cuma

seçmeli dersler

edebiyat:
javier marías, yarın savaşta beni düşün adlı romanında sözü üç kardeşten küçüğüne getiriyor: "ne marta'ya ve dolayısıyla, ne de luisa'ya benzettim onu. sanki aileler en küçük çocuklarının doğumuna çok daha az özen ve çaba gösteriyormuş, iş ırsî benzerlikleri aktarmaya geldiğinde çok daha ihmalkâr davranıyormuş ve bu meseleyi sanki birden kendi özelliklerini dünya üzerinde ölümsüz kılma şansı yakalayarak araya giren ve onları henüz doğmamış hatta döllenme aşamasında olan bir çocuğa bahşeden havai bir atanın ellerini bırakıyormuş gibi."

tarih:
sararmış, eski fotoğraflara bakmayı ya da yüz yıllar önce yapılmış resim ve portreleri seyretmeyi seviyorsanız muhakkak fark etmişsinizdir. bazı inkar edilemez güzellikler dışında oradaki yüzler hatta bedenler pek güzel değildir. bu durumu, değişen güzellik algısı ya da moda ile açıklamak mümkünse de bence yeterli değil.

sosyoloji:
geçmişte toplumsal, dini ve ahlâki baskıların hür iradenin önüne daha çok geçtiğine eminim. evliliklerin tanrının emirlerine uymak için, çocukların soy devam etsin diye için yapıldığı dönemlerden geçti tarihin kara treni. şimdi de var öylesi evlilikler ve çocuklar diyebilirsiniz. evet, var. iş sözleşmesi gibi evlilikler, evliliğin bekası için yapılan üçüncü çocuklar da var.

biyoloji:
kim ne derse desin beğenilerimizi ilkel içgüdülerimiz belirliyor, dolayısıyla aşklarımız da aynı kaynaktan besleniyor. çocuk ve soyun devamı düşünüldüğünde en iyi sonucu verecek genlere yöneliyoruz. modern zamanlar biraz olsun insanı özgür kıldığı ve tercihlerini eyleme dönüştürme cesareti verdiği için de günümüzde aşk evlilikleri eskiye göre daha çok. iyi şartların etkisini, tek bir kaynaktan gelebilecek genleri inkar etmemekle birlikte şimdiki nesil bence bu yüzden güzel. sevmekle aşkı aynı şey sananlar olabilir, ama konumuz onlar değil.

7 Mart 2018 Çarşamba

sorular ve cevapları

sorulmadığı zaman cevabını bildiğim, biri çıkıp sorduğunda ise cevap veremediğim sorular var şu hayatta.

5 Mart 2018 Pazartesi

bir masada iki kişi: peçorin ve ben

çayından son bir yudum aldı, masaya bıraktığı fincanı parmak uçlarıyla ortaya doğru itti. bir süre camdan dışarı, belki de apansız bastıran yağmurda ıslanmamak için koşuşan insanlara baktı. bakışlarını oradan alıp az önce masanın ortasına doğru ittiği fincana verirken konuşmaya başladı:

- dün benim için güzel bir gün oldu. üstelik seni hiç utandırmadım.

- ben olmasam da sıkılmazsın, demiştim.

- ve senin hakkında çok şey öğrendim.

- sana söylemeyeceğim ya da söyleyemeyeceğim hiçbir şeyi yakari'den duyamazsın.

- için rahat olsun. kendimi tutamayıp sorduğum bir kaç soruyu büyük bir zarafetle savuşturdu. yalnız lermantov ve peçorin'den konuşurken bir kaç cümle kurdu seninle ilgili.

- o kitabı zorla okutmuştum ona. üniversite dördüncü sınıfın sömestir tatiliydi. daha kitabı bitirmeden heyecanlı bir telefon konuşması yapmıştık diye hatırlıyorum.

- "sen osun lan!" demiş sana.

- peçorin aptalın teki. sonunu düşündüğü için mutlu olamayan bir korkak. bütün aşklar nihayetinde bitiyorsa, ne gereği var ifadesiyle dolaşıyor ortalıkta.

- peçorin'den hiç konuşmadık.

*

tam o sırada bir mucize oldu. birileri müziğin sesini açtı. üç şarkı boyunca sustuk, masaya baktık, yağmuru ve insanları seyrettik.

ve bir daha bir kez bile peçorin'den bahsetmedik.

1 Mart 2018 Perşembe

duruş

kıran kırana geçen bir satranç oyununda, ufuktaki tercihleri ağırbaşlı bir dikkatle değerlendirerek satranç tahtasının üçüncü sırasında bekleyen, varlığını neredeyse unutturmuş beyaz atın dik ve bilinçli duruşu vardı üzerinde.