30 Ağustos 2017 Çarşamba

kendimden geriye

"su yeşili gözleri var kâtibin. o güneş görmemiş, hasta ışığın altındaki sayrı yüzünde bile parlayabilen su yeşili gözleri var. bir daha dağıldım. bunun da gözlerinde bir parçam kaldı. bundan sonra bunu da hesaba katmalıyım. beni tanıyanlar arasında bu da olacak. olmaz ama. unutur o. benim tanıdıklarım arasında bu da olacak. gelmeseydim keşke, hiç gelmeseydim. tanımayıverir, geçerdim. şimdi o da var. parçalarımı toplarken, bunun gözlerinde, yeşillerin dibinde kalanını da bulmak, unutmamak gerekecek."*


*: bilge karasu, troya'da ölüm vardı- odalardan biri

28 Ağustos 2017 Pazartesi

dönüş

yalnızca şehirlere ve mekanlara değil, bazı kitap, film veya şarkılara, hatta bloga yazdığım bazı yazılara da cinayet mahalline döner gibi arada bir dönmeyi seviyorum.

24 Ağustos 2017 Perşembe

köprü ve aşk

bu da selçuk için. ama çok kısa...

çünkü eski bir yazı için küçük bir zeyl denmesi. bu nedenle ilk olarak o yazıyı okumanızı tavsiye ederim. zira geçenlerde bir araya geldik ve konuyu biraz köpürttük.

*

aşk yalnızca bir asma köprü hikâyesi değil. rastlaşma, kucaklaşma da değil.

bütün bunların üzerine, geçtiğin kıyıda kendini bulamama, geriye dönüp baktığında hiç kimseyi görememe hissi.

22 Ağustos 2017 Salı

pusula

bir sevgilim vardı: ze.. ötesini hatırlamıyorum.

kuzey denizi kenarındaki bir kumsalın bitiminde boy vermiş, rüzgarda çırpınan otları hatırlatan kirpikleri vardı.

ne zaman heyecanlansa, -mesela, "geometri öğretmeni olsaydım ilk derse, bugün edebiyat ile matematik arasındaki en büyük farktan bahsedeceğiz, diyerek başlardım," diye anlatmaya başladığımda... "nokta edebiyatta her şeyin sonu iken, geometride her şeyi başlatandır." ya da hidrojen ve oksijenden ve onların muhteşem birleşiminden bahsetsem- kirpikleri bir pusulanın kuzeyi arayan iğnesi gibi titreşirdi.

bugün, anlatması uzun sürecek bir hikâyenin ortasında -aslında hikâye tam bana göre ama anlatmaya gücüm yok- onu andım.

çünkü gerçeğe dönüştüremediğim bir hayalde, bir pusula satın alıyor ve "kuzey"i işaret eden "N" harfini söktükten sonra sağa devirerek yapıştırıyordum. sonra da, "bu benim pusulam ama sende kalsın," diyerek ona veriyordum.

şu an düşündüm de, belki bir gün "gerçeğe dönüştüremediğim hayaller üçlemesi" yaparım. ve böylece başkalarını da anarım.

9 Ağustos 2017 Çarşamba

son macera

dokuz ağustos çarşamba...

bundan sonra hiç kimse, ilk hecedeki uzadıkça uzayan "a" sesini normalden kısa söyleyerek, "benim için bir macera oldu" demeyecek.

bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

7 Ağustos 2017 Pazartesi

tehlikeli şiirler - yirmi dokuz

bugün tehlikeli şiirler okuyalım leyla
edip cansever'den salıncak* mesela...

I

büyük bir oda. bahçeye açılan bir pencere
ortada bir masa
yanda bir kapı
daha birkaç şey: örneğin bir yunus balığı camdan, bir heykel
sabah. duvarda gün tanrıları
rezneler, sedef otları, küpe çiçekleri görünür pencereden
görünür ama görünmez
yani hiçbir şey yerinde değil pek. bugün ne?
salı! o bile yerinde değil
bir bardak, bir sürahi yerinden edilmiştir, nereye koysak
nereye?
bilmem!
bir çıkrık bir zaman dışını kolaçan eder şöyle
iyi. biz buna bir durumun sınırsız gelişimi diyoruz
diyoruz; sanki o her şey kadar bir her şeyi getirir, yığar
çıkrık
bir su gürültüsü, bir pul koleksiyonu, bir duanın yaratılışı duyulur bu ara
duyulmaz ama duyulur
başlar çünkü onlar da; yani pul, su gürültüsü, dua
başlar bir insan gibi; süreyi, düzeni ölümü taşımaya

sabah. duvarda gün tanrıları
birinin süresiz terlik giyeceği tutmuştur yukarı katta
aşağıda
iskemle gıcırtısı, ayak
tütün kokusu, koku
yaz kelebeği tadında bir soluma
yer değiştirme, kımıltı
tekrar soluma
kadın
sessizlik.

II

gün ışır iyiden iyiye, odanın orta yerinde bir kayalık
sarı bir kertenkele... onunla her şey bir iki sıçrar, durur
başkaldırır, düşer
bir çorak bağırışı, bir taşın ikiye bölünmesi işitilir. sonra?
bir su arayışı, bir bozgun... Biz buna benzer her şey diyoruz, her şey her şey
her şey
çünkü o, kadın
uzanır, sağar bir yokluğun içinden
gene bir yokluğu sağar, üşenmez
bir gül çukuru tersine döner, bir alev kıyısı doğurganlaşır
çıkar boş kıyılardan katılaşmış akşamüstleri
böler o bakışları bir sarkaç gibi binlere
ama bir zaman gibi değil, bir sarkaç gibi böler
yani olanlar olmuştur bir kere
bir kartal donakalmıştır sıcaktan. bir u sesi duyulur
yaratılmaya uygun bir ses, u
uzağa bakar kartal. o kadar bakar ki, bakmaz
taş kesilmiştir taş, boynu ileri düşmüştür
tanrım bize bir salıncak!
çok çabuk geçmek için şu olup bitenleri
bir daha, bir daha, bir daha
unutmak unutmak unutmak
tanrım!
taş kesilmemek için taş
bunu evrenin sonsuzluğu diye yorumlar varlığı olmayan bir söz

kadınsa kımıldamak ister, olmaz
yer değiştirmek ister, olmaz
solumak birdenbire
gene olmaz
olacak bir şey boşuna aranır, boşuna boşuna boşuna
bir kaya daha çatlar
başlar ufacık taşlar yuvarlanmaya
eser bir silinti, bir sisin dağılışındaki öz
çıkar o yunus balığı, o heykel
yaz kelebeği, kapı
sonra?

III

sonra ne? sabah! iyi bir gün başlar ne de olsa
tepeden tırnağa beyazlar giyinmiştir kadın
ne var ki bir kadın gibi değil, bir aşk, bir umut gibi değil
bir aralık gibi durur dünyada
işte bir soru!
okurken elinde tuttuğu; okumaz, gene elinde tuttuğu
"önce hep gece vardı" diyen bir kitapla
biz buna bir sorunun sınırsız gerilimi diyoruz
diyoruz; çünkü o kadın
ne yapsa, neye uygulansa
bir aralıktır şimdi dünyada
bir aralık, bir aralık!
yıllanmış ağaç kabuklarında bir yara
bir geçit, bir su akıntısı, bir bıçak izi
ve batık gemilerden şimdiye arta kalan
bir batışın korkunç, ama hiç bitmeyecek izlenimi
tanrım ona bir salıncak!
bir gidip bir geliversin diye boşlukta
umutla, erinçle, tutkuyla
kendine kendine kendine katlanarak
hani görmeden daha, bilmeden darıldığı kendine
tanrım
ona bir salıncak!
tam burda
gözlüklü, kış akşamları yüzlü bir bahçıvan
sorar o sokak kedisinin dilindeki hızla
sorar o çiçekleri -bir çiçek olmayan yalnız- sorar sorar sorar
nereye kadar bilinmez
hani bir sormasa... korkunç!

hani bir çalgıcı vardı, başını çalgısına koymasa uyuyamaz
sonra?
sonra ne? işte bir çamur gibi sıvanmış odaya
karanlık bir kilisenin
ihtiyar zangoçunun ağzıyla
günaydın!
iyi bir gün başlar ne de olsa

IV

iyi bir gün başlar. dünyadayız artık. dünya!
şu tatlı pencereniz. sizin. Bunu anlamayacak ne var? pencere
tanıklık ediyor işte. gün mavisi bir şey. tanıklık ediyor
pek açık değil. değil de... size. tanıklık ediyor bir de
bunu evrenin sonsuzluğu diye yanıtlar varlığı olmayan bir söz
yok canım! kimsenin bir şey dediği yok, söylenmiş bazı sözler yaşıyor, o kadar
işte
yaşamış bir kadın yaşıyor orada
yitmek, hani durmadan yitmek, ulaşmak bir aşkınlığa
var ya
orada
tek imge kayalardır, işte orada
yaşar hiç konuşmadıklarınız, işte orada
dışa vurmadıklarınız, şimdi orada
her şey hep kayalardır; otlar da böcekler de, sular da
günler de, zamanlar da
-görünen bir zamandır çünkü orada-
bir el yana düşmemiş, kaldı ki birden havada
değilse bir hareket bu, yalnız orada
orada
bir ayak boyu yerde, bir kadın
bırakılmış gibi yıllarca
tanrım ona bir salıncak!
taş kesilmesin diye taş
donakalmasın diye boşlukta.

hani o balıkçılla yarışan çaylağa
kırpışan gözleriyle bakan gemici
gibi
baksın o da görmeden
ne çıkar ustaymış, erginmiş uzağı görmekte gözleri.

tanrım size bir salıncak!

3 Ağustos 2017 Perşembe

sırt üstü yüzmek

kadın suya yürüdü. üzerinde giysiler.

önce ayakları ıslandı. sonra elbisesinin eteği.

ama o yürümeye devam etti.

su yeteri kadar derinleşince kendini suya bıraktı ve kulaç vurmaya başladı. yoruldu, yüzünü bulutlara döndü. kollarını açıp kendini suya emanet etti.

nereden aklına geldi bilinmez, bir süre sonra sırt üstü yüzmeye başladı. yüzünde tebessüm, düşüncesinde ise, çok iyi yüzdüğü halde sırt üstü yüzmeyi beceremeyen bir çocuk.

*

hayat ne tuhaf... belki de bütün bunları hiçbir zaman bilemeyecektik.

eğer, "aşk her defasında beni yarı yolda bıraktı" diyen o güzel kadın yüzünde aynı tebessümle çocuğa bakıp, "biraz soluklandıktan sonra çok iyi yüzdüğü halde sırt üstü yüzmeyi beceremeyen bir çocuğu düşünerek sırt üstü yüzdüm," demeseydi.

1 Ağustos 2017 Salı

takvim yaprakları

ununu eleyip eleğini asmışcasına zamanla ilişkisini en aza indirmiş, günü ezanlara göre taksim eden, akıp giden zamanı da uzayıp kısalan günlerden, soğuyan ısınan havalardan, bahçedeki çiçeklerden, meyve ağaçlarından anlayan insanların evlerindeki günlerce hatta haftalarca ihmal edilmiş takvim yapraklarını anlıyorum da gündelik hayatın ritminin hiçbir zaman azalmadığı, tatil günlerine ayarlı, söz gelimi inşaat malzemeleri satan bir dükkanda ya da ünlü bir otomobil markasının yetkili servisinde kasanın hemen arkasındaki duvarda asılı takvimin yapraklarının değil elli iki gün tek bir gün dahi ihmal edilmesini anlayamıyorum.