31 Aralık 2023 Pazar

otuz bir aralık

hiçbir zaman yeni yıla çok anlam yükleyenlerden olmadım. 'bir ocak' takvimleri değiştirir, hepsi bu. 

kaldı ki, asıl takvim içimdedir ve orada yeni yıl yazdan sonra, kumsalın boşalması, yazlıkçıların çekilmesi, dalgaların çoğalmasıyla başlar. ki, saçlarına griler bulaşmış güzeller güzeli bir kadın kumsala inerken siyah boğazlı kazağını giymeye başlamıştır artık.

yine de 'takvimler değişirken' muhasebesi yapalım. adet yerini bulsun, burada dursun.

artık gri değil yeşil seviyorum. koyu yeşil. boğazlı kazak ya da tişört. fark etmez.

nergisler hâlâ en güzel. masada çiçek.

dinlediğim müziklere dikkat etmez oldum. viyana senfoni orkestrası da bir bana, tufan altaş'ın alkol bulaşmış köy düğünü kaydı da. yerine denk gelsin, keyif versin yeter.

ayrıca, "var bir hayalimiz": levent cantek bozkır'ın üçüncü sezonuna tufan altaşlı bir sahne yazsın, işi gücü bırakıp arka planda bir 'iç çekiş gibi' duran figüranlardan biri de ben olayım.

film izlemeye daha da az vakit ayırdım. diziler dahil. bence bunda sinema salonu kültürünün hayatımızdan hızla çekilmesi de etkili. büyük ya da küçük fark etmez, film ekranda seyredilemez gibi geliyor bana. ama spor adına ne varsa başım üzere. en çok vaktimi alanlar ise tenis ve voleybol yine. bisiklet ise seyredilmez, daha çok dinlenir.

okumak ve yüzmek en çok tercih ettiklerim. hem sosyal medya kullanıp hem şikayetçi olanları ise anlayamıyorum. eskisi gibi uzun uzun koşacağım günleri ise iple çekiyorum. belki "duta da dalarım" o zaman.

boş zamanlarımda aylaklık yapmak ise en sevdiğim. dinlenmek değil aylaklık. saf aylaklık. insanları seyrederek şehri yürümek, lokanta ve kafelerin sokağa taşan masalarında, park kanepelerinde oturmak, kırlarda dolaşmak, dallar, yapraklar altında yürümek, yükseklerden vadiye, nehre, denize bakmaklar falan.

şölen masası gibi kalabalık sofralar, upuzun süren, bitmeyen kahvaltılar hâlâ çok güzel.

sadece yeni film/ dizi izlemiyorum. ikinci, üçüncü, belki daha çok kez izlediğim filmler de oldu. ilk izlediklerimin en iyi ise the wire (en çok da dördüncü sezon) ve the banshees of inisherin(2022) filmiydi. evet, "artık seni sevmiyorum" ile "en azından denedim" arasında.

ama asıl hikâye aftersun(2022) benim için. belki, kuşlar yasına gider bahsinde olduğu gibi birileri çıkıp uyarmadı. yine de hislerim o filmden uzak durmamı, eğer seyredersem çok üzüleceğimi, hatta ve hatta hayatımın eskisi gibi olmayacağını söylüyor. hakkında az şey bilmeye çabalıyorum ama çok şey hissediyorum.

çok kitap okudum. kairos. benim için senenin en iyisiydi. yalnızız ise hayal kırıklığı. beklediğimden çok fazlasını bulduğum deli ibram divanı ve wisconsin,1963 ise yılın sürprizleri. bütün bir yıl tomás nevinson'ı bekledim ama gelmedi. genazino okumak ise o denli keyifli değildi. kötü değil çok sevdiğin bir yemeği bir kaç öğün üst üste yemek gibiydi. galiba benzer şeyi armand v.*'yi okurken de hissettim. ama yemek aynı yemek değil, dag solstad bambaşka bir şey denemiş, ne yazık ki sonuç pek iştah açıcı değildi. kesinlikle eminim; murat menteş dinlemek okumaktan daha keyifli. yeni bir nazan bekiroğlu okuyamadık ama mutlu kavgaz'ın yeni macerasına şahit olmak iyi geldi.

iki bin yirmi ikinin en güzel ikinci şeyi, madrigal harikası seni dert etmeler bu sene de en çok dinlediğim şey olabilir. ama bu yazı boyunca fonda gevende: ağlaya ağlaya çaldı.

normalde jakuzi: sür beni çalması gerekirdi. hem müzikalitesi daha yüksek, hem sözleri manidar, hem de albüm kartonetinden havasına kadar kavinsky etkisi tartışılmaz.

ama kız öldü. bu defa gerçekten öldü.

27 Aralık 2023 Çarşamba

yalnızız üzerine

nihayet okudum. evet, 'ikinci defa' veya 'yeniden' değil. 'ilk defa'. okumadığım peyami safa romanlarından biriydi. artık okuyayım dedim.

konu beni cezbetmese de kelimelerin ahengi, cümlelerin musikisi muhteşemdi.

dillere persenk "türk işi dostoyevski" benzetmesinin boşuna olmadığını bir defa daha gördüm. çok yeri dostoyevski tadı alarak okudum. arama motorlarına sormadım ama bu benzeyiş üzerine akademik çalışma, makale var mı, meraklandım.

ama tolstoy diyelim ilk. dostoyevski bahsine onsuz başlanmaz ne de olsa. erbabı olsa, "düalite" derdi, dünyanın cümle hâllerini öğrenmişler ise "her şey zıddı ile kaim".

bu eşleşmede dostoyevski tarafında olanlardanım. hatta, beni ben yapan kitaplardan anna karenina'ya, edebi kıymetini inkar etmediğim harp ve sulh'e rağmen tolstoy'u sevmem.

ama iyi yazar olduğunu, kaleminin dostoyevski'den daha güçlü olduğunu inkar edemem. dostoyevski romanlarındaki olmamışlık hissinin, noksanlıkların onun romanlarında mevcut olmadığını da.

dostoyevski uçurum kenarında, düşmekle kalmak arasında ilhamla yazarken, tolstoy'un yazdıkları bir kelime dahi fazlalık içermeyen, aritmetiği iyi hesap edilmiş metinlerdir.

başka bir deyişle, dostoyevskiciyim ama müessesemiz eli kalem tutan birine ihtiyaç duysa dostoyevski'yi değil tolstoy'u seçerdim.

yalnızız'a buradan baktım kitabı bitirip de içimde demlenmeye bıraktığımda.

insan ruhuna mikroskopla bakıyoruz duygusu veren tespitleri, karakterler geçidi, nietzsche üzerine yazdığı bir makaleden alıntı hissi veren trajedinin doğumu gölgesindeki bölüm, zaman zaman rilke ve malte laurids brigge'nin notları'na selam durduğu yerler ve samim vasıtasıyla aktardığı simeranya ütopyası etkileyiciydi.

ama "bu roman, roman gibi bir roman," diyemem. olsa olsa, "peyami safa insan ruhu üzerine konuşabilmek için bir roman bahane etmiş".

olmamış dediğim yanları, olmasa da olurmuş bir çok karakter var. aydın mesela. ya da renginaz. hatta necile, necile ile samim arasındaki yapıştırma hissi veren bağ...

dürüst olmak gerekirse kurgusu da kötüydü. 'tanrı yazar'dan 'ben' anlatısına geçerken okurun zorlanması yetmezmiş gibi bir de 'ben'lerin değişip durması işi daha da zorlaştırıyor.

öyle ki, server bedi müstearıyla yazdığı 'ucuz roman'lar daha çok "olmuş bu" hissi veriyor.

24 Aralık 2023 Pazar

çay bahçesi

ağaçlar yapraksız, çay bahçesi sessiz, yaz günleri olsa müşterilerin oturabilmek için yarışacağı denize bakan uzak köşe birbirine geçirilmiş, sanki yazdan arda kalmış bir anı gibi duran ve artık kimsenin ihtiyaç duymadığı masalar ve sandalyeler tarafından öbek öbek işgal edilmişti.

22 Aralık 2023 Cuma

başarı

kemal sayar aydınlamamın ilk adımlarına denk gelen varlığıyla her zaman değerli oldu benim için.

mesleki tecrübesi ve başarısı arttıkça kaleminin edebiyat yanı irtifa kaybetse de mesleğine yaslanan deneme kitapları, televizyon programları ve konuşmaları hâlâ kıymetli.

geçenler de onlardan birine rastladım. itiraf etmeliyim ki çok etkilendim. ve kendimi biraz daha sevdim.

kazanırken neyi kaybettin?
bir makam kazandın.
çok mal, mülk biriktirdin.
peki, bu arada neyi kaybettin?
ruhunu kaybetmiş olabilir misin?
insan ilişkilerini kaybetmiş olabilir misin?
aile sıcaklığını kaybetmiş olabilir misin?
sevdiklerinle hiç saatine bakmadan uzun saatler geçirme gibi bir lüksü kaybetmiş olabilir misin?
herkes kendine bunu sormak zorunda.
kazanırken neyi kaybediyorum?
eğer ruhumu kaybediyorsam, insanlığımı kaybediyorsam eksik olsun.
'istemem, eksik olsun' diyebileceğimiz şeyler olmalı hayatta.
ben bu modern çağın başarı yutturmacasının tam bir illüzyon olduğunu ve gönüllü köleler yaratmak üzere tasarlandığını düşünüyorum.
başarı özüne sadık bir hayat sürmektir.
başarı dürüstlüktür.
başarı ahlâktır.
başarı erdemdir.
başarı herkesin rüşvet aldığı yerde rüşvet almamaktır.

şimdi herkes kendi başarılarını yazsın defterine.

16 Aralık 2023 Cumartesi

dakika ve skor

"Berta endişe içinde oğlunun yüzünü profilden izliyordu. Rudolf hafifçe dudak bükmüş, uyumaktaydı. Eğilip bakmasına gerek yoktu, oğlunun dudağının diğer yarısının da bükük olduğunu, kaşları arasında çatılmaktan kaynaklanan derin iki çizgi bulunduğunu biliyordu. Bu çizgilere bakarken Berta'nın içinde, sonbaharın son günlerinde yapraksız ağaç dallarını seyrederken uyanana benzer bir duygu uyanıyordu. Öyle ki çıplak dallar Berta'ya tuhaf bir eğrilikle gökyüzüne doğru uzanamıyormuş gibi görünüyor ve onda sıradışı bir sessizliğe bürünürek kulaklarından şehrin gürültüsünü dahi siliyormuş izlenimi uyandırıyordu, o ise kulak kesilmiş sessizliğin içinden kopacak çığlığı bekliyordu. Bu çığlık tıpkı çürüme ve ölümün pençesinden kurtulup nihayetinde gökyüzüne kanat çırpmak üzere ağacı kemiren kabuk böceği gibi kemiriyordu Berta'yı. Yapraksız zamanlar diye adlandırdığı kışın ilk günleri Berta'yı korkutuyordu. Mevsimin ilk karı yağıp da ona her yıl umut verdiğinde ve buz kristallerinin beyazı tuhaf bir eğrilikle gökyüzüne doğru uzanan çıplak dalları örttüğünde Berta içinin ferahladığını, yüreğinin ise bir çeşit cesaretle dolduğunu hissediyordu."


*: marianne fritz, şeylerin ağırlığı

14 Aralık 2023 Perşembe

ev alet ve edevatları

"modern hayatın çökmesini ve her yeri yabani otların kaplamasını sabırsızlıkla bekliyorum," demişti hayao miyazaki. ruh kardeşim...

çünkü, ne zaman çok katlı binalara ve etrafı çevrili, giriş kapısı güvenlik görevlisi dolu sitelere baksam gözlerimin önünde hep aynı manzara belirir: kimselerin yaşamadığı, boyası dökülmüş, camları kırık binalar ve ondan alınanı geri almak için usul usul geriye dönen tabiat.

o gün, salondaki halının üzerinde oradan oraya gezinen ev robotunu seyrederken bunu düşünüyordum. ne gereksiz bir aletti, zamandan kazandırdığı falan da yoktu. o rahatça işini yapsın diye bazı eşyaları kaldırıp indirmek, yerini değiştirmek de epey zaman alıyor üstelik.

"senin de miadın dolacak, modan geçecek ve bir dolabın en alt gözüne tıkılacaksın," dedim. "o da yer olursa."

tıpkı bir zamanlar her eve giren cd/dvd oynatıcılar gibi.

sahi, n'oldu onlara? yanına dev gibi televizyonlar, yansıtıcı için perde, perde için gökyüzü kadar geniş duvar hayal ediyordunuz. sayamayacak kadar çok filminiz olacaktı hani?

iskoçya'da ya da muson kuşağında yaşamıyorsanız, çok çocuklu değilseniz çamaşır kurutucular için de fikrim aynı: gereksiz.

anlayacağınız, teknolojik gelişmeler ya da onun insan hayatını kolaylaştıran yanı hikâye.

her şey moda diye, herkes kullanıyor diye.

9 Aralık 2023 Cumartesi

şifa

"ben adım gibi eminim. bu otlar değil beni iyileştiren. çünkü bunlar şu kenarında yetişen alelade otlardır. beni iyileştiren senin şifalı ellerin. sen bunun farkında değil misin?"*


*: çukur dizisi, efsun'un yamaç'a anlattığı masaldan

3 Aralık 2023 Pazar

eksik bir şey

söyleyeceklerim kalbinizi kırabilir. o yüzden, "aman kalbim kırılmasın," diyenleri ve "zaten kırık"ları bu tarafa alalım.

kalbi olanlar kırılacak, biliyorum. daha önce kırdım çünkü.

*

ne zaman ivan's childhood (1962) filminin ünlü öpüşme sahnesine meyleden birilerini görsem yüksek bir yere çıkıp, "hayır!" demek isterim. "hayır! o şey göründüğü gibi değil."

o sahnede yüklediğiniz anlamların hiç biri yok. aşk yok. tutku yok. zor var. hatta taciz...

çünkü kız başkasını seviyor ve kızın ayaklarını yerden kesiyor sandığınız adam da işgalci ordunun bir subayı. ve orada sadece güç ve imtiyazdan değil kızın muhtaçlığından da faydalanıyor.

serbest düşüşe bırakılmış ayaklar size "olsun n'olacaksa" diyerek kendini tutkunun ateşine atmak ya da "al beni, ne yaparsan yap" dercesine kendini muhataba emanet etmek gibi görünebilir. ama hayır, o hâl, tepkisizlik hâli. çaresizlik, utanç, içinden ona kadar sayma, "yüzmeye devam et... yüzmeye devam et..." hâli.

*

diyeceğim o ki, yapmayın...

bir söze, bir resme bakarak karar vermeyin. bin parçalık bir yapbozun bir kaç parçasından ve baskın renklerden yola çıkıp son-uç'a varmayın. üstelik, çöl de sonsuzluk hissi verir, okyanus da.

nazan öncel'in dediği gibi "anlamadan, dinlemeden" pozisyon almayın ki muhatabınız ibrahim tatlıses gibi "nereye gidiyorsun?" diyerek isyan etmesin.

*

başka bir şey daha yapmayın: biraz sosyal medya etkisi biraz da ilgileriniz sebebiyle haberdar olduğunuz şeyleri biliyorum kabul etmeyin.

oysa (hepi topu yedi tane olan) tarkovski filmlerini izlemediniz. mühürlenmiş zaman ve günlüklerinin kitap hâli zaman zaman içindeyi okuyup, sevgili enver gülşen'in içinde tarkovski geçen cümlelerinin altını çizmediniz. sadece, tarkovski sineması üzerine bir kaç yazıya ve sosyal medya paylaşımlarına denk geldiniz.

raziye hakkındaki bilginiz de sadece birinci bölümün başlangıcından ibaret. oraya bakarsanız aşk romanı. roman boyunca gemi azıya almış ilkyaz ırmakları gibi akan saf tutkuyu inkar etmemekle beraber eleştirel bir eser söz konusu gerçekte. melih cevdet anday, cumhuriyetin vaa'z ettiği aydın tipini, müslüman mahallesinde salyangoz satmaya kalkmanın işe yaramazlığını o kadar iyi anlatır ki. yetinmez, muhafazakârlık saydığımız şeyin aslında cehalet olduğunu da işaret eder.

icra muhteşem olabilir ama 'aziz' tom waits green grass 'cover'larından ibaret değil. neşet ertaş da yalan dünya'dan. feridun düzağaç o, kısa da olsa uzun da 'fede' değil. bilseniz, ne hazineler saklı geçmişinde. üstelik düşler sokağı kendi şarkısı bile değil.

*

nihayet...

günün sonunda nuh tepesi (2019) filmini anmak da var. aynayı karşına alıp kendi kendine:

"benden özür dileyeceksin. hayatımın tam ortasına koydum seni. orada duramadığın için benden özür dileyeceksin. biz bu ilişkiyi bambaşka bi yere taşıyabilirdik, buna izin vermediğin için benden özür dileyeceksin...''

1 Aralık 2023 Cuma

aydınlanma

kim ne derse desin, yaşınız kemale erse dahi öğrenmeyi, aydınlanma yaşamayı, ders almayı mümkün kılan bir şey hayat.

bilgi hanesine kaydedilenler, duyduğumuz haberler ya da teknolojik gelişmeler gibi yeni günle gelenler değil kastettiğim. hep orada olan, ama o vakte kadar göremediklerimiz falan.

ben de yeni bir şey fark ettim. aydınlandım hatta. meğer çamaşır sererken ya da asarken çorapları eşlemek çabası sadece zulüm değil saçmalıkmış.

oysa çamaşırları topladıktan sonra mevzuya çeki düzen vermek ne kolaymış.

/konuyla bir ilgisi yok ama, en berbat ev işi çamaşır katlamaktır bence. çorapları bile ütüleyen manyaklardan olmasam da her şeyi öylece dolaba ya da çekmecelere tıkan, sonra da eline gelen ilk şeyi giyenlerden değilim o ayrı./

erbabına sormadan önce, "bunu yeni mi öğrendin?" diyeceklere ya da "erkeklerden alabileceğiniz maksimum verim budur" diye düşünenlere, "tarifte 'soğanları küp küp doğrayın' diyorsa küp küp doğrarım" dediğim yazıyı tavsiye ederim.

artık sorabilirim: nedendir çorapları asarken ya da sererken eşleme içgüdüsü? yoksa, "ay başıma bir şey gelirse, ambülans çalışanlarına ve cenaze görevlilerine rezil olmayayım," diyerek temiz iç çamaşırlarına ve herhangi bir kaçağı göçeği olmayan, ucu sağlam çoraplara yüklenen ablaların ev hâli mi?

cevap niyetine "mükemmelliyetçilik" diyenler ocak dışı bırakılmakla kalmıyor, ağzı burnu kırılıyor bilesiniz.

/o işi de, "o çay bahçesi benim bu çay bahçesi senin dolaşıp daha yayınlanmamış kitabının telifini kaptıracağı, yeğenine matematik çalıştırıyormuş gibi yapan adamlar aramaktan fırsat buldukça buraya yazdıklarımı okuyan, artık iki adım atınca nefesi tıkandığı, "dünyayı seyretmek için ne güzel yermiş" bahanesiyle, nefes nefese bulduğu ilk yere oturan arkadaşım" yapıyor.

elbette, bir miktar para karşılığı.

ne yani? pavyonda mı çalışsın bu yaşta?/