28 Mart 2014 Cuma

seçimler, seçimlerimiz

geçtiğimiz günlerde hangi partiye oy vereceğimi sormaya cüret eden kişiye de dediğim gibi: hiç birine oy vermiyorum... çünkü, beni temsil etmiyorlar. herhangi bir partinin beni temsil edebilmesi için ben de partinin bir üyesi olmalıyım.

şimdiye kadar bir defa oy kulllandım. yerel seçimlerdi. muhtarlık ve belediye başkanlığı için oy kullanmış ama belediye meclis üyeliği için oyumu boş atmıştım.

ahmet amca muhtar olamadı. yine de günübirlik gelip kendisi için oy kullanmam onu çok mutlu etmişti. kendisi bir kaç yıl sonra öldü ama çocuklarının ve eşinin gözünde o bir oyun arttırdığı itibarım hâlâ yerinde durur.

belediye başkanı adayı ise sadece adını bildiğim, yıllardır seçime giren ama bir türlü kazanamayan biriydi. sırf bu hâlin içimde uyandırdığı şefkat yüzünden ona oy verdim. kazandı. şehir tarihinin gördüğü en başarısız belediye başkanı olduğunu itiraf ediyorum ama.

şimdi mi? ne muhtar adayıyım ne belediye başkanlığı... belediye meclis üyeliğinde ise hiçbir zaman gözüm olmadı.

26 Mart 2014 Çarşamba

kadınlar-erkekler: on bir

kadınlar kazanan tarafta olmayı tercih ederken, erkekler düşenlerin elinden tutmayı seçer.

ve belki de bu yüzden, şefkat daha çok erkeklerin sahip olduğu bir duygudur.

23 Mart 2014 Pazar

kibir

bir

bilimler gelişiyor, gündelik hayat değişiyor ve yaşam bir çok şeyi ulaşabileceğimiz yerden uzağa itiyor.

bazan uzağa itilmiş o  şeyler bizi buluveriyor; yakalanıyoruz ya da tam da yerine denk geliyor.

ve ben şimdi, bir sait faik ruh haliyle, beni neden bu günlerde buluverdiğini bilemediğim iki eski hikayeden bahsetmek istiyorum.

iki

eskiden,
şövalyelerden sonra ama.
bazı adamlar savaşa giderken kırmızı esvaplar giyermiş.
düşmanları onlara daha kolay nişan alsın, dostları kahramanlıklarını daha kolay görsünler diye.

diğeri bir shiller şiiri: tahtın varisi güzel prenses, etrafında, prenses beni farketsin diye dolaşan şövalyeler, soylular ve babasıyla birlikte arenadaki gösterileri izliyormuş. kendi ışığını yayan iki parça aydınlıkçasına zarif ellerini gözlerden saklayan eldivenlerin tekini çıkartıp aşağıya, aslanların arasına atıvermiş. ve başını çevirmeden, etrafındakilerin duyabileceği bir sesle, "kim o eldiveni bana getirirse onunla evleneceğim," demiş. etrafı kaplayan sessizlik merdivenleri inen bir çift ayak sesiyle bozuluvermiş. diğerlerinin arasından ayrılan bir şövalye merdivenleri inmiş, arenayı dolduranların, hatta aslanların şaşkın bakışları altında eldiveni alıp merdivenlerden geriye çıkmış. eldiveni prensesin kucağına bıraktıktan sonra yüzüne dahi bakmadan arkasını dönüp gitmiş. bir çift ayak sesi kalmış geriye...

üç

ana akım sinemanın, yani hollywood'un klişe yüklü, sıradan filmlerinden birinde, şeytanların en cazip olanı, "kibir en sevdiğim günahtır," derken, bir başkasında, cinayetlerinin anatomisini kutsal kitaplardan ve dante'den çıkartan katilimiz, yedi büyük günahtan biri sayılan "kibir"e sanat dolu bir ceza planlıyordu.

dört

şimdi burada oturmuş yazdıklarımı yeniden okuyor, içinde bulunduğum "razılık hali"nin "kibir"e denk düşmesinden korkuyorum.

belki de, "başkalarına edilgenlik gibi görünse de, hayat ne getirirse getirsin üstesinden gelebileceğime inandığım için," diyerek başladığım cümlelerle savunmasını en iyi biçimde geliştirdim sandığım "edilgenlik" ve "razılık"tan vazgeçmeliyim.

hangisi olduğuna ilişkin inancım bulanıklaşıyor çünkü: kendine güven mi? kibir mi?



meraklısıiçinnot: o iki öykü sırasıyla, kırmızı esvaplı hainler ve shiller'in eldiven isimli şiirinden. sıradan hollywood filmimizin adı the devil's advocate, şeytan ise al pacino. entelektüel katilimiz, john doe ise se7en'ı şenlendiriyordu.

21 Mart 2014 Cuma

ilkyaz gün no: bir

boynunda bugün için taktığı inci kolyesiyle karşımda oturuyor ve "yirmi bir mart"ların en eskisini anıyoruz. hava hep olduğu gibi ilkyaz...

"bu dünya beni nasıl yoruyor bilemezsin," diyor ve ekliyor "o güne dönebilmeyi çok isterdim."

"ben de dönmek isterdim ama şimdiki aklımla."

"evet, şimdiki aklımızla... ne dersin, aynı hataları yine yapar mıydık?"

"sizi bilmem ama ben yapardım."

"ben yapmazdım."

"yapardık. her zaman olduğu gibi birbirimizden cesaret alır yapardık."

"üzerinde bu kadar konuşunca o güne dönmeyi daha çok istedim. ama mümkün değil."

"zamanın tekrar edilemez oluşu... bu ara en çok nefret ettiğim şey belki."

"umarım, o gün cennetin bir parçası olur."

"ne güzel olurdu. ama benim için cennetin parçası değil o gün. cennetin tanımı..."

16 Mart 2014 Pazar

günün sorusu: ışık

ölüm döşeğindeki son sözlerinin, "ışık, biraz daha ışık," olduğu anlatılan goethe, bu dört kelimeyi söylemekle, "gerçek"in ışığını değil de sadece perdelerin açılmasını istemiş olabilir mi?

15 Mart 2014 Cumartesi

kitap zayıf röportaj iyi

rahat okuyabilmek için çıktısı alınmış, sonra hangisi olduğunu bilemediğim bir ihmalle okunmadan kalmış bir röportajı okurken başladı her şey: bedia ceylan güzelce'nin hamdi akın'ı konuşturması...

*

en iyisi en baştan başlamak.

kendimce bir kaç sebepten hamdi koç'un çıplak ve yalnız'ını yeni kitaplar, "okunmalı"lar, tavsiyeler ve "yeniden oku"lardan oluşan okuma listemin arasına sokuşturmuştum. okudum da. ama aradığını bulamayanlara özgü hayal kırıklığıyla.

romanla ya da yazarla aramızdaki temassızlık aradığımı bulamadığım her sayfada daha da büyüdü. belki de bu yüzden geçen yılın "bana göre en kötü"sü murat menteş'in son tekrarı ruhi mücerret değil, hem aylak adam hem yüzyıllık yalnızlık olmaya çalışan ama başaramayan çıplak ve yalnız'dır.

bu romanı bir kaç listede iyiler arasında görmek ise hem "reklam kokan" bu listelerin güvenilmezliğinin ispatı, hem edebiyat dünyasının körler sağırlar mekanı olduğunun sağlamasıydı.

kitabın en sevdiğim yanı, bu bahisteki samimiyetine inandığım için olsa gerek, gezi parkı olayları sırasında hayatını kaybeden beş vatandaşımıza adanmış olmasıydı.

röportaj ise bir kitap üzerine okuduğum en iyi röportajlardan biri. okurken az önce bahsettiğim temassızlık ortadan kalktı. bazı cevapları kendime yakın buldum bazılarını çok sevdim. ve bütün bunları aşağıdaki soru ile cevabını buraya alabilmek için yazdım.

"(roman...)bir aile faciası ile başlıyor dedim. siz bunu özellikle yapmak istediniz mi emin değilim ama aile kavramını fena halde sorgulayan bir hikâye gibi geldi bana.

yine kısa cevap veremeyeceğim bir soru. aile benim takıntılarımdan biri, itiraf ederim. bir bireyin hayatını aileden ayrı düşünmeyi bir yazar olarak bile becerebileceğimi sanmıyorum. ben geniş ve muhabbetli bir ailenin içinde büyüdüm. hayatımın her anında ailem yanımda ya da yakınımda bir yerde oldu. bazen müdahale ile can sıkıntısı yarattıkları olmuştur elbette ama daha çok destek olarak hissettim ailemi, güvence olarak, yalnızlığın tercih yoluyla içine düşülmüş türüne değilse de hayatın tuzakları boyunca yakalanılmış kaba saba şekline karşı bir sığınak olarak. sonra, belki yanılıyorum ama büyürken de bu yaşımda da benim mutsuzluklarımdan daha farklı, daha sert mutsuzlukları olan insanlarda sık sık bir aile sıkıntısı, aile zayıflığı, ilgisizliği, sahipsizlik, sevgisizlik, kimsesizlik gibi talihe ait sebepler gördüğümü düşünmüşümdür. aile ikamesi olmayan yegâne güç. bir güç, evet. amatör psikiyatr ya da kör bir ahlakçı gibi görünmek istemem ama bireyin ruhunda bir sabit sıkıntı varsa geriye, aileye doğru gidiyor. ne bileyim, hayatında olmayan, olmayacak birşey varsa da olmamaya ailede başlamış gibime geliyor. o yüzden herhalde, romanlarımda sorunlu bir birey olunca o sorunun bir parçası da ailesi oluyor. öte yandan iyi bildiğim bir şey de var, kendimi dahil ederek söylüyorum, sorunsuz birey de yok, sorunsuz aile de."

*

yine de, kitap zayıf röportaj iyi, çıplak ve yalnız hâlâ iki bin on üç yılının en kötüsü.



merkez üs: http://kitap.radikal.com.tr/Makale/turkiye-her-gun-ayni-gunu-yeni-bastan-yasayan-bir-memleket-371245

12 Mart 2014 Çarşamba

eline sağlık tanrım leyla çok güzel olmuş

ibrahim tenekeci "güzellik"i çoğaltıyor:

"güzeldim de galiba bunu nasıl söylesem:
eline sağlık tanrım leyla çok güzel olmuş
tanrım eline sağlık dünya da çok güzel olmuş
keşke biraz ölmesem."*



*: bir ki deneme

9 Mart 2014 Pazar

tehlikeli şiirler: on üç

bugün tehlikeli şiirler okuyalım leyla
ece ayhan'dan 'fayton'* mesela...

erol gülercan'a

o sahibinin sesi gramofonlarda çalınan şey
incecik melankolisiymiş yalnızlığının
intihar karası bir faytona binmiş geçerken ablam
caddelerinden ölümler aşkı pera'nın

esrikmiş herhal bahçe bahçe çiçekleri olan ablam
çiçeksiz bir çiçekçi dükkânının önünde durmuş
tüllere sarılmış mor bir karadağ tabancasıyla
zakkum fotoğrafları varmış cezayir menekşeleri camekânda

ben ki son üç gecedir intihar etmedim hiç, bilemem
intihar karası bir faytonun ağışı göğe atlarıyla birlikte
cezayir menekşelerini seçip satın alışından olabilir mi ablamın.


*: yort savul, kınar hanımın denizleri kitabı

7 Mart 2014 Cuma

telefon

türk futbolunun renkli simalarından yılmaz vural bu ara yine gündemde. renkli kişiliğiyle tanınan ve çalıştırdığı takımların sayısıyla alçak gönüllü bir rekora sahip teknik adam, bu defa ptt 1.lig takımlarından mersin idmanyurdu'nun başına geçti. resmi rakamlara göre mersin idmanyurdu ünlü teknik adamın çalıştırdığı yirmi üçüncü farklı takım olacak.

benim için asıl hikaye bu değil elbette. çünkü ben ne zaman yılmaz vural 'la ilgili bu tarz haberler duysam aynı şeyleri hatırlarım; sağır sultanların bile haberdar olduğu fenerbahçe ilgisi...

en büyük hayalinin günün birinde fenerbahçe'yi çalıştırmak olduğunu saklamaz. ne vakit fenerbahçe'de işler yolunda gitmemeye başlasa çarenin kendisinde olduğunu söyler durur.

ama en güzeli telefon bahsidir. bir röportajında, "belki fenerbahçeden ararlar diye yıllardır telefon numaramı değiştirmedim," der ve gönlümüzün teknik direktörlük koltuğuna oturuverir.

ruhu yılmaz vural'ın ruhuyla kardeş olanlara selam olsun.

5 Mart 2014 Çarşamba

ta(nı)mlama

italo calvino'nun muhteşem eseri bir kış gecesi eğer bir yolcu'nun birinci bölümünde yazarın okur için yaptığı kitap isimlendirmelerini okuduktan sonra okumadığım halde okumuş gibi yaptığım kitaplar olarak mı yoksa okumadığım halde başkalarının okuduğumu düşünmesine izin verdiğim kitaplar diye mi tanımlamam gerektiğini bilemediğim kitaplar...

4 Mart 2014 Salı

dakika ve skor

"italo calvino'nun bir kış gecesi eğer bir yolcu adlı yeni romanını okumaya başlamak üzeresin. rahatla. toparlan. zihnindeki bütün düşünceleri kov gitsin. seni çevreleyen dünya bırak belirsizlik içinde yok oluversin. kapıyı kapasan iyi olur; öte yanda mutlaka çalışmakta olan bir televizyon vardır. hemen seslen ötekilere: "hayır, televizyon seyretmek istemiyorum!" sesini yükseltmezsen duyamazlar seni. "kitap okuyorum. rahatsız edilmek istemiyorum!" o gürültü sırasında seni işitmemiş olabilirler, daha yüksek sesle söyle, bağır hatta: "ben italo calvino'nun yeni romanını okumaya başlıyorum!" bunu söylemek istemiyorsan, seni huzur içinde bırakmalarını umut edelim."*


*: italo calvino, bir kış gecesi eğer bir yolcu