26 Ekim 2019 Cumartesi

dakika ve skor

"Bunun gibi kontrol altındaki göllerde insan, düzenlenmiş hayatın getirdiği farklılıkları analiz edebilir ya da en azından görebilir. Böyle yerlerde kaplumbağalar ve balıklar sakince yüzer, onları tehdit eden bir şey olduğunu düşünmek zordur. Mücadelenin unutulduğu, muhtemelen o mutsuz yaşantıya iyice uyum sağlanan ve hep öyle sürecek şekilde düzenlenmiş bir hayattır bu. Kuğular da dâhil, tüm bu hayvanların bana öğreteceği bir şeyler olabilirdi. Onları daha net görmeye çalışıyordum, ama bir şey beni engelliyordu; muhtemelen yorgunluk. Boş şeyler düşünerek geçirilmiş bir hayatın ardından bu yorgunluk, bedenimden yükselen son bir itiraz, her şeye rağmen içinde bir umut ışığı taşıyan ve neredeyse kaybolmak üzere olan bir yardım çığlığı şeklinde ortaya çıkıyordu. Fakat soyut olmak istemiyorum, ama bazen yorgunluktan de bir tür özleme tercüme oluyordu. O an hissettiğim şey buydu; düzenlenmiş bir hayata, öngörülebilir olana duyulan bir özlemdi."*


*: sergio chejfec, benim iki dünyam

25 Ekim 2019 Cuma

yanılmaktan yenilgi

giderken, "yanılgı ile yenilgi kardeşliği," dedi. bir şey demedim. masanın desenindeki yollarda sessizce gezintiye çıktım.

bunun çok sevdiğim bir kitaba, 'öfkeli ve çok sakallı' orhan alkaya'nın yenilgiler tarihi, cilt:I'ine yaptığı bir gönderme olduğunu biliyordum ama.

takılırdım ona. ikinci cildi ben yazacaktım. ya da baştan ayağa 'yanılgılar tarihi'ni... yanılmışsın, yenilmişsin ne fark eder?

gidişini de, giderken çektiği o silahı da unutmuşum. bir gün hasan ali toptaş'ın "yanılıp yenilip de"* dediğini okudum. hatırladım.


*:kayıp hayaller kitabı

24 Ekim 2019 Perşembe

dua

"tanrım kerem eyle, geceyi atlatalım. daha sonra hastalığı. daha sonra aşkı."*

*: rainer maria rilke, malte laurids brigge'nin notları

22 Ekim 2019 Salı

güzellik

o zaman yirmili yaşlardaydık. okul bitmiş, yerine iş diyebileceğimiz meşguliyetlerimiz var. tam da hayata karışmak ve kaybolmak adlı ülkelerin sınır boylarındayız. üniversite günlerini anmak, hâlâ ders asma hakkımız olduğu zamanları hatırlamak için şartlar müsait yani.

"çok güzeldi," diyor, üniversitedeki sevgilisini anlatırken. belki gövdesi biraz kalınlaşmaya başlamış, kravatı aşağıya inerken göbeğinde bir süre oyalanıyor ama yakışıklı. ağzı da iyi laf yapıyor. doğrusu, şaşırmıyorum. kadınlar karşısında küçük bir fırsat bulduğunda onu başarıyla değerlendiren erkeklerden o.

"şaşırmadım," diyorum, biraz da anlatmaya devam etsin diye.

"o kadar güzeldi ki, ne zaman bir mekana girsek, o girdikten sonra içeri girerdim. çünkü içeridekilerin bu güzelliğin yanındaki kim diye merak etmeleri ve ben içeri girince bakışların bana çevrilmesi hoşuma giderdi."

sonra dalıp gitti. dalıp gitmeden önce, "o da güzeldi," dediğimi duymuş mudur bilmiyorum ama önemi yok. gerisine içimden devam ettim çünkü.

"o kadar güzeldi ki, benim gördüğümü onlar da görüyor mu diye insanların yüzlerine bakardım. görüyorlardı. hatta, hayal gördüklerini sanıp emin olmak için bir defa daha bakarlardı."

18 Ekim 2019 Cuma

dakika ve skor ve başka şeyler

"İçimdeki ses uzaklara çekilmişti.
Aylarca tek satır yazamadım bu yüzden, masada öylece oturdum durdum. Ne halt edeceğimi bilemedim daha doğrusu. Sonra, sesim uzaklardan bana bakıyormuş da hareketlerimden oluşan basit bir dille onu geri çağırıyor muşum gibi, lacivert gövdeli kalemi çıkardım kutusundan; kapağını açtım, yavaş yavaş mürekkep çektim ve haznesi tamamen doldu mu diye kaldırıp baktım. Solumdaki pencereye doğru tuttum bakarken. Ardından döndüm, aylardır önümde açık duran defterin ağartısına doğru tuttum. Haznenin dolu olduğunu görmüştüm ama dayanamayıp bir de uzaklara çekilen içimdeki sesin şavkına doğru tuttum daha sonra. İşte tam o sırada telefon çaldı. Elimdeki kalemi bırakıp kalktım hemen, hızlı adımlarla salonun öteki ucuna yürüdüm.
Kasabamızın kokularını taşıyan bir sesle annem usulca, alo, n'apıyorsun oğlum, iyi misin, dedi kulağıma.
İçimdeki ses dört yüz altmış kilometre uzağa gitmiş de oradan annemi taklit ediyormuş gibi geldi bir an, elimde ahize, boş boş duvara baktım."*

*

nihayet bekleyişin parantezi kapandı.

neredeyse üç yıl önce almıştım bu kitabı. okuma listem her zamanki gibi kabarık, vakit ise dardı. üstelik o senenin sonunu ve sonrakinin başını içine alan bir seyahat-tatil planım vardı. "yeni yılda, eve döndükten sonra okurum ben de," demiştim.

sonra ondan "bence sen, hasan ali toptaş'ın son romanını okuma" diye bir mesaj aldım. en sevdiği hasan ali toptaş kitabı olmuş kuşlar yasına gider. ama hikâye beni üzermiş. ben de gökler bir işaret verene kadar kitabı okuma listemden çıkardım.

mesajıyla beni yalnızca o romandan koruyabilmişti. o sırada yavaş tren'i okuyordum ve atilla atalay 'komikçi' kitabının sonuna eklediği 'hisli öyküler'den birinde babasını yitirişini anlatıyordu. hem de babasını yitiren bir çocuk nasıl anlatmaya başlarsa öyle: babasını yitiren babasının o ana dair tarihe düştüğü notlarla.

dışarıda hayat vardı bir de. acaba hangisi daha kötüydü? iki bin on iki mi? on yedi mi? ama sonuçta iki bin on yedi berbat bir yıldı.

zaman zaman bir istek beni yoklamadı değil. ama elim gitmedi. en son, "bachmann ve celan mektuplaşmaları" üzerine bir roman fena olmaz diye düşünüp kitaplıkta duran, okumadığım saramago romanlarına göz atıyordum ki onu gördüm. evet, kitaplığımda saramago ve hasan ali toptaş kitapları yan yana duruyor. kararsız kaldığım için kitaplığın önüne bir dahaki gelişimde dikkatimi çeksin diye kitabı bir kaç santimetre dışarı çektim.

aynı gün küçük bir yazı okudum. duyarlılıklarına ve algısına itimat ettiğim küçük bir kız kuşlar yasına gider'den bahsediyordu. görmeye muktedir gözleri ne gördüyse.

*

sonunda göklerden bir işaret gelmişti. ama daha ilk satırlarda çarpıldım. benim de, "içimdeki ses uzaklara çekilmişti". ve ilham perisinin gelişi ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi.

hayır, kitabı henüz bitirmedim. tadını çıkarıyorum. bir araya okumayı bırakıp telefona sarıldım, dost sesinde yankılana yankılana, "bu hasan ali toptaş'ın en güzel kitabı," dedim.

sonra koşmaya çıktım. sessiz sedasız bir sonbahar yağmuru yağıyordu. dönüşte tereyağında üç yumurta ile kendimi ödüllendirdim.

sonra da bilgisayarın karşısına oturup bunları yazdım.


*: hasan ali toptaş, kuşlar yasına gider 

15 Ekim 2019 Salı

günün sorusu: dua

susulmuş bir dua, dua sayılır mı tanrım?

12 Ekim 2019 Cumartesi

düşmek/ yuvarlanmak

ingeborg bachmann mektubunda, "cumartesi saat on yedide okumam var," diyerek katılacağı bir okuma etkinliğini haber verir celan'a. celan da, cumartesi günü tam o saatte kısa bir mektup kaleme alır. iki satır. iki dize gibi iki satır:
"okuyorsun şimdi
sesini düşünüyorum"


işte o mektuba nazire:
"konuşuyorsundur şimdi
ellerini düşünüyorum: sen konuşurken, uçuruma yuvarlanmak/ düşmek üzereymişsin gibi tutunacak bir şeyler arayan ellerini"


(bitmedi)

fazla kelime yok. "yuvarlanmak" ile "düşmek" arasında kararsız kalmıştım çünkü.

okurken not almak için yanımda bulundurduğum, aynı zamanda ayraç olarak kullandığım kesilmiş kâğıda bunları yazdıktan sonra kahvemden bir yudum aldım. benimle aynı ortamı paylaşan insanları seyrettim. pencerenin hemen dışında, sokakta akıp giden hayata baktım. sonra da kaldığım yerden okumaya devam ettim.

(bitmedi)

bir kaç mektup sonra ingeborg bachmann'ın celan'ın bir şiir çevirisi üzerine söyledikleri karşıma çıktı. orada, şunu söylüyordu: "yesenin'in şiiri sevilesi bir şey. son iki dizesini okuduğumda istem dışı "yuvarlanmak" yerine bir kez daha "düşmek" dedim. düşmek kelimesi daha güzel geliyor bana ve tekrar ediyorum daha etkili."

(bitmedi)

denklikleri seven, denkliklere anlam da yükleyen bir okur olarak, yüzümde bir tebessümle derkenara şunu yazdım: beş dakika önce aldığı notta yuvarlanmak ve düşmek arasında gidip gelen okur için işaret...

(bitmedi)

işte bu yüzden kitaplarımdan vazgeçemiyorum, satırların altını çizerek ya da o satırların yanındaki boşluğa birbirini tam ortadan kesen dört kısa çizgiden oluşan yıldızlar veya yürekler koyuyorum.

işte bu yüzden sahaflara terk etmek gelmiyor içimden. ya da kağıt çöpüne atmak. kitaplıkta dursunlar, ara sıra kitaplığım raflarını yorayım, mekânda değilse de zamanda yolculuk yapayım.

o günleri anıp, aklımı başımdan alan elleri hatırlayayım istiyorum.

(bitmedi)

spor salonundaydım. koşu bandında koşuyordum. önümdeki, süreyi ve koştuğum mesafeyi gösteren ekranı havluyla kapatmıştım. ya duvara monte edilmiş televizyon ekranına ya da pencereden dışarı, kırmızı tuğlalarıyla viktorya dönemi fabrika binalarını hatırlatan kırmızı duvara, daha doğrusu o duvara monte edilmiş, ayda yılda bir değişen reklam panosuna bakacaktım.

panoda üç aydır aynı reklam vardı. bir yapı marketi, ustalara para vermeyin, demeye getiriyordu. ben de televizyon ekranına odaklandım. en güzel goller, komik şakalar, moda gösterileri falan.. derken ekranda bir haber belirdi. okuduklarıma itimat ederseki hızlı ve öfkeli serisinin yedinci filmi yapılacakmış. "ne bitmez öfke ne geçmez bilmez hız merakıymış," dedim.

diyeceğim o ki; buraya kadar okuyup da, "ne bitmez söylenmemiş sözmüş," derseniz anlarım.

(bitmedi)

10 Ekim 2019 Perşembe

dakika ve skor

Paris, 20 Haziran 49

İngeborg,

Bu yıl "belirsiz bir zamanda" ve geç geliyorum. Ama belki de, doğum günü sofrana gelincik, pek çok gelincik ve bellek, bir o kadar da bellek -iki büyük ışıl ışıl buket- bırakırken senden başka hiç kimsenin orada bulunmasını istemediğimdendir. Haftalardır bu anı bekliyorum.

Paul


*: kalp zamanı, ingeborg bachmann- paul celan/ mektuplar

8 Ekim 2019 Salı

tehlikeli şiirler - kırk üç

bugün tehlikeli şiirler okuyalım leyla
galli şair dannie abse'den mesela
Çoğu zaman başkalarının duyamayacağı bir müziği
dinliyor gibisin. Rilke, görseydi severdi seni;
kimseye karışmıyor , hiç soru sormuyorsun
karanlıkta ağlayan en yakınlarına bile

Her zaman kendinle ilgili bir şeyler saklıyorsun
kendine ışıklı kahvelerde, yatak odalarında bile.
Rilke görseydi, överdi seni, yakınlığın uzak,
bu yüzden de, tıpkı yıldızlar gibi uzaklığın.

Gene de bir şeylere erişemiyor, bir şeyler
yitiriyorsun, kollarını hep açtığın için;
bazı şeyleriyse hiç bilmeyeceksin, hiç değilse,
biri çıkıp seni yakından, insanca ayrıntılarınla
tanıyıncaya değin.

4 Ekim 2019 Cuma

sessiz sinema

şimdiki üniversite öğrencileri ne yapar bilmem ama bizim zamanımızda kızlar ve erkekler diye ayrılıp sessiz sinema oynamak en büyük zevklerimizdendi. hatta cümbür cemaat isim-şehir-bitki bile oynamışlığımız vardır.

bir defasında, -ki o zaman kızları kesin yenmeliydik, neden bilmiyorum ama yenmeliydik işte- ogün yepyeni bir taktikle geldi. daha doğrusu bir listeyle. sonuç mu? sıfıra karşı kazandık. o liste ise hâlâ bendedir.

destroyerde panik, kruvazörde infilak, imgesel betimlemeler, varoluşsal sancılar...

sonra yıllar geçti. bir gün bir adam, dost bildiği ama katile katil diyemeyecek kadar vicdanını yitirmiş insanların arasında nefes almaya çalışan güzel bir adam alacağı nefeslerden vazgeçti. herkes çok üzüldü. bu coğrafyanın, "dörtnala gelip uzak asya'dan/ akdenize bir kısrak başı gibi/ uzanan bu memleket"in ittifak ettiği nadir acılardan biri yaşandı.

eski defterler karıştırıldı doğal olarak. ama ben altyazı dergisinin yüz elli numaralı, altyazı'nın gayri resmî ve resimli türkiye sinema sözlüğü başlıklı özel sayısında takılıp kaldım. erguvani istimbot maddesiydi beni yakamdan tutan. peşi sıra duvara çarpan.

çünkü sevgili cüneyt cebenoyan, adı merak konusu olmuş ve her hafta konuğuyla beraber bir filmi derinlemesine incelediği radyo programı erguvani istibot'un sırrını, oyunbaz bir madde ile ifşa ediyordu. deyim yerindeyse, kızları yenmek için hile yapanların sadece biz olmadığını söylüyordu.

"bir... manaki kardeşlerin yönettiği, fuat uzkınay'ın bestboy (elektrikçi çırağı) olarak görev aldığı sessiz sinema klasiği. aynı zamanda türkiye sinemasının ilk konulu uzun metraj filmidir. rivayet edilir ki boğaz kıyılarındaki ilk erguvan ağacının ilk çiçeğini açtığı günün sabahında, sisler arasından bir istimbot (çatana) süzülerek boğaz kıyılarından geçer, içinden bir kadın sesinin söylediği hüzünlü bir şarkı duyulurmuş. kimileri erguvanların çiçek açmak için istimbotu beklediğini, istimbotun boğaz'da görünmediği bir yıl erguvanların da açmadığını dedelerinden dinlediklerini söylermiş. bu tuhaf olaydan etkilenen manaki kardeşler, babasının kendisini sevdiği gence vermemesi üzerine kendini bir erguvan ağacına asarak intihar eden bir genç kızın hikâyesini anlatan erguvani istimbot adlı filmi çekmişler. filme göre, genç kızın ruhu erguvani bir istimbotla boğaz'ı dolaşır ve sevgilisini çağıran şarkılar söylermiş. film ne yazık ki fuat uzkınay'ın sebebiyet verdiği bir elektrik kontağından çıkan yangında yanmış ve bugüne hiçbir izi kalmamış. uzkınay'ın filmi kıskançlıktan yaktığı da rivayet olunur. sessiz sinema oyunlarında popüler bir film adı olan 'erguvani istimbot', filmi gören ne bir kimse ne de bir belge kalmadığı için hep şüpheyle ve böyle bir film olmadığı iddialarıyla karşılaşır.

iki... nisan iki bin on dörtten beri açık radyo'da yayınlanan sinema programı. pazartesi günleri saat on birde yayınlanan programda cüneyt cebenoyan her hafta farklı bir konukla bir film üzerine sohbet etmektedir."*


*: sayfa:79

2 Ekim 2019 Çarşamba

dakika ve skor

"Belli bir yerde, yıpranmış ve bir parça eğri konmuş, hâlâ gülpembe olmanın masum güveniyle sizi duygulandıran, Tanrı bilir ne zamandan beri hep aynı sayfalar arasında, ensiz sayfa şeridini bulmakla biraz ferahlıyordunuz. Şerit belki hiç kullanılmamıştı ve ciltçi, bakıp etmeden, çabuk ve hamarat, kıvırıp onu oraya koyuvermişti.

Ama bu bir rastlantı değildi belki de. Olabilir ki birisi, okumasını orada kesmiş, sonra bir daha hiç okumamıştı; onu meşgul etmek için kader, o anda kapısını çalmış; sonunda ne de olsa hayatın kendisi olmayan bütün kitaplardan uzağa düşmüştü. Kitabın okunmasına devam edilip edilmediği anlaşılmıyordu. Bu sayfa tekrar açılabilsin diye de konmuş olabilirdi; belki gerçekten de böyle olmuştu, zaman zaman gecenin geç saatlerinde bile olsa."*


*: rainer maria rilke, malte laurids brigge'nin notları

1 Ekim 2019 Salı

konum - altı

nim sofyan yorumu senden bana yâr olmaz ile 'aziz' tom waits'ten hope that i don't fall in love with you arasında bir yerlerde.