27 Temmuz 2017 Perşembe

dönersen ıslık çal*

galiba elimden tutup beni bu yazdan çıkartacak şarkıyı buldum.

bakmayın "galiba" dediğime. eminim aslında. sadece küstahlık hakkımı böyle bir konuda harcamak istemiyorum.

mesela birini, "bende sevmediğiniz bu kadar çok şey varken neden hâlâ buradasınız," diye sorarken kullanmak istiyorum. bir diğerini de, göz yaşlarını sildikten sonra ıslak gözleriyle bana bakarak, "aşkımı ilk benim mi söylememi istiyorsunuz?" diye sorduğunda "hiçbir zaman söylemeyin," derken. evet, peçorin'i tanıyorum.

şarkı adından dolayı dikkatimi çekti. sadece isimlendirmedeki şiirsellik değil, fikret kuşkan'ın iyi bir oyuncu olduğunu da filmi de biliyorum. şarkıya daha ilk dakikada vuruldum. sonra olaylar gelişti. oysa, daha bir gün önce semih kaplanoğlu'nun yeni filmi buğday'ın fragmanı için de aynı şeyi söylemiştim. sesim, soluğum kesildi. yasal uyarı: eşşiz bir sinema tecrübesi bekliyor bizi.

ben manuş baba'nın ismini ilk defa duydum ama durum yeni bir kalben- haydi söyle vakasıymış. herkes biliyormuş yani. sizi bilmem ama ben kalben'in haydi söyle yorumunu sevmeyen birine henüz rastlamadım. herhangi bir konuda üzerinde böylesi bir mutabakat nadir rastlanan bir durum olduğundan insan ister istemez, "n'oluyo?" diyor.

ne diyordum? daha bir dakika dolmadan şarkı hakkındaki kararımı vermiştim bile. müzik, sözler, yorum tam bana göreydi. şimdilerde göğsümün sol yanında eli kolu bağlı oturan anarşistin bir zamanlar dinlediği marşları hatırlatan yanı da cabası.

*manuş baba, dönersen ıslık çal

19 Temmuz 2017 Çarşamba

güneş ışığı

içinde toz yüzen güneş ışığı perdelerin arasında gördüğü bir boşluktan odaya dalmış ve bir mızrak gibi üzerinde ayaklı lamba duran küçük masanın tozlu yüzeyine saplanmıştı.

17 Temmuz 2017 Pazartesi

yanılgılar tarihi

mustafa kutlu'nun seyfettin'i severdik adlı zarif anlatısında, "cennet bahçesinde oturmuş nusretiye camii'nin minareleri üzerinden marmara'ya, sarayburnu'na, beyaz gemilere doğru bakmıştık," cümlesiyle başlayan bir yer vardır ve herkesin kolayca düştüğü bir yanılgıyla sonlanır: şimdi, herhalde bana kalbini açacak diye bekliyordum.

çünkü, tam da 'şimdi değilse ne zaman' zamanıdır. cevabı da, 'hiçbir zaman'a yazgılıdır.

modern insanın bir başka yanılgısı da, 'anlatırsam anlar' hayalidir. bu yalnızca, anlatmanın kendimizi bir başkasına anlaşılır kılmaya yettiğini sanmak değildir. daha çok, muhatabımıza ne kadar çok şey anlatır, ne kadar çok sırrımızı ona açarsak bize güveneceği, bizi daha çok seveceği, arada daha güçlü bir bağ oluşacağı yanılgısıdır.

oysa hiçbir zaman o mağaraya giremeyiz. el yordamıyla da olsa mağaranın derinliklerine gidebileceğimizi sanmak insana özgü bir iyimserlik hâlidir. sadece mağaranın girişinde durur, bir kibrit yakar ve mağaranın derinliklerine doğru, "kimse var mı?" diye bağırırız.

kimse yoktur.

15 Temmuz 2017 Cumartesi

zamanımızın "romeo ve juliette"i*

düşman aileler: "romeo ve juliette" oluşun doğasına uygun olarak. olması gerektiği gibi.
sebep siyaset olabilir. çünkü modern zamanlar. ya da kadın evli.
değişmeyen, buluşmaları imkansız. ancak uzaktan uzağa.

modern zamanlar ama cep telefonu öncesi dönem. ev telefonu ve telesekreter zamanları.
kocası ne zaman mesajları dinlemek, yanıp sönen kırmızı ışığı susturmak için telesekreterin tuşuna dokunsa kadın duvardaki saate bakıyor.

on bir saniyelik suskunluk seni çok özledim demek.
on üç saniye, seni rüyamda gördüm.
yelkovan on yedi defa zıplarsa, bugün sokaktaydın.
on dokuz, seni seviyorum.

evet, adam matematikçiydi. her matematikçi gibi asal sayıları çok severdi.

bu defa yirmi üç saniye sustu adam. bu, senden nefret ediyorum demekti.

duvar saatinden bir an bile gözlerini ayırmadan, ben de seni çok özledim, dedi kadın. hem de çok özledim.

sonra kucağında duran kitaba döndü. okuduklarından bir şey anlamayacak, son bir kaç sayfayı yeniden okuyacaktı.


*: başlık vesilesiyle lermantov'a selam olsun.

13 Temmuz 2017 Perşembe

zarf

önce kitaplığın rafında, kitapların önünde. şimdi masada.
günlerdir bekliyor.
mühürlü.
mumlu mühür kan renginde ve kan damlasını andırıyor.
sanki içindekiler kanla yazılmış gibi.

7 Temmuz 2017 Cuma

ıssız ada

zygmunt bauman'ın "ıssız bir adaya düşseniz yanınıza hangi kitapları alırsınız?" sorusunu yanıtlarken görüldüğüdür:

"robert musil'in niteliksiz adam'ı, george perec'in yaşam kullanma kılavuzu, jorge luis borges'in labirentler'i ve italo calvino'nun görünmez kentler'i arasında seçim yapmak benim için çok zor olacaktır. bu kitaplar arzulamayı öğrendiğim ve gerçekleştirmek için boşuna çabaladığım her şeyi örnekliyorlar: bakış açısında genişlik, insanlığın düşünce hazinesinin tüm kompartımanlarında evindelik hissi, insanlık tecrübesi ve duyarlılığının henüz keşfedilmemiş imkanlarıyla ilgili çok yönlülük hissi ve hep yapmayı isteyip de bir türlü cüret edemediğim ve edemeyeceğim bir düşünme ve yazma tarzı. illa tercihimi sınırlamaya zorlanırsam, büyük ihtimalle borges'in ficciones* eseri içindeki kısa hikayesi çatallaşan yollar bahçesi'nde karar kılardım."


*: vnf., bu kitabın iletişim yayınlarından, fatih özgüven ve tomris uyar ortak çevirisi ile ficciones- hayaller ve hikâyeler adıyla çıktığını, bahsi geçen hikâye için de yolları çatallanan bahçe isminin tercih edildiğini söylemek ister.

5 Temmuz 2017 Çarşamba

kitaplıkta duran kitaplar

sevgili okur, bu yazıda kitaplarını kitaplığında görmekten büyük keyif alan ama alacağı bir şey olmadığı halde mağaza mağaza dolaşan insanları anlayamayan bir adamdan bahsedeceğiz.

ve bu iki durumun nasıl aynı cümle içinde durabildiğini de söyleyeceğiz.

kitaplara dekoratif bir unsur olarak yaklaşanlardan ya da her gece yatmadan önce altınlarını sayan cimriler gibi olmadığımı biliyorum. kitapların orada olmasını, karşısında durup kitaplığın raflarını yormayı, zaman zaman kelimenin tam manasıyla eski defterleri karıştırmayı seviyorum ben.

yine de biriktiriyor olma duygusunun verdiği bir yük her zaman oldu. bugünlerde bunun biriktirmekle alakalı olmadığını anladım. daha doğrusu çözdüm.

her okur, yeni bir şeyler öğrenmenin hazzını saymazsak okumaktan aldığı keyfin dışında iki duyguyu çok güçlü hisseder: kitap okumak ne güzel bir şey bundan sonra hep okuyacağım ve ben bu kitabı bir fırsat bulunca yeniden okurum arzusu.

"bana yeniden psikoloji kitapları okutturan adam" darian leader'ın, şimdi hangisinde olduğunu hatırlamadığım ama kadınlar neden yazdıkları her mektubu göndermez? ya da iş işten geçtikten sonra verilen sözler'den birinde olduğunu bildiğim bir tezi vardır.

orada, bir şey almaya niyeti olmadığı halde saatlerce mağaza dolaşan insanların motivasyonunu nereden aldığını anlatır. insanlar o ürünü orada görmekle ve böylece varlığından haberdar olmakla, eğer bir gün istersem ya da gerçekten ihtiyaç duyarsam alabilirim duygusu kazanıyormuş. peşi sıra da bu duygunun verdiği rahatlama ve keyif.

şimdi değil ama yarın sabah ne olacağını iyi biliyorum. kitaplığın karşısında duracağım, hiç aklımda yokken bir sürü kitabı karıştıracağım ve sonunda niteliksiz adam'ı durduğu yerden çıkaracağım.

2 Temmuz 2017 Pazar

günün sorusu: tabula rasa

sosyal medya hesaplarınızı kapatıp yeni bir hesap alınca ya da mevcut hesabınızı sıfırlayıp yeniden başlayınca -mesela instagram hesabınızdaki bütün fotoğrafları silip yenilerine ilkmiş gibi yaptığınızda- geçmişi yok sayabiliyor, bütün isimleri ve yüzleri ve onlara ekli hatıraları unutabiliyor musunuz?