12 Nisan 2025 Cumartesi

şiir

"yalnız, dikkat et. şiir hassastır. öyle üstün körü yazmağa gelmez. iyice bi ölçcen, bakcen, ondan sonra dizcen kelimeleri. sonunu uydurcem diye hakikati incitmicen."*

*:yeşil deniz, s01e03

8 Nisan 2025 Salı

kiraz ağacı ile sakura

'sakura' desem daha havalı duracak ama kiraz çiçeği. daha doğrusu kiraz ağaçları. vakti geçti, geçiyor ama onların zamanı şimdi.

/peşi sıra en sevdiğimin, elma çiçeklerinin saltanatı başlayacak ama konumuz bu değil./

bir yer var burada. bahçe gibi. yol (kenarı) gibi de. ama ilgilenen, düzenleyen birileri var. muhtemelen müdür, şef gibi bir sorumlusu da.

yabani, meyvesi kuştan, böcekten gayrısına yar olmayacak bir sürü ağacı sadece çiçeklerinin güzelliği için oraya doldurmuşlar. tıka basa değil elbette. belli bir nizamı, estetiği ihmal etmeden.

o kiraz ağaçlarının birinde bir farklılık dikkatimi çekti. bir şey mi sebep olmuş bilmiyorum. denemeci bir bahçıvanın işi de olabilir, müdür ya da şefin emri de...

pek de yaşlı olmayan bu kiraz ağacının gövdesi iki metre kadar yüksekte üç dala dönüşmüş. bu üç daldan ikisi yoluna devam ederken, üçüncüsü kesilmiş. oraya da başka bir 'şey' aşılanmış.

çiçekleri de, googleda 'sakura' araması yapanların karşısına çıkan çiçekler. bembeyaz çiçeklerle dolu bir ağaçta kendine verilen şansı iyi değerlendirmiş, pembe pembe 'sakura'lara vesile olmuş küçücük bir dal.

ilk önce şaşırdım elbette. hem gözlerime inandım hem şaşırdım. bir anlık yabancılamanın ardından, "güzellik böyle olmalı," dedim. "güzel, güzelle yan yana."

sonra aklımdan geçenlere daha da şaşırdım: "eskiden olsa, cazibe merkezi olarak, 'bir bataklığın orta yerinde açan sonsuz güzellikteki çiçek"i işaret ederdim. şimdi ise, orada mutlu olduğu hâlde gelen cazip. suyu, toprağı, havası kararında ama içindeki çağrıya karşı koyamayıp gelen. tıpkı, tutmakla yükümlü olduğu köprüyü, 'bilirim, dine sığmaz, ihanettir' bilincine rağmen müttefik kuvvetlere açan kırım hanı murat giray örneğinde olduğu gibi."

yoksa, "ben seni zaten ikna ederim şekerim. aslolan, senin bana yenilmen değil, kendine yenilmen."

6 Nisan 2025 Pazar

dakika ve skor

"Sessizlik, kocaman bir göktaşı gibi oturmuştu kentin üstüne; bu yüzden şaşkına dönen insanlar birbirlerinin yüzlerine bakıyorlar, uyuyan bir canavarı uyandırmaktan korkarmışçasına ayaklarının ucuna basarak yürüyorlardı sanki. Sancılı bunalımların ardından gelen gevşemeye, rahatlığa benzer bir görünüş. Bir genç kız, kilise duvarının önünde durmuş, başını kaldırmış, sol elini alnına siper etmiş, bir gözü kapalı, güneşe bakıyordu. Çoktan beri insan ayağı değmemiş bir balkonda serçeler koşuşuyordu. Ve inanılmayacak bir şey, kapalı kepenkleri delik deşik edilmiş bir dükkânın önünde çiçek satıyordu bir adam, kolunda âmâ kolluğu."*


*: melih cevdet anday, gizli emir

3 Nisan 2025 Perşembe

yatırım tavsiyesi

hiç dolandırılan, dolandırıcılar tarafından kandırılan bir tanıdığınız var mı?

benim bir tane var. ihtimaller sorulsa listeye dahil etmeyeceğim biridir aslında. ne de olsa zeki, devlet dairelerinden birinde yıllarca çalışmış, uzun süre müdürlük yaptıktan sonra emekli olmuş. yol yordam bilir, devletin işleyişine de hakim ama olanlar olmuş.

ufak bir dikkatsizlik, bir anlık gaflet kendisinin değil ama neredeyse yüz yaşındaki annesinin hesabındaki paranın çalınmasına sebep olmuş.

"bir insan bu tür şeylere nasıl kanabilir?" sorusu -ya da merakı- herkesin hakkı. "bu insanlar aptal mı?" diye soran kendince zekileri de anlıyorum. çünkü adam zeki(!).

peki, bu tarz insanları eleştirip, bıyık altından gülen ama at yarışı kuponları doldurup bahis sitelerinde yorum kovalayan, güya bir mantığı varmış gibi borsa tavsiyelerini ezberleyip internette sanal para peşinde koşanlara ne demeli?

bu yatırım araçlarına(!) para yatırıp da başarılı olan tek bir insan tanıyor musunuz? ama nasıl bir hevesle ve güvenle, dolandırıldıklarını fark etmeden para yatırıyorlar bahsi geçen yerlere.

hem de büyük bir özgüven ve para kazanacaklarına inançla. üstelik genç yaşlarında.

1 Nisan 2025 Salı

efulim*

"efulim sevgilim demektir."

*

volkan konak vefat etmiş. allah rahmet etsin.

takipçisi ya da hayranı değildim. bir şarkılık, belki bir albümlük saltanatı olan doksanlar popçusu gibiydi daha çok.

yine de üzüldüm, eksiklenmiş, yaşlanmış hissettim. çünkü efulim albümü benim için çok özeldi. hâlâ özel.

bir süru güzel şey gibi o albüm de yakari sayesinde dahil oldu hayatıma. yılını hatırlamıyorum ama iki binler civarı olmalı. türk işi goran bregović gibi karşılamıştım. üstelik, 'trabzonlu delikanlı' yaşar miraç da el vermişti.

özellikle iki şarkı kaldı o yıllardan şimdiye. ikincisi, bir kaç yazıya konu olabilecek mora nene. ilki ise efulim...

bir kadını "efulim" diyerek sevmeyi öğretti bana. başkalarından (ç)aldığım kelimelerin en apaçık olanıydı. "seni seviyorum" demeye ihtiyaç bırakmadı.

ister gece yarısı mesajlarına, 'konusuz' e-postalara konu olsun, isterse sonra koparılıp saklanacak defter sayfalarına yazılsın sadece bir cümle her şeyi anlatırdı: efulim sevgilim demektir

o zamandan bu zamana, bu üç kelimenin toplamından daha yiğit ilan-ı aşk cümlesi duymadım bu dünyada.

gözlerimle görmesem inanmazdım ama efulim kaydıyla eklendiğim telefon rehberi de oldu.

en güzeli de elektronik olsun olmasın "efulim" hitabıyla başlayan mektuplardı. çünkü, her şeyi anlatır, 'nasıl hitap etmeli' zahmetinden kurtarırdı.


30 Mart 2025 Pazar

yaz saati

haberiniz var mı bilmiyorum ama avrupa bu gece yaz saati uygulamasına geçti. ülkemizde ise saatler son bir kaç yıldır olduğu gibi 'yaz saati'nde sabit kalacak.

yaz ve kış saatleri uygulaması gün ışığını daha verimli kullanarak enerji tasarrufu sağlamak amacıyla uygulanıyor. türkiye'nin bu uygulamadan vaz geçmiş olması ise neden bilmem eleştiri konusu.

evet, 'neden'in işaret ettiği yerde bir kinaye var. çünkü, her şeyden önce bu uygulamanın enerji tasarrufu bağlamında doğruluğu tartışmalı.

yine, iki bin on sekiz yılında avrupa genelinde yapılan bir ankette, katılımcıların yüzde seksen dördü saatlerin değiştirilmesinin biyolojik ritmi bozduğunu belirtti ve uygulamanın kaldırılmasını istedi.

bunun üzerine avrupa parlamentosu iki bin on dokuzda uygulamadan vaz geçilmesini ve saatlerin değiştirilmemesini onayladı. ancak "yaz saati mi yoksa kış saati mi kalıcı olmalı?” sorusunda uzlaşma sağlanamadığı için ertelendi.

peşi sıra brexit, pandemi, ukrayna savaşı, enerji krizi ve son olarak savunma bütçesi gibi konular yüzünden bu karar rafa kaldırıldı ve mevcut uygulama bu yüzden devam ediyor.

*

bana sorarsanız, kış saati uygulaması devam etsin isterim. mesai sonrası hava erkenden kararsın gece başlasın.

o yüzden kış saati başlarken mutlu oldum yaz saati'ne geçmeyi hiçbir zaman sevmedim. belki de 'bahar sendromu'nun bendeki dışa vurumu.

ama ben, "galiba, ruhum gececi olsa da bedenim erken yatıp erken kalkmayı sevdiğinden kış saati uygulaması bir çeşit denge benim için," demeyi seviyorum.

25 Mart 2025 Salı

eşek şakası

bazan bir eşek şakası belirleyici olabiliyor hayatımızda adlı bir mesel vardır ki anlatılır durur. 

bakalım.

*

insanlar eşek şakalarına verdikleri tepkilere göre ikiye ayrılır:

birinci grup, -ki bunlar çoğunluktadır- öfke ve kin karışımı bir duyguyla en kısa sürede rövanşı almaya çalışır. mümkünse hemen.

/bu grubu anında eliyorum. çünkü tedavisi olmayan bir doku uyuşmazlığı var aramızda./

ikinci grup, tahmin edileceği gibi azınlıkta ve intikam falan umurlarında değildir. ama onlar da ikiye ayrılır:

ilk gruptakiler sinirlenir. kızar, küser, öfke patlaması yaşar. en iyimser tahminle söylenir durur.

/bunları da eliyorum. hiçbir şaka, yapan da eşek olsa kendisi de eşek kalp kırmaya bahane olamaz./

sona kalanlar ise gülerler. belki yeri ve zamanı, hatta şakanın bizzat kendisi berbattır ama gülmeyi seçerler. üstelik, öfkelenmek yerine gülmeyi tercih ederler. azla yetinmez, kocaman gülerler.

*

hep, "olmaz" diyorum ya. onlarla olur.

"eşek şakasına maruz kaldığında öfkelenmek yerine gülmeyi seçen bir kızla olur."

20 Mart 2025 Perşembe

dakika ve skor

"Sabahleyin biraz tembel tembel dolaşıp kafamı dağıtmak istedim. Süpermarkete gittim, talihim varmış. Gerçekten, pençesine düştüğüm merhamet tezgâhtar kadınlara, kasiyer kadınlara değil, süpermarketin kendisine karşıydı; devasa alanın uzun, sağlı sollu, dar koridorlara bölünmüş reyonlarını dolduran ve her zaman olduğu gibi alınıp götürülmeyi bekleyen mallara karşı: o ümitsiz makarna paketlerine, tereyağı ve margarin bloklarına, içlerinde bezelye, hıyar turşusu, bebek mısır olan, asker gibi yan yana dizili konservelere. Sonra, belki de en acı tablo: tuvalet kâğıdından tepeler. Eli kulağında temizliğin bu tüyler ürpertici heybeti beni bir an için o kadar zayıf düşürdü ki süpermarketten çıktım gittim. Bu sabah beni anında kendine bağlayan hiçbir şey bulamamıştım henüz. Sık sık olduğu gibi, bir eksiklik duygusundan muzdarip olduğum gene aklıma gelmedi. (Hiçbir şey ilerlemiyor, her şey sadece olduğu gibi devam ediyor, derdi annem sık sık.) Kendime gene, kendi hayatımı devam etmekten kısmen alıkoyabilir miyim diye sordum. O zaman neleri yapmaz olacağımı merak ediyordum. Muhakkak daha az konuşurdum; söyleyebileceğim her şeyi zaten defalarca söylemiştim."*


*: wilhelm genazino, ne para ne saat ne kasket

17 Mart 2025 Pazartesi

dag solstad

dag solstad ölmüş. internetin ünlü ansiklopedisi ölüm tarihini 'on dört mart' diyor. söylenenlere göre, kalp rahatsızlığı nedeniyle kaldırıldığı hastaneden eve dönmek kısmet olmamış.

dilerim, javier marías ve wilhelm genazino ile buluşmuştur. üçü birlikte dag solstad'ın daha ikinci kitabını okurken, "dag solstad adını wilhelm genazino ile javier marías'ın yanına yazıyorum" diyen bir blogger eskisinin altını çizdiği satırları yarıştırıyorlardır.

erken bir ölüm sayılmaz onunki. zor olmamıştır. uzun zamandır kahramanları vasıtasıyla ölüme hazırlanmıştı çünkü. yalnızlığa ve yaşlanmaya ise zaten hazırdı.

yine de aklındaki, terekesindeki bütün romanları yazmış olmasını dilerim. zira, sadece okumaktan keyif almadım, kendime ve hayata dair bazı şeyleri aydınlanma anı yaşar gibi öğrendiğim de oldu.

/sanırım bu aydınlanma anları ayrı bir yazıyı hak ediyor./

ne yayımlarsa bir dost tavsiyesi olarak gördüğüm jaguar kitap sayesinde tanımıştım onu: t. singer... "orada olmayan adam" olmak isterken roman kahramanına dönüşen bir adamın iki kahkaha ile paranteze alınmış hikâyesiydi. ona sorsalar, "ara sokaklarda kaybolmak ya da kimselere temas etmeden aranızdan geçip gitmek isterdim," diyeceğine adım gibi eminim.

sadece hikâyesi değil anlatma biçimiyle de o kadar etkiledi ki beni, hemen yayımlanmış diğer kitaplarını da edindim. şimdi bunları, dag solstad'ın türkçeye çevrilmiş bütün kitaplarını okumuş biri olarak yazıyorum.

jaguar kitap'tan çıkan ikinci kitabı, alışılagelmiş solstad anlatılarından uzak ve deneysel bulduğum armand v.'yi saymazsak hepsini de okumanın verebileceği en yüksek keyifle okudum. dilerim ölmeden bir defa daha okuyabilirim.

yine jaguar kitap'tan çıkan t. singer'ı ayrı tutarsak bütün kitapları aynı kişinin farklı yaşlara yayılmış, farklı hâllerinin (siyasi görüşü, aşk hayatı, arkadaşları, evlilik) hikâyesi olarak okumak mümkün. ve o kişinin dag solstad biyografisinden bir şeyler taşıdığı kesin. öyle ki, roman altmışlı yılların başında geçiyorsa kahraman tıpkı yazar gibi yirmili yaşlarının başında oluyor. seksenlerin başında geçiyorsa kırk yaşlarında...

ona "norveç'in kafka'sı" denildiğini duyunca çok şaşırmıştım. eğer bu benzetme, tıpkı "doğu'nun paris'i", "saksonya'nın floransa'sı" gibi bu şehirlere benzemekten ziyade güzelliği ile bulunduğu coğrafyadan, çevre şehirlerden ayrılan bir şehre güzelleme ise kabul edebilirim. ama kafka'yı da külliyat olarak okumuş bir okur gözüyle söylersem aralarında ne yazarlık ne de dertler manasında yakınlık var. ama edebi kıymetini işaret etmek için kafka'nın kabul görmüş kıymetini referans alacaksak bence kafka'dan çok daha keyifli onu okuması.

başka bir deyişle sadık hidayet için söylenegelen "iranı'n kafka'sı" ne kadar yerinde ise solstad için söylenen o kadar yanlış, o denli boş.

bu açıdan kendisini en çok genazino'ya benzetiyorum. genazino'nun norveç şubesi. ya da norveçli ruhdaşı. ya da tam tersi. anlatma şekilleri neredeyse aynı. dertleri de. ama coğrafya. kader...

okumadıklarımı bilemem ama tıpkı o da genazino gibi kahramanı erkek hikâyeler anlatıyor. sıradan, çok sıradan, hep sıradan insanları alıp onları içinden geçenler vasıtasıyla sıradandan ayırıyor. adeta, her insan ayrı bir kainat dercesine.

ufacık anlar, tesadüfler kahraman yapıyor onları. ya da bir romana konu ediyor. çünkü o kısacık an bir kırılmaya sebep oluyor. hayatın akışı değişiyor ya da bir maceraya kapı aralıyor.

o ana kadar her şeyimiz olan biri bir anda hiçbir şeyimiz oluyor.

14 Mart 2025 Cuma

günün sorusu: huzuru terk

huzurdan geri geri, huzura sırtını dönmeden çekilmek, saygınlığına aşırı düşkün bir hükümdarın başlattığı bir gelenek midir yoksa kuşkucu bir ziyaretçinin akıl ettiği mi?

12 Mart 2025 Çarşamba

dakika ve skor

"Yaratmak. Elde tutmak. Yok etmek.
Hinduların bu görevlerden her biri için bir tanrısı vardı. Ben hepsini tek başıma yapıyorum.
Benden önce kimsenin yaratamadığı bir şey yarattım. Ancak dünya buna şahit olmadı ve hiçbir zaman da olmayacak.
Sonra yarattığımı elimde tutmaya çalıştım, tüm gücümle ve isteğimle. Acı çekerek, bazen de gözyaşı döküp kurbanlar vererek.
Şimdiyse yok edeceğim. Bana kim karşı koyabilir ki? Eğer hak denen bir şey varsa bu isteğim yerine gelecektir.
Aslında yaratıcı olarak kalmak, yarattığımdan mutlu olup onu başkalarıyla paylaşmak isterdim. Ancak yok etmenin de kendince derin anlamları var. Çekici yanı tamama erdirmesinde saklı."*


*: u. poznanski, erebos

9 Mart 2025 Pazar

kayıp çocuk

söze, karamazov kardeşler'in en cazip olanı dimitri'nin bir sandığın üzerinde uyuyakaldıktan sonra, uyandığında söylediği cümle ile başlayalım: "bir düş gördüm efendiler..."

*

kafe tarzı bir mekanda çalışıyormuşum. eskiden çalışmak hayalini kurduğum gibi müdavimleri olan, tül perdeli pencerelerinin iki yanında yana çekilmiş kadife perdeler sarkan bir yer değil de 'yeni nesil kahveci' dedikleri, bol ışıklı, duvarında bisiklet asılı yerlerden.

haliyle, o eski hayaldeki gibi siyah takım elbisesini beyaz gömlek ve papyonla tamam eden orta yaşlı, duruşundan anlamlar taşan, müşterilerin saygı duyduğu adam değil de tezgah arkasında duran, kolları dövmeli, üniversiteyi uzattıkça uzatmış baristalar gibiyim. kulağımda küpe bile olabilir.

müşteriyle ilgilenirken dükkan kapısını açıldığını görüyorum. sırtında kendinden büyük bir çantayla bir çocuk iki eliyle itelediği kapının aralığından içeri giriyor.

merak etmeyin tanıyorum onu. arkadaşlarım diyebileceğim bir çiftin küçük çocuğu. mutlu aileye örnek verebileceğiniz tarzda bir ilişkileri var. zaten onlarınki aşk evliliği. yoksa, ferhat ile aslı nasıl bir araya gelsin ki?

ama bir problem var. o çocuğun bırakın ilkokul birinci sınıfı anaokuluna başlamasına bile yıllar var. sanki ablasıyla yer değiştirmiş.

dükkanın içinde ne yaptığını biliyormuşcasına hareket ediyor. sanki her gün okul çıkışı yaptığı bir şeymiş gibi. yine de, arayıp haber vereyim diye düşünüyorum. ama unutuyorum. ihmal etmem de olası.

çünkü içimden en küçük halam geçiyor. cânım halam, gece yarılarında beni bizimkilerin odasından kaçırıp kendi yanına yatırdığını bugün bile kendinden gurur duyarak anlatır.

anne ve babasının çocuğu merak edecekleri geliyor aklıma. telaşla oraya buraya telefon açtıkları, ona buna sordukları görüntüler gözümün önüne geliyor. buradan bu gelişin mutad bir geliş olmadığını da anlıyorum şimdi. ama yüzümde halamın, cânım halamın yüz ifadesi.

çocuk masalardan birinde tek başına oturuyor. ben tezgah arkasındaki işlerle meşgul oluyorum. hiç mi hiç konuşmuyoruz. belki de ben yanlış anlıyorum her şeyi. sadece, annesi ya da babası okul çıkışı buraya gelmesini ve burada beklemesini tembihlemişler.

bir süre sonra kapı tekrar açılıyor. aslı'nın kan ter içindeki yüzünü ve yorgun bedenini görüyorum. kızgın ve kırgın bir bakışla benden yana bakıyor. hiçbir şey demeden oğlunun yanına gidiyor ve sarılıyor.

"ben şimdi ne yaptım ki," diye düşünüyorum. "neden kızdı ki?"

6 Mart 2025 Perşembe

yazılı yoklama

bir.. neden bütün şehirlerin ortasından bir nehir akar?
iki.. denize inen dik sokaklar bütün mavi gözlü şehirlerin ortak kaderi midir?
üç... bir kadın neden sarışın olmak ister?
dört. kanatlarına dokunulmuş bir kelebek yeniden uçabilir mi?
beş.. vakti gelince oradan oraya uçan göçmen kuşların asıl yurdu neresidir?
altı. yine de ister miydin beni sevilmemiş bir yarayla hiç?
yedi. gelecek ne zaman gelir?

başarılar...


not: istediğiniz sorudan başlayabilirsiniz.
        sorular eşit puanlı olmayabilir.
        basit hata puan götürmez.

2 Mart 2025 Pazar

dönsün dünya

sema enci, "tersine gidilemeyeceğini gösterir yağmur"¹diyerek türkçenin en büyük şairine eşlik ederken, peşi sıra "şiire dön şiire dön kalbim"² diyerek konuyu biraz daha köpürtür.

*

bir... "sen ve yağmur./ başa dönemezsiniz./ öyle bir yol yürüdünüz ki ancak/ dönüş yolunu yokederek gelebilirdiniz/ inişiniz bir iniş olurdu başa dönmemecesine."

iki... "eve dön! şarkıya dön! kalbine dön!/ şarkıya dön! kalbine dön! eve dön!/ kalbine dön! eve dön! şarkıya dön!"

25 Şubat 2025 Salı

nar

"en çok da nar ayıklamak istedim sana, sevip sevmediğini bilmeden istedim," dedi kadın.

"ayaklarını kucağıma uzatmışken. üzerinde tabak, içinde nar, üstümde beyaz tişört. çünkü üstüme sıçrayan nar lekesi daha belirgin olduğunda 'beni öldürmeye teşebbüs'le suçlayacağım seni.

gerçi sen, "benim için bu meyveyi uygun bulandan ölmesi de bekleniyor," der ve sıyrılırsın işin içinden.

böylece hikaye biter, ben ölürüm.

ben ölürüm ve hikaye biter, değil."

23 Şubat 2025 Pazar

günün sorusu: ebat

ebatı m×n olduğu söylenen bir nevresim takımında bahsi geçen uzunluklar nevresimin boyutlarını mı yoksa içine girecek yorganın büyüklüğünü mü işaret eder?

20 Şubat 2025 Perşembe

the agency (2024)

bir yaz öğleden sonrasında, yatak odasının serinliğine kaçarak yatağına uzanmış, başını karyolanın demirlerine yaslamış vaziyette gazete okuyan babamı taklit ederek başladığım okurluk maceram okumayı öğrenince dönülmez bir güzergâha dönüştü.

/o an o kadar çok anlatıldı ki, yatak odasının kapısından bakan benmişim gibi gazete okurken görürüm çocukluk fotoğrafından çıkmış kendimi.

ilkokul birinci sınıftaki sağlık kolu başkanlığını saymazsak hep kitaplık kolu başkanı oldum. birilerinin kulaklarını çınlatmaktan korkmazsak; dünyanın bütün kitaplıklarının başkanı.

ama hayatım her zaman kitaplarla dolu geçmedi. kaldı ki, hiçbir zaman sessiz sedasız, yalnız, sokak yerine kitap okurken rahat eden biri olmadım. her daim kalabalık, neşeli, ilk an çekingenliğini attıktan sonra konuşkan, hatta şımarık ama kitapların dünyasına dahil olmayı seven, orada zaman geçirmekten keyif alan bir okur./

ergenliğimin ilk döneminde kitaplarla arama o kadar çok şey girer oldu ki ömrümün geri kalanında bırakın kitapları, okumayı bile unutabilirdim.

tam o dönemde polisiyeler dahil oldu hayatıma. onlarla birlikte ajan ve casusluk romanları/ hikâyeleri.

okumaya onlarla tutundum. sıkıcı, çok sıkıcı bir hayatın ortasında nasıl da heyecanlıydı. iyi, yakışıklı, zeki, güçlü, düşse de kalkan insanların, sonunda muhakkak iyilerin(!) kazandığı maceralardı. 

kadınlar konusunda da çok şanslıydılar. bütün kadınları etkiliyor, istedikleri hangisi ise onu sevgili seçiyorlardı.

dedektif olmak güzel olurdu. ama ajan olmak bambaşka bir şeydi. bir şehrin sokaklarında dolaşmak yerine dünyayı dolaşıyordunuz. dünyanın her yerine gidebiliyor, farklı kültürleri, yaşantıları görüyordunuz. üstelik toplumsal bir yanı vardı; ülken, ülkende yaşayan insanlar için iyi şeyler yapıyordunuz.

büyüdüm sonra. kitaplarla başka bahanelerle bağ kurdum. ama ajan olmadım. olmak da istemezdim. yine de kitaplarını okumaya devam ettim, dizilerini, filmlerini bol bol seyrettim.

the agency dizisini izledim nihayet. gizli servislerin, teşkilatların, dolayısıyla çalışanlarının makyajlarını silen, efsaneleri yıkan, çelişkileri, acıları, kötülüğü saklamayan bir hikâye. baştan ayağa iyi oyunculuk ve anladığım gibiyse müthiş bir kurgu.

/amaç bu ise, brandon colby yani paul lewis'in hikâyesini baştan anlatmak ya da paralel yerine iran'a sokulmak istenen danny vasıtasıyla vermek iyi bir tercih bence./

dizi, bir aydınlanma oldu benim için. kaç defa, "asla ajan olmak istemezdim" ya da "bir insan neden ajan olmak ister ki" dediğimi hatırlamıyorum.

/buraya kadar 'ajan' dedim, çünkü 'casus' kelimesinin hissettirdiği ihanet, yalan, ikiyüzlülük, kısaca 'yavşaklık' duygusundan uzak olmak istedim. artık 'casus' diyerek devam edebilirim./

ilk olarak, -öyle olduğunu düşünmüyorum ama- ne kadar kutsal bir amaçla yapılırsa yapılsın casusluk kötülük. ve casuslar kötü insanlar. hikâyenin sonunda kendilerine duyulan güvene, hissedilen aşka ihanet ediyorlar. kendi hislerini yok saymaları, vaz geçmeleri ise bambaşka bir acı.

sırf o topraklarda doğdu diye bir ülkeyi baş tacı yapıp diğer ülkelere iş icabı kötülük yapmak anlamsız. insanları kolayca harcamayı, hedefe giden yoldaki herhangi bir engeli hiç düşünmeden imha etmelerini saymıyorum bile.

sonra kendilerine ihanetleri. sahte bir hayat sürüp, hiç kimseyle yakınlaşmamak. saklamak, yalan konuşmak. aile kurmayı becerebilse dahi sürdürememek. çocukların büyürken yanında olamamak. ve bir emirle her şeye sırtını dönmek.

*

evet, bu yazı şövalyelere, düelloya ve 'deniz kenarı'na inanan biri tarafından yazıldı.

asla ajan olmak istemezdim.

bir insan neden ajan olmak ister ki?

14 Şubat 2025 Cuma

sevgililer günü

bu yaz tatil dönüşü nadiren tercih ettiğim bir şeye niyet ettim: iki kitabı birlikte okumak.

/tercih etmem. çünkü, meslek icabı okur olmayan her okur gibi ben de kitapla hemhâl olmayı, gündelik hayattan kaçıp okuduğum kitabın dünyasında kaybolmayı tercih ederim. ve aynı anda iki ya da daha çok kitaba mesai ayırmak bu büyüyü bozar./

öyleyse...

olay şöyle gerçekleşti:

alışverişi yaparken değil, daha haberini alır almaz yeni yılın ilk kitabı olarak john fowles'ın günlüklerini [günce, birinci cilt: 1949 - 1965] okuyacağım kesindi. ama kitabı elime alır almaz ansiklopedi boyutunda olduğunu, hacmine bakılırsa öyle pek de kısa sürede bitmeyeceği gerçeğiyle yüzleştim.

ama nasıl da okumak istiyorum?

eğer, bir süre günlük, hatıra ya da söyleşi tarzı bir kitap okumazsam pekala olabileceğini düşünerek kitaba başladım. genellikle iki kitap arasında okuyarak altmışlı yıllara kadar geldim.

/keyifle okuyor olsam da yirmili yaşlarımda okumayı tercih ederdim bu kitabı.

sanata ve edebiyata dair sancıları o kadar tanıdık ki, bu hayatta yalnız olmadığımı düşünür daha huzurlu olurdum./

bin dokuz yüz ellili yıllar boyunca sanattan konuşan, aşkın ve kadınların peşinden koşan, ebeyenlerinden siyasilere herkesi eleştiren, ege denizini, öğrencilerini, çiçekleri, yolları anlatan, muhatap oldukları hakkındaki fikirlerini apaçık yazan, hatta e. ile yasak ilişki olarak başlayan aşklarına "elizabethli yıllar" diye bir bölüm ayıran john fowles, günlüğünde noel'den, paskalya'dan, sömestr tatilinden, bilmem ne yortusundan, bir yerlerin kurtuluşundan (şaka!) bahsediyor da sevgililer gününe dair tek bir kelime etmiyor.

aşkın peşinde koşan, neredeyse karşına çıkan  her kadına aşk ihtimali diye bakan bir adam, kendini kadınlarla tamamlamak isteyen iflah olmaz bir romantik ve yasak ilişki olarak başlayan ve evlilikle nihayetlenen güçlü bir aşkın erkek tarafı ama on dört şubatta sadece elizabeth'e değil aşık olduğu, aşık olduğunu sandığı, flört ettiği kızların hiçbirine hediye almıyor, romantikleşip sevgiliyi anmıyor.

bırakın "lüle taşından gerdanlık"ı "sapanca'dan bir sepet elma" bile yok yani.

iyi eğitimli bir ingiliz o. mitolojiyi, yunan klasiklerini ve tarihi bilen bir hristiyan. ama nedense on dört şubat geldiğinde eleştirmek için bile olsa 'aziz' ya da 'saint' valentine aklına gelmiyor.

ama ondan yetmiş yıl sonra bizler sevgililer günü uğruna kan döküp kalp kırıyoruz.

çünkü, "tüketin!" buyuruyor kapitalizm. sosyal medya ve popüler kültür bu emri yankılıyor. sonra da aşka dair sanıyoruz olan biteni.

akşama solacak güller, zengin kızları daha da zengin edecek çikolata dolu kutular, sosyal medyada bir kaç fotoğrafla paylaşılacak akşam yemekleri, çok geçmeden unutulacak objeler, durduğu yerde toz tutacak peluş ayılar.

hepsi bu.

11 Şubat 2025 Salı

ay ışığı

yardımsever bir rüzgâr sayesinde bulutlardan kurtulan dolunay, gemini azıya almış atlar gibi koştura koştura yeryüzüne indi, yanına pencereyi örten tül perdenin desenlerini de alarak sessiz sedasız sabahı bekleyen bir odanın önce çerçevelerce işgal edilmiş duvarına çarptı, sonra yavaş yavaş ahşap zemine yayıldı.

9 Şubat 2025 Pazar

ikaz

siz hiç "ey benim mektup yazdıranım" hitabıyla başlayan bir mektup aldınız mı?

ben aldım.

unutmuştum, hatırladım.

tavsiye etmiyorum.

7 Şubat 2025 Cuma

tehlikeli şiirler - yetmiş iki

tehlikeli şiirler okuyalım leyla
seyyidhan kömürcüʼden hatırlamayı unutmak mesela

ali şiir yazıyor mu sevgilim
ali de ayşe gibi
salondaki peteği kapatıp
kendi çapında şiir karalıyor mu

ilaç alıp bunu düşünüyorum
her şey ben tam uyumak üzereyken olmuş gibi
net hatırlamıyorum ama kesin biliyorum
seni sevmek bir suya götürdü beni
bir suya gittim
dönemiyorum

insan bazen dönemiyor sevgilim
her sabah dilinin altına bir sözcük daha bırakıp dönemiyor
ben bir ilk
tam uyumak üzereyken nerelerden
ben bir ilk
uyanır uyanmaz nerelerden

dönemedim

bir dağın belindeki ağaçları hınçla sallamak diye bir ilaç
ambulanstan yol istemek adlı bir atak
ve bir ay kadar koşmak bana iyi geldi

bana iyi geldi ne demek
sabahları bana içimdeki deşik
etimdeki işaret
sabahları bana son anda ölmemiş olmanın öfkesi
sabahları bana sert sessiz harfler

sabahları içimin en güzel yeri

senden bana dökülen incilerim sevgilim

dökülüyor
kaşıma sabahları içimi

dünyada çok önemli şeyler oldu
ama ben de sizin eve baktım
bir tayın bir taya baktığı
bir tayın bir taya uzun uzun baktığı
bir tayın bir tayı bıraktığı gibi
dünyada çok önemli şeyler oldu

atlar yalnız kalmamak için bu kadar koşarlar diyen o at
yalnızlar koşarken de yalnızdır diyen o at
yalnızlar öperken de yalnız
ben sana sımsıkı sarılırken de
o at buramdaydı

bu ses nereden geliyor dediğim o gün
göğsümdeki at kardeşlerim
göğsümdeki at yere uzandı

dünyada çok önemli şeyler oldu
hem ölmedim yüzükoyun
hem alnımda yeryüzü

ölürüm dediğim yerde ev yaptım

hatırlamayı unutma sevgilim
kırılmasın diye yükseklere bıraktığın o şeyleri
hatırlamayı unutma

dağların belindeki ağaçlardan çıkardığım hışırtıyı
bu ses nereden geliyor dediğin zamanı
o sesin sadece sana gelmesindeki rüzgârı
unutma

bazı sesleri sadece atların duyduğunu
ve bu yüzden yalnız olduklarını atların
yalnızlıktan koştuklarını

görmek ve duymakla düştüğün ovayı
yediğin kırbacı
edindiğin vebayı unutma
insan bazen unutup ölemiyor

dünyanın sonunu görüp
unutup
ölemiyor

nefis bir hevesle
başka neresine gider
başka nereme gidebilirim ki deyip
göğsümdeki kazı alanına gittiğim o gün
yerdeydi her şey
yerdeydi herkes
üzerini örtüp sen uyu dedim
sen uyu

ben bu yerde biraz daha bağdaş kurup

sen uyu

ben biraz artık hiç uyumayacağım

ancak yükseklerde unutabilirim diyerek çıktığım ağaçlar
yerleştiğim ilaçlar
indiğim ovalar
seni bir ormanda bulup
bütün yokuşlardan sonra
dümdüz bir yerde kaybetmiş olmak da marifet sevgilim

şimdi uyumak ve bir ovayla tamamlanmak dışında
bana ne iyi gelir
bana ne iyi gelir
uyumak ve bir ovayla tamamlanmak dışında

sevgilim
yatağın kırışmamış düzlüğü
yastığın olmayan çukuru
her şey neden bu kadar pırıl
her şey neden bu kadar aklımda
göğsündeki çöl
sırtımdaki vaha
reçinenin ağaca yapıştığı gibi
hiddetle yapışıyordun bana

senden sonra
dünyada çok önemli şeyler oldu
uçtum

birine bakmıştım deyip içine girdiğim yüzlerden
biri yokmuş içinizde diyerek çıktım
biri yokmuş her sabah
biri yokmuş her masa
biri yokmuş her çarşı

çalışmayan bir aleti kapatıp açmak gibi
beni de her gece kapatıp kapatıp
her sabah açan yeryüzü
sanki dünyaya gelmedim de
olmayan bir yerde
olmayan birine bakıp bakıp çıktım ben

düşersem kendim düşerim diye
hem güzel uçtum
hem muazzam düştüm

sağ
salim
sensiz ve ayaküstü

artık insan bana iyi gelmiyor
artık insan bize iyi gelmiyor diyerek
beraber havalandığımız göğü
tek başına ve hiçbir yere değmeden düşmek
düşmek nefisti sevgilim

yere ilk indiğimde
bir ağacı sallar gibi salladılar beni
yere ilk indiğimde
şimdi ben neyin yanındayım dedim
ne benim yanımda

boğazımdaki yumruyu
boğazımdaki yumruyu
göğüs kafesimi
eklem yerlerimi
seni ve bunu yerde anlatmamı benden bekleme

“düşen şeylerin gürültüsü”nü
konusu olmayan bir mutsuzluğu
anlatmamı benden bekleme

insanı çok aşağıya yapmışlar sevgilim

insanı çok aşağıya

içine çok yeryüzü
içine çok dünya

biliyorsun
yükseldiğimiz gökte
bu da olsa yer yarılır
bu da olsa dünya durur dediğimiz her şey oldu
dünya durmadı

biliyorsun
bir kere saçlarını çok
bir kere sımsıkı
bir kere tutam tutam
üç yıl arkaya doğru tarayıp
üç yıl bir muska gibi yanımda sakladım

biliyorsun
senin saçlarınla başlayıp
nasıl oluyorsa
benimle devam etmiş
insan sevmeyen
insan sevmeyen ama kırlara katkı sunan bir yüzün kapkaranlık bir ormanın vardı

ormanımız

düşsem ölürüm
düşsek ölürüz dediğimiz o ormanda
sana edilmiş bir yemin gibi
başında beklemediğim cümle
dalını budamadığım ağaç
eğilmediğim yüz kalmadı

sevgilim
bir şey var
artık kuramadığım kurmalı bir saat
başımda çın çın öten bir demir
dönemediğim bir yer
fırlatmak için bir odaya koyup
her gece salladığım bir cümle
durup dururken başına geldiğim
başıma gelen bir heves
bir serinlik
gittikçe kalbimi gagalayan bir kuş

sevdiği şeye dokunmadan etrafını döndüğüm
içimde sessizce büyüyen bir yer
düşmek değil
çakılmak isteği

beni artık çağırma sevgilim
kırınla
ovanla
etinle
saçınla
beni artık çağırma
başından beri içimde birbirine bakan
birbirine değmemiş iki tay var
ben bir yere batayım
bir yer bana batsın arzusu
ben bir yere çarpayım
bir yer bana çarpsın hevesi

beni delinme
beni parçalanma isteği
beni taylarını saldığı gün cam yiyen bir at
beni kardeşlerini çiğneyen genlerim
beni tam ortasında kaldığım dünya
beni Allah
günde beş defa
olmamışım diye geri çağırıyor

sen beni çağırma

yeryüzünde bazı konular yok
bazıları da hiç kapanmıyor diye
seni ateş ve suyla değil
toz ve demirle değil
künçle
hınçla
utançla icat ettim

başkasın sen
başkadır ağzın
başka bir ağaca benziyorsun
yüzünde başka bir orman var diye diye
seni ben
hem ormanına girip
hem hiçbir dalına değmeyerek
dokunmayarak hiçbir ağacına
içimi taşlara
sırtımı duvarlara süre süre

seni ben
gövdemse tir tir titreyen bir kuş
ters dönmüş bir kaplumbağa
seni ben
durup dururken değil
içinde sıkıldığım bir yeryüzü
içimde sıkılan bir yeryüzü var
diye diye icat ettim sevgilim

ben
hevesim kursağımda burada
buralarda

sen
mucidini öldüren her icat gibi
ne işe yaradığını bilmeyen bir alet gibi
orada oralarda

herkes durmuş birbirine bakıyor
herkes durmuş birbirine neden bakıyor
sürekli beni aşağıdan çağıran biri
bir hırıltı olarak iniyorum çarşılara
çarşılar renkli
çarşılar
dağılmışım
beni yanlış toplamışlar gibi

sevgilim
artık başım tam gövdemin üstünde değil
rüzgâr alan yerlerim
su geçiren yerlerim
karın boşluğumda tayını salan atın sesi
kulaklarımda göğe fırlatılmış
hep birbirine çarpan iki taşın sesi
ağacıma salıncak kuranların sesi

sorduğum herkes seni uzaktan tanıyor
gittiğim her yerden az önce çıkmışsın
kime baksam
kim bana baksa
içimde incinmiş bir atın o son cümlesi
ölmek değil
asılmak istiyordum
dünyaya tayımı saldığım günden beri

şimdi
kim bilir nerede değilim diyerek
günler yanımdan
günler önümden
günler içimden
etinle geçiyor sevgilim
etinle

seni göğsüme takıp çıktığım rüzgârlar ne güzel
ne güzel vurulduğum yerlerde yürüyebilmen
evine rüzgâr götürebilmen
aşağı bakabilmen ne güzel

ağzınla kuş tutman
kılı kırk yarman
derini yüzmeden
yeni bir deriye değdirebilmen ne güzel

içimde bir yer bir yere değiyor
kenarları kalkıyor aklımın
kime değsem
kim bana değse
o tören

düşerken biçim almış bir gövdeydim
beni ancak düşerken sevebilirlerdi

düşmek yapraklıdır sevgilim
önce dökülüyorum zannediyor insan
yana eğilmiş bir ağaç gibi
dizlerimin orada başlayan harp
omuzlarımda titremeye dönüştüğü zaman
vakti gelen bir yaprak
nasıl hem döküldüğünü zannedip
hem düşüyorsa ağaçtan
nasıl iniyorsa öyle yere
öyle görkemli
öyle yavaş
öyle un gibi
bakıp teni cam olan birinin boynuna
şahdamarına

seni tamamen unuttum
ama etinin içini görüyorum
saçlarının dibini
razı bir rüzgâr gibi
azar azar da olsa
senden artık uyurken dökülüyorum kendi etrafıma

kendi etrafıma sevgilim
dal dal
yaprak yaprak
günde birkaç defa
hafif sıyırıklarla

çünkü yapraklar sevgilim
düştükten çok sonra inanırlarmış
artık ağaçta olmadıklarına
çünkü yaprağın daldaki boşluğu
yine o yaprağın kendisi kadar

süzüle süzüle sevgilim
süzüle süzüle

döküldükten sonra da ağacını anlatan yapraklar gibi
şimdi günlerim hiç geçmiyor olabilir
ama geçmişim çok güzel gidiyor

geçmişim
bir yere gitmiş de gelecekmiş gibi

geçmişim
anlamadım ki
nereden geçmiş

düşmek yapraklıdır sevgilim
unutmak çiçekli

4 Şubat 2025 Salı

etimoloji

etimoloji, yani kelimelerin kökenleri özel olarak dikkatimi çekmiyorsa da -ya da kelimelerin kökenleriyle özel olarak ilgilenmiyor olsam da- kelimelerin kökenleri ve bazı kelimeler arasındaki mevcut bağlantılar bana daima büyüleyici geldi.

/güller kitabı'nı okuyordum. nergis ve narkisos'un hikâyesinden sonra beşir ayvazoğlu'nun konuyu hafifçe köpürtmesiyle narkoz ve narkotik kelimelerinin narkisos'tan geldiğini öğrenmek başımı döndürmüştü.

galiba bu ilkti. ve kelimelere bir defa daha iman etmiştim./

aynı şey yine oldu.

bu defa ecinniler'i okurken. elif batuman sayesinde özbekçe'de erik ve kalp kelimelerinin ses ve yazılış olarak birbirine ne kadar yakın olduğunu fark ettim: orik ve yurek...

çünkü kalbin şekli ile eriğin şekli benzermiş. (haksız da sayılmazlar bence)

üstelik tek sebep bu değilmiş. erik, kalp için yararlı mineraller de içerirmiş.

orik 'altın' demek olan sarikle de benzermiş. zira erik, bütün meyveler arasında en yüksek altın öğesi ihtiva edenmiş.

*

bunları gugıla sorunca, eski türkçede erük kelimesinin "çekirdekli meyvelerin genel adı" olduğunu öğrendim.

kelimenin kökeninde yer alan ve "olmak", "önce olan" anlamına gelen "er"in ise kıştan sonra ilk çiçek açan meyve ağacının erik olması ile ilişkili olduğunu da.

*

yine de tuzağa düşmeyecek işi bu tarz rastlantılara bırakacağım. tıpkı bilgisayar oyunlarından uzak durduğum, plak koleksiyonu işine hiç bulaşmadığım gibi.

30 Ocak 2025 Perşembe

hüzün az gelir ifade etmeye

bu ay okuduğum kitaplardan biriydi ergenlik ya da merhaba hüzün.

merakla, hevesle ve keyifle okudum. ergen olduğum için değil elbette. "hüzün ki en çok yakışandır bize/ belki de en çok anladığımız" diyerek, adına tav olmuş vaziyette.

bir kaçını görmezden gelirsek deneme tadında bilimsel makaleler toplamı bir kitap bu. makale güzergahında kalanlar sıkıcı olsa da denemeye göz kırpan metinler tadından yenmezdi.

bir şeyler öğrendiğimi, bildiklerimi pekiştirdiğimi düşünüyorum. söz gelimi bulimia rahatsızlığını yanlış anladığımızı, narkisos gibi bildiğimiz bir hikâyenin ergenlik üzerinden farklı -belki de en doğru- bir okumak gerektiği biliyorum artık.

sadece hüzün değil benlik, yıkım, ayna, beden, doğum, ölüm de çok geçiyor bu kitapta.

"ergenlik, ikinci doğumdur. aynı zamanda ilk ölümdür!" diyor mesela. dönüşüm değil ölüm. üstelik bir dönemini hem çocuk hem yetişkin olarak yaşadığımız, peşi sıra ölüp başarabilirsek yeniden doğduğumuz ciddi bir süreç bu.

/yazmaya başlarken bu kadar dahi konuşmak yoktu aklımda. keyifle okuduğumu söyleyerek, ilgilisine tavsiye edecek sonra da içimde biriken üç duyguya geçecektim.

sadece öğrenmek isteyenlere değil okumaktan keyif alabilenlere de, büyümeye muktedir çocuklara, ergen ya da ergenliğe girecek çocukları olan herkese tavsiye ederim./

bu kitabı okurken ve okuduktan sonra üç duygu birikti içimde.

bir... bu kitabı kemal sayar'ın kaleminden okumak isterdim. evet, kaleminden. bakış açısı değil kastettiğim. talat parman'ın baktığı yerden şikayetim yok. hem de müthiş anlatmış, dili ve kalemi ortalamanın çok üstünde.

ama canım kemal sayar'ın araya sezai karakoç'tan bir mısra, mustafa kutlu'dan bir cümle katmasını çekti.

iki... ergenlik ne kadar zor bir dönemmiş. o dönemden çıkabildiğimiz -eğer çıkabildiysek- için şaşırmadım dersem yalan olur.

hâlâ orada takılıp kalanlar ya da kaybettiklerimiz var elbette. yine de uzanıp yanaklarınızdan öpüyorum.

üç... düşündükçe, aldığım notlara baktıkça keşke okumasaydım dediğim çok oldu. sanki, karanlık bir orman yolunda bir gençlik neşesiyle yürürken birisi cinli, perili bir hikâye anlatmış gibi hissediyorum.

ne vakit bir çıtırtı duysam cinler, periler gelmiş gibi ürperti dolaşacak bedenimde.

26 Ocak 2025 Pazar

ben versus sen

seyyidhan kömürcü, "seni ben/ durup dururken değil/ içinde sıkıldığım bir yeryüzü/ içimde sıkılan bir yeryüzü var/ diye diye icat ettim sevgilim"* dedikten sonra konum bildiriyor.

"ben
hevesim kursağımda burada
buralarda

sen
mucidini öldüren her icat gibi
ne işe yaradığını bilmeyen bir alet gibi
orada oralarda"


*: hatırlamayı unutmak

23 Ocak 2025 Perşembe

dakika ve skor

"Yazar olmak istiyordum, akademisyen değil. Ama o öğleden sonra, okyanusa bakan bir otoparkın gümbürtülü teneke tentesinin altına oturmuş, kahvaltı sırasında kafeteryada hazırladığım fıstık ezmeli sandviçleri yerken, New England'ın bu aşkınsalcı "yaratıcı yazarlık" kültürü karşısında kesin bir hayalkırıklığına kapıldım. Bu yazma atölyesinin de dahil olduğu bu kültürde, akademik edebiyat incelemesi bir yazarın kendini biçimlendirmesi açısından kötü bir şey sayılıyordu. "Ne yönüyle kötü?" diye düşünmeye başladığımı fark ettim. Ya da tam tersini konuşacak olursak, bir yazarın ambarda yaşayıp yazarlık öğrencileri dışında kimse tarafından okunmuyormuş gibi görünen öykü yazarlarının yazdığı öyküleri okumasının nesi direkt doğru sayılıyordu?"*


*: elif batuman, ecinniler 

20 Ocak 2025 Pazartesi

"benim güzel hatalarım var"

eğer çocukluğuma dönme şansım olsaydı, -ki değil çocukluğum, hiç bir geçmişe dönmeyi istemem- okulda başarılı olur, tanrının ve insanların koyduğu kurallara da uyarsa iyi bir insan olacağını, iyi insan olunca da mutlu biri olacağını sanan o küçük çocuğa "hata yapmaktan korkma" derdim.

insanın içindeki boşlukla, hatasıyla, eksiğiyle insan olduğunu söyler, daha iyi anlasın diye ünlü müzikolog john cage'in öğrencisine verdiği öğüdü tekrar ederdim:

"şu ana kadar mükemmel çaldınız bundan sonra daha da ileri gidin ve bir kaç hata yapın."

17 Ocak 2025 Cuma

günün sorusu: eşik

insanlar ne zaman ve neden kendileri olmak yerine muhatabının kendisinde gördüğü kişi olmaya başlar?

15 Ocak 2025 Çarşamba

son kahraman

nazan öncel, yıldız tilbe, lale müldür, ayşe şasa, didem madak ve hatta aslı serin'den oluşan bir listem var benim.

onların güzelliklerine iman ederim. hem cesur hem kahramandırlar. dokundukları her şey altın tozuna dönüşür. akıllı yaşamaktansa deli yaşamayı seçmişlerdir.

en önemlisi de, hem cenneti hem cehennemi görmüşlerdir. üstelik aynı anda.

sanırım bu listeye farah zeynep abdullah da dahil oldu.

kelebeğin rüyası (2013) ile görüş alanıma dahil olduğunda onda gördüğüm soylu hava beni çok etkilemişti. oyunculuğu ise filmdeki herkesten daha iyiydi. dayanamamış, türk işi bir anna karenina söz konusu olsaydı adayımın o olduğunu seslendirmiştim.

benimle bu fikri paylaşan başkaları da olmalı ki, çok geçmeden kostüme bir dizide, kurt seyit ve şura'da şura oluverdi.

herkes gibi ben de bir küçük eylül meselesi (2014) tarzı bikinili, dekolteli, ideal ölçülü ideal dizi oyuncusu olmasını beklerken onun hatrına bir süre tahammül ettiğim masumiyet apartmanı dizisinde sıradan bir karakter çıktı seyirci karşına. sıradan ve yayvan.

/hakkını teslim etmeliyim. o dizide beni asıl etkileyen aşk, meşk, flört meselesini halledip iki baş rolü ilk bölümde evlendirmeleriydi.

biliyorum dizinin bambaşka dertleri vardı ama bu bahis de en az bir sezon götürürdü diziyi./

bergen'i tam da bergen gibi oynaması yeteri kadar takdir edilmediyse sivri dili yüzündendir. çünkü baştaki listeye kendisini dahil eden haller de en çok dili belasına.

dokuz köyden kovulmayı göze alarak 'yılmaz güney putu'na saldırdı mesela. tepki alacağını bile bile görmezden gelinen yılmaz güney gerçeğini gözümüze soktu.

/sinemasına kimsenin sözü yok. ama gösterilmeye çalışıldığı gibi fikirleri yüzünden yurdundan uzakta ölmek zorunda olan biri de değil.

sinemasal yeteneğinin yanında, ataerkil kodları kıramamış, kadına şiddet uygulayan bir maço, bir gazinoda yumurtalık ilçe hakimini vuran ve on dokuz yılla cezalandırılan, beş yıl sonra da yurt dışına kaçan bir katil./

yalan yok bunu yapan o kızı sevdim. en son aforoz edilmeyi göze alarak dizi piyasasına çomak sokunca da söylemek istedim.

12 Ocak 2025 Pazar

paralel evrenler: on sekiz

biri antik yunan, diğeri modern amerikan.

geçmişten gelen tarihçi ve asker, günümüzdekinin yazar ve sinemacı yazıyor kartvizitinde.

aradaki iki bin beş yüz yıla rağmen aynı dertle dertleniyorlar yine de.

*

"hikâyeler, yalnızca onları nasıl anlatacağını bilen insanların başından geçer. (tukididis)"

"belki de yaşantılar, onları yaşayabilecek olanlara sunarlar kendilerini. (paul auster, new york üçlemesi)"

8 Ocak 2025 Çarşamba

gözyaşı

şehrin en kalabalık caddesine bu unvanı kazandıran sıra sıra camekanlardan taşan ışıklar ve tabelaların neon ışıkları içinde bulunduğu taksinin başını yasladığı camını aştıktan sonra yüzünde bir görünüp bir kayboluyor, her görünüşünde yüzüne kıvrıla kıvrıla sümük yoluna inen bir yakamoz bırakıyordu.

6 Ocak 2025 Pazartesi

gassal (2024)

hayır, gassal övmeye gelmedim. övecek kadar çok sevmedim çünkü. ama yerecek kadar da kötü değil.

iyi bir fikir. sıradan hayatlardan da anlatı çıkabileceğini cümle aleme gösteriyor. dizi yapmak için manken ölçüsünde başrol oyuncularına, her sahnede değişen pahallı ve dekoltesi çok kıyafetlere, parlak ışıklara, geniş salonlara, mafya bağlantılı tiplere, yasak ilişkilere, iki saati aşan sürelere, hatta istanbula gerek yok diyor.

diğer yandan, diyalogların kötülüğü güzelim senaryoyu berbat etmiş. woody allen tarzı gevezelikleri geride bırakmış bir izleyici olarak diziyi çok konuşkan buldum. her cümlede mizah arayışı, taşı gediğe koyma çabası da komik falan değil. mizahın keskin nişancı tüfeğine benzeyeni makbüldür oysa. tek kurşun hakkın vardır, atar vurursun. aksi takdirde, av tüfeğinden çıkan onlarca saçmadan bir kaçının hedefi bulması gibi olur. bu da hiç komik değil.

mizah denemeleri ve yanından eksik olmayan hüznüyle bana after life dizisini hatırlattı bana. absürd diyecekleri de varoluşçuluk ya da başkaldırı felsefesi başlıklı kitaplarla döverim. en iyisi ne siz yorulun ne de ben. gidin "güzel olamayacak kadar gerçek bir web dizisi" öcüler'i izleyin.

övgüyle karşılanan, bölüm sonlarına eklemlenen müzikler ise bu coğrafyanın bir gerçeğine hakkını teslim etmekten başka bir anlam ifade etmiyor benim için. fikir olarak da icra olarak da özel bulmadım.

başrol oyuncusunu hiç ummadığım kadar başarılı bulsam da onu görmeye tahammül edemiyorum. tipinden hoşlanmıyorum, komik de bulmuyorum ama hatırda kalacak bir iş çıkardığı kesin.

ama yan roller... tadından yenmiyor.

/ikinci perde/

ne denli kamplaşmaya teşne bir toplum olduğumuzu bir defa gördüm bu dizi sayesinde. sokak, aile toplantıları, çay ocakları, yeni nesil kahveciler, bekar evleri, kermesler, üniversite kampüsleri ne durumda bilmem ama sosyal medyada bir dizi yüzünden kavga edebilecek insanlar var.

trt dizisi diye çamur atanlar gördü bu gözler. leyla ile mecnun da öyleydi. hatta arşivde gezinirken keşfettiğim parmak damgası da.

blutv dizisi olsa, iran'dan çıksa üzerine makaleler yazacak, izlemeyene küsecek tipler öyle bir burun kıvırıyor ki şaşarsınız.

başrol oyuncusunun bir kadına şiddet vakasının faili olduğundan dem vuranlar, uyuşturucu ve alkol etkisinde araç kullanmakla bir aileyi yok eden, yalan beyanla kolluk kuvvetlerini kandıran ama ne hikmetse korona bahanesiyle 'serbes' kalan bir katilin dizisini bayram havasında izliyorlar ama. çünkü biri mahalleden arkadaş, diğeri öteki çarşıdan.

adım gibi eminim: bu dizi mahalleden arkadaşlarının işi olsaydı albert camus'nun yabancı'sı ile başlayan eleştiriler okuyor, girizgahını ezberliyorduk: bugün annem öldü. belki de dün, bilmiyorum.

ortalık "ay, tıpkı meursault!" nidalarıyla inliyor, "kim daha yabancı?" tartışmaları bitmek bilmiyordu.

iyisi mi ilk aklıma geldiği gibi bitireyim, yoksa söz uzayacak: "diziyi çeken onur ünlü olsaydı övgüden ortalığı yıkardınız. tıpkı, bir ara ishal olmuş gibi peş peşe çektiği filmlere yaptığınız gibi."

oysa hem onur ünlü'yü hem ah muhsin ünlü'yü sever sayarız.

/üçüncü perde/

biliyor musunuz? ben bu ikiyüzlülükten çok sıkıldım. sadece halkımızın kamplaşmaya teşne yapısından değil.

/dördüncü perde/

aslında, kültürel iktidar bahsi için şartlar müsait.

ama canım istemiyor.

1 Ocak 2025 Çarşamba

dua

"bana üflediğin ruhu nergislere vermek istiyorum allah'ım
kurtar beni anlam denen kuytudan."*


*: cengizhan konuş