3 Ocak 2013 Perşembe

paralel evrenler: bir

iki yazar...

ingiliz george orwell ve türk orhan pamuk...

ilki, ikinci dünya savaşının peşi sıra yazdığı ve 1984 yılını anlattığı, "geleceği karanlık olan, gerçeklerin, doğruların saptırıldığı, konuşma özgürlüğünün yok edildiği modern dünyayı protesto eden bir roman"da, ikincisi ise iki binli yılların başında yazdığı  ve "bin dokuz yetmiş beşte bir bahar günü başlayıp iki binlerin başına kadar gelen, istanbullu zengin çocuğu kemal ile uzak ve fakir akrabası füsun'un hikayesi"nde aynı şeyi anlatıyor...

olaylar ise, bay charrington'a ait eskici ve antikacı kırması, ıvır zıvır dükkânının üzerindeki insana zaman tüneline düşmüş hissi yaşatan dağınık oda ve kemal'in annesinin, biraz yatırım yapmak, biraz da arada bir gidip kafasını dinleyip oyalanacağı bir yer olsun diye aldığı, ama modasının geçtiğine karar verdiği eski eşyaları ve yeni satın alıp hemen bıktığı şeyleri attığı bir yer olarak kulandığı merhamet apartmanı'nın ikinci katındaki arka odada benzer biçimde gelişir.

"biraz sonra ikisi de uykuya daldılar. winston uyandığı zaman, saat dokuzu gösteriyordu. kıpırdamaya cesaret edemedi, çünkü kolu julia'nın başının altındaydı. yüzündeki boyanın büyük bölümü winston'ın yüzüne ve yastığa bulaşmış olmasına karşın, elmacık kemiklerindeki bir parça kırmızılık güzelliğini ortaya çıkarmaya yetiyordu. batan güneşin son ışıkları, yatağın kenarına vurmuş, suyun fokur fokur kaynadığı ocağı aydınlatmıştı. avludaki kadın artık şarkı söylemiyordu, ama sokaktaki çocuk sesleri hâlâ duyulmaktaydı. eskiden bir kadınla bir erkeğin akşam serinliğinde çırılçıplak yan yana uzanmaları, istedikleri zaman sevişmeleri, istedikleri zaman söyleşmeleri, yataktan kalkmak için zorunluluk duymamaları, orada rahatça uzanıp dışarıdan gelen sesleri dinlemeleri olağan şeyler miydi acaba, diye düşündü."*

"dışarıda, istanbul'da bahar günlerine özgü o pırıl pırıl gök vardı. sıcak, kış alışkanlıklarından kurtulamamış istanbulluları sokaklarda terletiyordu, ama bina içleri, dükkanlar, ıhlamur ve kestane ağaçlarının altları hâlâ serindi. benzer serinliğin, üzerinde mutlu çocuklar gibi her şeyi unutarak seviştiğimiz küf kokulu şiltenin içinden de geldiğini hissediyorduk. açık balkon penceresinden deniz ve ıhlamur kokan bir bahar rüzgârı esti, tül perdeleri kaldırıp ağır çekimle sırtlarımıza bıraktı ve çıplak vücutlarımız ürpertti. ikinci kattaki dairenin arka odasından, yattığımız yataktan arka bahçede mayıs sıcağında hırsla küfürleşerek futbol oynayan çocukları gördük ve birbirlerine söyledikleri edepsiz şeyleri, bizim kelimesi kelimesine yaptığımızı fark edip sevişmemizin ortasında bir an durarak, birbirimizin gözlerinin içine bakıp gülümsedik."**


*: 1984
**: masumiyet müzesi

3 yorum:

pelinpembesi dedi ki...

müthişsin!
Winston ile julia nın yasak aşklarının meşrulaştığı odayla o.pamuk'un yazdıkları arasında nasılda paralellik kurmuşun. nasıl geliyor aklına bunlar??

semiaa dedi ki...

Sevişmenin evrensel dinginliği : )
Bu farklı zamanlarda, farklı kültürlerde aynı duyguyu yaratsa da Orhan Pamuk'a olan tamamen kişisel haset duygularım yüzünden ikinci paragrafı ilk paragraf kadar önyargısız okuyamıyorum. (İşyerinde ki yan oda sakini hatunun ayakkabılarına ya da komşunun güzel arabasına hasetlenmem gerektiğinin farkındayım. Elimde değil.)

verbumnonfacta dedi ki...

@buket,

asıl muhteşem olan sizsiniz.

orhan pamuk, saf ve düşünceli romancı'da(sanırım) son bölümde, romanlarında hangi kitapların, hangi yazarların etkisi olduğunu anlatır. elbette 1984 yok aralarında ama her şey çağrışımın terkisine atladı ve kendimi 1984 karıştırırken buldum. masumiyet müzesini ise okuyalı ise dört yıl olmuş, yeni okuma sayılması bir yana beni aklımdan çıkmayacak denli etkilemiştir. o yüzden aklımda. "bay charrington'a ait eskici ve antikacı kırması, ıvır zıvır dükkânının üzerindeki insana zaman tüneline düşmüş hissi yaşatan dağınık oda"ya gidince de, orhan pamuk'un, "böyle bir etkilenme var mı orhan bey?" sorusu kendine sorulsun istediğini hayal dahi ettim.


@semiaa,

ve sevişmenin evrensel güzelliği...

iyi ki orhan pamuk var, iyi ki yan odamda seksi bir hatun yok, iyi ki arabalardan anlamıyorum.