23 Ocak 2013 Çarşamba

bir masada iki kişi: âkil adam

çayından son bir yudum aldı, masaya bıraktığı fincanı parmak uçlarıyla ortaya doğru itti. bir süre camdan dışarı, belki de apansız bastıran yağmurda ıslanmamak için koşuşan insanlara baktı. bakışlarını oradan alıp az önce masanın ortasına doğru ittiği fincana verirken konuşmaya başladı:

- o esnada orada olman iyi olmuş. böyle bir durumda senin gibi âkil adamlara ihtiyaç olmuştur.

- bunu anlamıyorum işte; bir yandan verdiğim kararlarla hayatımı ziyan ettiğimi düşünüyorsunuz, diğer yandan "âkil adam" kontenjanını her zaman bana ayırıyorsunuz.

- hiç kimse hayatını ziyan ettiğini düşünmüyor. kaldı ki, sen sadece kendine kötü olanlardansın, başkaları söz konusu olduğunda daima en doğru şıkkı işaretlersin.

- o da aynısını söylerdi... bana ne kadar güzel şeyler söylerdi... bana nasıl da iyi gelirdi... ama gitti.

- ama gitti.

- olsun. hiç olmazsa bir aşk bıraktı geride.

*

içimden devam ettim, "bazı aşkların unutulması uzun sürer dedirten, o kadar uzun zamana sahip olmadığını hissettiren ve mezara kadar gidecek bir aşk."

2 yorum:

Zeynep Merdan dedi ki...

kısa dialog bana hababam sınııfndaki 'akil hoca' tiplemesini anımsattı. ama ismini sadece. dolu gözleriyle solgun bir kızın ona uzattığı defteri almayan akil bir hocayı anımsattı.

şüphesiz ki en 'doğru'sunu yapmıştı akil hoca. mezara gidecek vs. bu kadar büyük sözlü olmasa da tebessümle hatırlanan güzel bir aşk -iz- birakmıştı çünkü kıza.

verbumnonfacta dedi ki...

hababam sınıfı'ndaki "âkil hoca" kimdir, bilmiyorum. "dolu gözleriyle solgun bir kızın uzattığı defteri almayan âkil hoca"yı da.

eğer doğru anlamışsam, güzel ve doğru olanı yapmış.

*

"büyük söz" konusunda ise size katılıyorum, o gün orada bu lafları etmiş, bunları düşünmüştüm ama çok geçmeden anladım bitimsiz olanın bitimsiz sandığım olmadığını.

ben "iz" değil, "anlatacak bir hikaye" demeyi tercih ederdim.