26 Eylül 2009 Cumartesi

abla

kocası denize açılan terasın kenarlarına dizdikleri sardunya saksılarının dibindeki toprakla ilgileniyor. biz onu seyrederek içeride oturuyoruz.

aklımda az önce sorduğu, "bunu neden yapmak istiyorsun," sorusunun cevapları. içimde bu cevapları ona söylemek ve söylememek arasında derin bir uçuruma dönüşen kararsızlık...

ona bakıyorum. geçen zamanın ve erken başladığı bir hayatın hırpaladığı zarif yüzü sol yandaki pencereden içeriye dolan ışık altında daha da yorgun ve yaşlı görünüyor.

*

henüz ilkokul öğrencisiyken de ona böyle bakardım. üstelik ona bakmayı, onu seyretmeyi severdim. iki örgü yaptığı saçlarını bir kordela ile bağlar ve başının iki yanından önüne doğru salardı. kitap ve defterlerini iki eliyle göğsünün üzerinde tutar, daima önüne bakarak yürürdü. geride kaldığım zamanlarda ise hafifçe geriye döner ve başını kaldırıp bana kısa bir süre bakar ardından da yerdeki bir şeylere bakarak hiçbir şey söylemeden beni beklerdi.

daha küçüktüm. ben ilkokul üçüncü sınıftayken o lise sondaydı. sadece küçük olduğum için değil, onun güzelliğini görebilmek, tepedeki nato üssüne çıkan yolun fenerden şehre okula gitmek için yürüdüğümüz yola bağlanan girişindeki nöbet tutan askerlerin ya da yol üzerindeki esnafın ona nasıl da hayranlıkla baktıklarını görmek için bilerek geride kalırdım. ablam güzeldi. ve bunu çok duyacaktım.

ama hikayesi "onu kimler istedi de..." şeklinde devam etmedi. liseyi bitirdiği yaz, izmirli bir teğmenden bahsetti. ilerde eniştem olacak bu teğmen askeri okuldan mezun olduktan sonra tepedeki üsse atanmış, nasılsa gördüğü ablamı bir kaç dakika da olsa durup kendini dinlemesi için ikna etmişti. sonrası bütün hikayeler gibi.

annem ablamı yolundan döndüremeyeceğini anladıktan sonra günlerce ağladı.

babamsa, "ben aşka inanırım," diyerek, kızının aldığı kararın daima arkasında olduğunu söyledi.

ve ablam bahçeyi çıplak ampullerin aydınlattığı bir yaz gecesi, "bu hayata geliş sebebim" dediği eniştemle evlendi.

merkezde tutulan bir evde iki yıl yaşadıktan sonra haritanın doğusuna doğru eniştemin mecburi hizmeti için yola çıktılar. ilk önce kızları oldu. hemen ardından bir tane daha. çünkü ablam bizimki gibi arada yaş farkı olmasın, birlikte büyüsünler istemişti.

onlara bakınca yeğenlerimi bu kadar seviyorsam kendi çocuklarımı ne kadar ve nasıl severim sorusu büyürdü içimde. ama bu sorunun cevabını bilmek mümkün olmadı.

kızların büyüğü kendisine duyulan güveni boşa çıkartmayarak, başarılarla dolu bir üniversite hayatının ardından brüksel'de dünyaya yön veren kuruluşlardan birinde çalışmaya başladı. küçük olan ise öğretmen oldu. üniversitede tanıştığı bir çocukla mezun olur olmaz, yaşınız daha çok küçük uyarılarına aldırmadan evleniverdi. şimdi benim adımı taşıyan bir çocukları var. itiraf etmeliyim, daha bu sabah yola çıkmalarına rağmen hem ufaklığı, hem de annesini çok özledim.

anlayacağınız eksilişim devam ediyor.

oysa yarın sabah da ben kendimi yollara vurmuş olacağım. bu bayramı bahane ederek verdiğim son molanın ardından.

*

dönüp yeniden ablama bakıyorum. dediğim gibi hep güzel bir kadın oldu. ama şimdi onu sol yandaki pencereden içeriye dolan ışık altında tanımlamaya kalksam, acı da olsa güzel yerine zarif ya da hoş derdim.

3 yorum:

Adsız dedi ki...

ablanız adına üzüldüm.
kardeşlerimi, hissettiklerim paralelinde anlatabilmek isterdim.

geçirdiğim ameliyat sonrasında, sayenizde keyfe dönen nekahet dönemimde yazılarınızı okudukça ifadelerinizin güzelliğini, bende bıraktığı etkiyi kıskanırken yakalıyorum kendimi. sonra bu yaşımda kıskançlığımdan ötürü utanıp yüzümde asimetrik bir gülümsemeyle kendimi kınıyor ve sizi takdir ettiğimi bilmenizi istiyorum :)

verbumnonfacta dedi ki...

üzülmeyin. bana kalırsa kadınlar yaşlandıkça güzelleşiyor.

iltifatlarınız için çok teşekkür eder, bir an önce arzu ettiğiniz sıhhate kavuşmanızı dilerim.

Adsız dedi ki...

teşekkür ederim.